- 807 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Tanrı ve Duygu
Nefes nefeseydi! Parmaklarını hissetmiyordu. Saçları dirseğini örtüyordu. Mutlulukla karışık hüzünlü bir gülümseme vardı, dudaklarında.. Arkasındaki mavi deniz kıyafetiyle kombine olmuştu. Koşar adım bir yerlere gidiyordu. Aniden durdu ve parmaklarına baktı; dehşetle geriye döndü. Boynunu eğmiş yere bakarak sakin sakin yürüdü; koşarken düşürdüğü parmaklarını arıyordu..
Bir kapı tıkırtısı duydu ve parmaklarına tekrar baktı; yerindeydiler. Sonra doğruldu, nevresimi açıp yataktan çıktı. Holde bir karanlık vardı. Biraz sesini yükselterek;
-‘Sina sen misin?’ dedi. Bu tepkiye karşılık içerden sadece ‘hı hı’ cevabını alabildi. Adam yine geç gelmişti. Aslında bıkmıştı bu hayattan ama adamı ruhu gibi seviyordu. Zaten ona göre hayat katlanılması gereken 70 yıllık bir öss’ydi.
Tekrar yatağa uzandı, uyuyamadı.. Sonra birden kapı açıldı. Sina ve yanında bir kişi daha vardı; hayvanca hakaretlerle saldırdılar. Parmakları yine yoktu. Adam parmaklarını gözlerine sokuyordu. Fırsat bulduğu bir arada başucundaki Sina’ya tokat attı. Adam beklemediği bu tokat karşısında afallamıştı. Sonra hafifçe uzandı ve kadının dudaklarını yokladı, dudaklarıyla. Bu kadına verebileceği en büyük cezaydı. Kadınsa hala rüyada olup olmadığını anlamaya çalışıyordu..
Ertesi gün kendini bir müzik okulunda buldu, kadın. Sina hemen arkasındaydı. Eline rastgele bir gitar aldı. Oysa daha önce gerçek bir gitar bile görmemişti. İşaret parmağıyla her hangi bir tele dokundu ve sesi dinledi. Sonra cesaretlenerek parmaklarını nasıl geldiyse öyle yerleştirdi. Ellerinin ritmik hareketleri hoş bir melodi çıkarıyordu. Sina yavaşça mikrofonu eline aldı. Bir şeyler söyleyecekti ama ne giderdi bu müziğe..? Kadın elini değiştirip yepyeni, özgün bir notaya geçti. Adam o anda açılmıştı ve aklına gelen ilk sözcükle başladı;
Sen, yüreğinde tutuklu olduğum gardiyan
Ben, aşkı sende arayan yoksul adam
Sensiz olmaz, ben hiç yapamam!
Şimdi can veren bir kuş misali
Çırpınırken al kalbimi; öldür beni!
Sen olacaksan katilim, yaşamak boşuna;
Yarım bir ceset gibi…
Şarkı o anda aklına gelmişti. Kadın elinden gitarı bırakmış Sina’yı dinliyordu. Sina da bırakmıştı mikrofonu ve kadına doğru yürüdü. Ellerinden tuttu, gözlerine baktı, saçlarını düzeltti. Kadın içindeki titremeleri bir yana bırakıp kendini büsbütün adamın kollarına bıraktı ve harika bir dans şöleni başlamıştı.. Adam adeta bir ağaç gibi dik ve heybetli duruyor, kadın onun etrafında geometrik hareketlerle dönüyordu. Adam ara sıra kadını belinden asla bırakmayacakmış gibi yakalıyor, bir kez etrafında dönüp bırakıyordu. Kadın bir ara adamın gözlerine baktı. Gözlerinden kalbine, hatta kılcal damarlarına kadar inceledi. İçinden; ‘Hepimiz Tanrı’nın elindeki kuklalarız ve istedikçe dans ediyoruz.’ dedi. Sonra adamın dudaklarına baktı. Bu arada hızla dönmek onu yormuştu ama adam durmak bilmiyordu. Sonra adamın göz bebeklerine sert sert bakarken yine içinden; ‘Tanrı ilk kez insan kılığında.. Bu adam Tanrı olabilir ancak! Ruhumu, bedenimi, zihnimi emanet edebileceğim tek valık! Tanrı ilk kez insan kılığında.’ dedi.
Eve gelmişlerdi. Kadın biraz yorgundu ve yatmak istiyordu. Adamın yarına yetiştirilmesi gereken işleri vardı. Kadın odaya girip geceliğini giydi, yatağına uzandı. Sonra aniden yataktaki adamı gördü, sıçradı. Pencereden sızan ışık adamın yüzüne yansıdı. Kadın hiddetle;
-‘Sina! Sen ne ara geldin buraya?’ dedi. Adam gayet sakin;
-‘Ruhunu istiyorum.’ dedi.
-‘Nasıl yani?’
-‘Dans ederken söylediğin gibi; ruhunu istiyorum.’
Kadın adamın dudaklarından öptü ve ‘yeter ki sen iste..’ dedi, gözleriyle. Adam aniden kadını kucağına aldı ve terasa çıkardı. Kadın titredi ama korkudan değil, soğuktan.. Adama daha çok sokuldu, kokladı onu. Adam gayet sakindi, hatta fazla sakin.. Terastan dışarıya doğru uzattı, kadını. Kadın ‘seni seviyorum’ dedi. Adama gülümsedi. Sonra kadını terasa indirdi ve ‘bana ruhunu ver’ dedi. Kadın sakince adamı yine öptü. Adam terastan kendini bıraktı..
