14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1245
Okunma
Kısa kısa yazıldığı ve kolayca söyleniverdiği için şiir, birçok sanat dalına göre kötüye kullanılmaya uygun, yoldan geçenin uğrayabildiği bir handı. Öyle ki; ayakta, at sürerken dörtnala, sevgiliye her kırıldığında platonik yüreğin üfürdüğü bir mozaik, ortaya bir karışıktan ibaret dördüzlerdi çoğu. Şiirin tanımının belirsiz oluşu, sanki görünmeyene inananı kötüye kullanır gibi, zırvalarıyla acemileri kandırırcasına içine çekti bu sanatın. Dahası birikimsiz kişilerin döktüğü inciler, yazılı söz sanatlarını içeren teorilere uyduğunda, hemen şiir sınıfına sokuluverdi.
Oysa sözü sağmanın, özütlemenin; asıl zor olan bir sanatı içerdiği, içeriğinde yaşamın acılarını ve çözümlerini veren yükleri barındırması gerektiği unutuldu. Böylece ikinci kısmıyla şiir, bahçe hortumundan çiçeklerin üzerine bırakıldı; nârin güle okşar gibi gelmesi gereken bir fıskiye, su jetine dönüştürüldü. Ortaya, sözü toparlayamayan karalamalar, sözü anlamayan çıraklar döküldü; şiir diye konuşulan yazılar, şair diye anılan düz mantıklar çıktı.
Şiir sanatı; iki farklı temele dayanıyor; birisi "içe aktarım" (yaşamdan edinilen deneyim / birikim); birisi de bu deneyimi/birikimi anlatacak olan "dışa aktarım". Eğer ilki yoksa, ikincisinin doktorasını bile yapsak, teoriden ileriye gitmek oldukça zordur. Bir cümleyi hangi yöne çevirirsek çevirelim; anlam bütünleşmez, ileti gelmez; sözcük oranı ayarlanamaz; çünkü aktarılacak malzeme yoktur; yapaylık söz konusudur; yani sonuçta uydurulur ha uydurulur..
Şu dervişin yolu; gerçekten de kendi kulvarında önceliklidir, başkalarına göre değerlendirilemez, onlara hiç bağlı değildir; her kritikte kendine bir şey daha katar, teoride birikir, içini doldurur. Ama bunun yeterli olmadığını bilir; içini de ayrıca doldurmalıdır; çınarın nasıl yaşadığını, çiçeklerin ne zaman solduğunu bilmelidir. Hangi mevsimde taş basıldığını, ne zaman sılaya döneceğini, kavuşmanın olanaksızlığını da...
İşte bunlar, yaşayanın insanlığın acılarından süzdüğü duyguları içine atanların, şiir dili (sanal) okulunda teoriyi yığanların yapabileceği işlerdir. Bir yandan için için yanarken, bir yandan da nasıl tütmelidir pişen yüreğin bacası, belki de bir zaman kürek, diğerinde fırıncı olup çıkarmalıdır ekmeği..
Birikimini diğerlerinden yukarıya çıkaran ve dışa aktarımında özgünleşerek, ancak şair kimliğini kazanabilenler içindir bu öncelik; işte o zaman kimse onun düzeyinde olamaz, önce odur, önce kendi dizesidir ışık yayabilen diğerlerine..
Aslında bu da ilginç bir sınırlamaya sahiptir: çünkü şairlerin her birinin kendi özgün yolu vardır; dil evrenseldir, ancak anlatım, kişinin birikimleriyle renklenir, derinleşir. Bu nedenle, her yetkin kalem kendi yolunda tektir, bir kişidir; kendisiyle yarışır; kendinden önce gelir kendi kalemi...
Asla başkalarıyla yarışılmaz bu kulvarda; çünkü başkalarının yoluna giden, kendi yolunu silikleştirir. Özgünlüğü unutması ve kopyacılığa alışması gerekir; deneyim biriktirmesi de gerekmez elbette. Çünkü başkalarının acılarını veya sevinçlerini yayması yeterli olmaya başlar..
Yani şiir; ağızda sakız, dilde cılız, gözde dikiz asla değildir. Şiir, kişinin eliyle mâhir bir sanat eseri gibi sürekli gelişen, değişen, diğerininkine asla benzemeyen bir çıktıdır. Üretimi zorlayıp da onu, reçineleştiremez, sütünü mayalayamazsınız; hele hele onunla geviş getiremez, tekrar tekrar çiğneyemezsiniz! