- 1095 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Paradoks!
‘annem öleli iki yıl oldu’ diyor çocuk. Sakince onu dinliyorum. Annesinin ölümünü, cenazesini ve cesedini gördüğünü anlatıyor. Sonra durup gülümsüyor ve ‘hatta yanağından son kez öpeyim derken yanlışlıkla kulağını öptüm. Ama olsun, o da anne gibi kokuyordu.’ diyor. Ona dönüp ben de gülüyorum. Sonra ne kadar acıklı diye düşünüyorum. Buna gülünmez ki ağlanır. Ama gülüyoruz işte. Ne fark eder. Yaşıyoruz hala.. bu gülümseme ya da ağlama, yani duygular, yaşadığımızın bir kanıtı.
Çocuk durmadan devam ediyor. Anlattıkça sanki içi boşalan ve rahatlayan balon gibi hayal ediyorum onu. Derisi gerilmekten bıkmış ve kendini bırakıyor. Yavaş yavaş azalıyor içinde birikmiş boşluk. Rahatlıyor durmadan. Sonunda kendi hayal aleminden çıkıp bir uçurtma gibi çakılacak gerçek dünyaya. Ama bu kendini toplaması için bir fırsat. Bunu kullanmalı.. peki ben?
Çocuk anlatacaklarını bitirip kalkıyor yerinden. Tam gitmek üzereyken dönüp ‘ablam aşktan ölecek, biliyorum’ diyor. Ona tepkisizce bakıyorum. Ablasından hiç bahsetmemişken konuyu böyle toparlaması çok garip. Sonra arkasını dönüp sakin ve çökük adımlarla yürüyor. Yeni yeni doğan güneşe çıplak gözlerle bakıyorum. Sonra çocuğa dönüp bağırıyorum; ‘ablan öldüğünde seni ben yanıma alırım.’ Duymuyor bile ve yürümeye devam ediyor.
Kalkıp eve doğru yürüyorum. Eğer yanlış değilsem saat altı buçuk falan ve bir buçuk saat sonra ablamı uyandırmam gerek. Yürürken düşünüyorum aynı zamanda. Yürümek bir düşüncedir ya da felsefe yolda olmaktır.. her neyse işte o, yürürken daha iyi düşünebiliyorum. Ve birden önümdeki çukuru göremeyip düşüyorum.
Saat yedi ve telefonun alarmı çalıyor. Uyanıp kapatıyorum ve kahvaltı hazırlamak için mutfağa doğru yürüyorum. Sonra çişimin geldiğini fark edip tuvalete yöneliyorum. Hafiften gülümsüyorum. Çünkü bu çişim geldi lafını annem duysaydı çok kızardı. Tuvaletim geldi diyecekmişim.. tuvaletten çıkıp mutfağa gidiyorum ve dolaptan peynir, zeytin ve salçalı çökelek çıkarıyorum. Sonra iki yumurta kırıp sallama çayımı elime alıyorum. Kahvaltımı yaptıktan sonra merdivenleri iniyorum ve tam sokağa çıktığımda karşıdaki ayakkabıcı çocukla konuşmalarımı hatırlıyorum. Ona ablasının nasıl olduğunu sormak için yaklaşıyorum. ‘hey, nasılsın?’
Anlamamış gözlerle bana bakıyor ve ‘ayakkabını boyatmak istiyorsan biraz beklemelisin’ diyor. Şaşırıyorum. Sonra ona ablasının nasıl olduğunu soruyorum. O anda sıcak sudan soğuk suya atlayan bir adamın yaşadığı gibi bir şok yaşıyorum. Çocuk usulca bana sokulup; ‘benim ablam yok, sen ne saçmalıyorsun’ diyor. Onu başka biriyle karıştırdığımı söyleyip uzaklaşıyorum. Ama nasıl olur? Dün sabaha kadar konuştuk. Hatta benimle aynı hayatı yaşadığı için onu dinlerken nerdeyse ağlıyordum. Ve bugün kalkmış bana ablam yok diyor. Bu.. bu nasıl olur!?
Dokuz aydır aldığım psikoterapi seanslarını sonuçlarını almak için Doktor Mehmet Bey’in odasına giriyorum. Doktor beni her zamanki sıcaklığıyla değil de sanki kıyamet kopmuş da ben ölmüşüm gibi karşılıyor. Sanırım sorunları var diyorum kendime. Sonra nasıl olduğunu soruyorum. o da beni soruyor. Yarım saat kadar havadan sudan sohbet ettikten sonra birden cesaretini toplayıp bir anneye, oğlunun ölüm haberini veriyormuş gibi alçak sesle konuşmaya başlıyor;
‘Bakın Muhammed Bey, yaklaşık dokuz aydır tedaviniz sürüyor. Aynı zamanda yaklaşık üç senedir bu psiko-bozukluğunuz kendini gösterir durumda hayatınıza nüksediyor. Fakat çok büyük bir sorunumuz var. Denediğimiz de insanların hemen hemen hepsinde işe yarayan metotlar sizin için geçersizleşiyor. Şu ana kadar yaptığımız hiçbir seans işe yaramadı ve bu durumunuz gitgide kötüye gidiyor. Çoğul kişilik durumundan da çıkıp daha farklı, belki de bilimin bile henüz tanımlayamadığı bir hastalığa maruz kalabilirsiniz. Ki çoğu hasta bu durumda intihar ettiği için bu durumun ilerisi henüz gözlemlenemedi. Yani bugün size sormam gereken ilk soru; intihar size cazip geliyor mu?’