Kadın yirminci kattan atılan bir çöp torbasının yere çarpma sesine benzer bir ses duydu. ‘Sen yeter ki iste!’ dedi, yüksek sesle ve kendini terastan bıraktı. Havada süzülen bir beyaz güvercin kadar güzeldi. Birazdan olacaklara kendini hazırlamıştı. Adamın kanlar içindeki cesedine baktı, gülümsedi. Bir anda parmaklarını hissetmedi. Ellerine baktı; parmakları yoktu. Sonra aniden yüzünde bir acı hissetti. Kulağında az önceki sesin aynısı yankılandı. Adamın tam üzerine düşmüştü. Dudaklarında bir sıcaklık hissetti ve gözlerini araladı; adamın dudakları dudaklarındaydı..
Birden ayağa kalktı. Ölmemişti, üstelik odadaydı. Üstünü bile değiştiremeden uyuya kalmıştı. Sakince odanın kapısını açtı. Sina’nın odasındaki ışık hala yanıyordu. Kapıyı açtı; Sina yoktu. Masanın üzerine narince bırakılmış bir gül dikkatini çekti. Eline adlı ve dikenlerine tutturulmuş mektubu gördü. Açtı ve okumaya başladı;
‘Sevgilim,
Senin ellerin kadar narin bir el tutmadım asla ve senin gözlerinden başka hiçbir gözde kaybolmadım. Gururum, sevgim, hayatım, aşkım, her şeyim..
Gitmek ihanettir, biliyorum. Ne kadar istemesem de gitmek zorundayım. Seninle güzel günler geçirdik. Saygı ve sevgiyi kural edindik; kuralsızlıklarımızın içinde. Birbirimize hep güvendik. Bazen sen tuttun, gözü yaşlı gece nöbetlerini, bazen ben.. Ama ne olursa olsun seni hep sevdim.
Gözbebeğim, sesinin melankolik tavrı olmadan nasıl yaşayacağım bilmiyorum.. Sen olmadan ben nasıl olacağım..?
Bir tanem, sabah gün’eşim, zorluklar ne kadar acıtsa da içimizi, hayatı kurallarına göre oynamalıyız. Sana bir türlü öğretemediğim futbol kuralları kadar zor değil, bu kuralları anlamak. Sana zarar vermeden gitmek bana düştü..
Nazlım, nurlum, aydınlığım, kadınım; kalbim bin parçaya bölünse de gitmek farz artık.Kendine çok iyi bak gül yüzlüm.. Klişeler bir yana; seni en çok ben hak ettim, beni de en çok sen hak ettin.. Bu yüzden içindeki bana da iyi bak.
Ruhumu sana hediye ediyorum.
Sina…’
Kadın gülümsedi. Ağlamaklı bir gülücüktü bu.. Sonra bağırdı ‘GİTME!’. Hıçkırıyordu. Bir süre sonra sakinleşti ve fısıltıyla ; ‘Tanrı bir insan bedeninde bu kadar kalabiliyor demek.’ dedi. Bu cümle içinde yankılanıyordu. Sonra terasa çıktı, aşağıya baktı. Elindeki kağıdı terastan bıraktı. Kağıt bir güvercin kadar güzeldi..
Tekrarladı; ‘Tanrı bir insan bedeninde bu kadar kalabiliyor demek.’
- Tanrı bir insan bedeninde bu kadar kalabiliyor demek -
M. Hanifi Kesik/2004
YORUMLAR
" Tanrı bir insan bedeninde bu kadar kalabiliyor demek "
Ruh'una aşık olunan terk edilen bir kadın...
Sevmek bir o kadar nefret etmek / yaşadığına inanmak ve inandırmak için ölümünü istemek...
paradokslarla donanımla olmakla olmamaklar arasında gidip gelinen ruhta bıraktığı etkisi korkunç derecede etkili bir öykü..nasıl etkilendim anlatamam.
Teşekkürler paylaşım için.Var olsun emekleriniz.Selam ve saygılarımla yüreğinize.
M Hanifi Kesik
İnsanı karmaşık ruh hallerine düşüren değişik bir yazı...
Bir deneme tadında olmuş. Anlatım şiirsel.
Acaba öykünün psikolojisine uygun,onu daha da kuvvetlendirecek tasvirler de olsa, daha mı sürüklerdi?
KAleminize sağlık...
M Hanifi Kesik
nitemtran
Zaten ben varolana bir haksızlık etmek için değil, varolacak, ihtimalledir ki içimizi en istediğimiz duygularla dolduracak yenilere dokunma arzusuyla böyle cesaret dolu sözleri sarf ettim...
Tanrılar bedenlerimizden çıkmasınlar diye yaratıldı ya, sık sık sıkılıp gidiyorlar. Yeni bir cenin oluştuğunu gördükleri an yeni bir maceraya atılıyorlar illa ki...Fantastik, keyif verici bir okuma oldu ve sizi keşfedişim böyle oldu. Fırsat buldukça buluşmak üzere saygıyla...
NOT:Naçizane hoş görünüzle devrik cümle kullanımını asgariye indirmenizi önerebilirim, bence usulüyle kurulmuş bir Tütkçe cümle okunurken daha çok keyif veriyor...
...
kemnur tarafından 10/30/2014 4:26:39 PM zamanında düzenlenmiştir.