- 749 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK ÜSTÜNE
Telefondaki sesin sorusu “sence aşk nedir?” bence tanımlayamadığım şey diyorum. “Edebiyat yapıyorsun” diyor. Bu “edebiyat yapmak” şeklindeki argo söyleme oldum olası sinirlenirim. Ama bunu telefonda sesime yansıtmıyorum. “Hayır bunda ciddiyim, aşkın açıklaması yok” diyorum. Ona ilkokulda okulun en sümüklü ve en başarısız çocuğuna duyduğum aşkı anlatıyorum. Telefondaki ses sinirleniyor yine. Bu sefer sinirlenmesinin sebebinin ne olduğunu düşünüyorum: İnançsızlık mı ya da kıskançlık mı… İkisi de aptalca geliyor. Evet aşk tanımlayamadığın şey. En azından benim anladığım anlamda. Ona Rene Girard’ın kitabındaki “üçgen arzu” kavramından bahsediyorum. Telefondaki sesin öfkesi artıyor. Öfkelenmesini anlıyorum. Çünkü onun aşkları kendinden bağımsız değil, tıpkı Girard’ın söylediği gibi yönlendirmelerle oluşmuş. Kafasına okuduğu kitaplarla ve izlediği filmlerle kazınmış bir kadının peşinden koşmuş durmuş ve hep böyle bir kadın aramış. Yani başkalarının kadınını… Oysa o imgenin zaten ona sunulmuş olması gerçeğinin öyle uzağındaki. Buraya yaklaşabilir mi, burada bu gerçeği fark eder mi bilmiyorum. Bu güç gerektiren bir kavram, kendinin dışına çıkmakla ilgili ve sanırım bu o güçten yoksun. Kendine yapılan yolculuk beraberinde değişme olgusunu da getiriyor ve o değişmekten korkuyor… Aşka hiç gücü olmayanlardan… Gerçekten hiç aşık olamayacaklardan. Aslında telefondaki sesin tüm korkularını görüyorum ve burada kefelerin eşit olmadığının farkındayım. Onunla konuşurken gözlerinde yitik uçurumlar taşıyan bir adamı düşünüyorum. Kendine kendinin dışından bakmayı becerebilen ve neyin içinde olursa olsun içinde bulunduğu süreçleri sorgulayan bir adam… O da ben de yönlendirmelerle oluşmuş bir sevgili mi yoksa, konuşurken bunu düşünüyorum. Telefondaki sese bu adamdan bahsetmek istiyorum ve ona olan sevdamdan. Ama vazgeçiyorum. Arkadaşça açtığım telefonu arkadaşça kapatıp onu yönlendirmelerle oluşmuş düşleriyle bırakıyorum.
YORUMLAR
Rene Girard’ın böyle bir kuramını hiç duymamıştım, ama tebrik ederim kendilerini, doğru bir tespit yapmış...
Kanıtı için etrafınıza kısaca bir göz atın, otobüslere, caddelere, alışveriş merkezlerine, ve özellikle de üniversitelere: Bütün bayanlar birbirlerine ve televizyondaki dizilerdeki acayip acayip insanlara benziyorlar. Kendi kültürünü ve kişiliğini üzerinde ve tarzında taşıyan pek az kişi var.
Oysa görüntüye duyulan aşk, görüntünün pürüzlenmesiyle son bulmaya mahkumdur. Aşk dediğin şeyde insan neresine, neye, neden, nasıl hangi ara aşık olduğunu anlayamaz bir türlü... "Bu mantıksız, bu imkansız" der ve kendine bile itiraf edemez. Kendisi bile inanmaz aşkına ama o öyledir işte, diğer insanlar onun gözlerinden bakışlarından dahi anlarlar onu.
Mecnun gibi hani, herkesin görüp beğendiğini değil de, kalbinin gömüldüğünü sevmek...