İntihar bana cazip geliyor mu? Bugüne dek aklımdan hiç geçmemişti intihar fikri ve cazip geliyor mu? Bilmiyorum. Yetiştirildiğim kültür ve ahlak adına aldığım ailevi eğitimler pek buna müsait değil. Fakat hastaların çoğu dayanamadıysa, çok zor bir durum olsa gerek. O zaman neden ben o kadar zorlanmıyorum. Ve bütün bunları bir an zihnimden geçirdikten sonra cevaplıyorum;
‘hayır. İntihar pek cazip değil. bunun yerine uzak bir şehre gidip beni kimsenin tanımadığı bir yeri tercih ederim.’
‘hmm. Sizin için biraz zor olacak ama sizi akıl hastanesine sevk etmek zorundayım. Çünkü kendinizden hayal dünyanızda binlerce yarattınız ve sadece onlarla yaşıyorsunuz. Üzgünüm, terapi işe yaramadı.’
Bunları söyledikten sonra arkasını dönüp gülerek ayağa kalkıyor. O anda odada çocuk beliriyor. Ve abla.. ablam.. o belalı Remzi’ye aşık olan ablam. O manyak herif için kendini kurşunun önüne atıp beni on sekiz yaşında yalnız bırakan ablam. Ben ablamın yüzüne bakarken ablam çocuğa dönüp gülümsüyor. Bunu kıskandım. Hatta nerdeyse çocuktan nefret ettim. Ablamın suratından kendimi alamıyorum. Sonra doktor daha sesli gülmeye başlıyor ve annem beliriyor birden odada. Beş yıl önce trafik kazasında ölen annem. Annem de ablama bakıyor ve gülümsüyor. Sanki odada ben yokmuşum gibi. Sinirlenip çocuğa bakıyorum ve baktığım anda gözlerim kararıyor.
Zihnimdeki son fotoğraf o çocuğun hanifi olduğu. Yani ben.. Benim yüzüm. O anda kendimi görüyorum karşımda. Sanki bir aynadan bakar gibi.. biraz duraksıyorum. Çocuğa bakıyorum ve kendime tekrar. Sadece boylarımız farklı. O benim, ben o.. Ablama bakıyorum. Anneme. Annem aynaya bakıyor. Ya da gözlerime.. Sonra yaklaşıp bana doğru konuşuyor;
‘demek büyüdün. Kocaman olmuşsun. Beş yıl sadece ama çok değişmişsin. Bak bu haldeydin, sonra bu adam olmuşsun ve yaşlanmışsın sonra da..’ önce çocuğu sonra beni ve sonra aynayı işaret ederek. Ayna? Bu nasıl olur? Doktorun gözlerinden görüyorum kendimi. Sonra sanıyorum ki bu bir paradoks rüya ve uyanmalıyım. Önce sağa sola koşuyorum. Sonra kendime yumruk atıyorum. Sonra çocuğa. Sonra ablama ve anneme.. Hayır uyanamıyorum. Odadaki akvaryuma sokuyorum kafamı. Hayır olmuyor. Ve izlediğim bir filmi hatırlıyorum. İnception.. düşüş insanı uyandırır!
Pencereye koşup aşağıya bakıyorum. Evet çok yüksek.. ve muhtemelen yere çarpma anında uyanırım. Pencereye çıkıyorum. Arkamdan karışık uğultular duyuyorum. Sonra bir ses baskın çıkıyor; ‘Muhammed Bey durun!’
YEDİ AY SONRA--------
Odadaki hemşire usulca yanıma sokulup nasıl olduğumu soruyor. Başımla iyiyim diyorum. Sonra ‘bereket versin ki ölmediniz’ diyor. Önüme bir kağıt bırakıp odadan çıkıyor. Kağıdı okuyorum;
‘Adı: Muhammed
Soy Adı: Söylemez
Hastalığı: Psikoza bağlı geçici şizofren
Vaka: Odada otururken birden bağırmaya ve sağa sola koşup aşırı davranışlarda bulundu. Akvaryuma kafasını soktuktan sonra pencereden atladı. Hastanın durumu çok ağır olmakla birlikte çevresine zarar verebilir. Yani tehlikelidir. Bu ilk intihar girişimidir. Devamının da geleceğini öngörüyorum. Bilgilerinize…
Prof. Doktor Mehmet Çınar’
M. Hanifi Kesik
YORUMLAR
Gerçeği, o bazen kendine yabancı, bazen beni, belki de onu, gerçeği, yok yok gerçeği değil beni, bize yabancı hiç bir yerde bulamadığımız onu, gerçeği bir öykünün sıradışı temasında buluruz. Ben ve gerçek karışmıştır artık...
Kavramlarsa öyküden dökülen, belki yanlış o kavramlar,ama bu onun bizi hüzünlendirmesine hiç engel olmadan, naif ve kaptığı gibi yüreğimizi alır, götürür kendi doğru bildiği yola...
Gerideyse hüzünlü ve bestesi belirsiz bir şarkı çalar kaynağı da belirsiz...
Kaleminize sağlık...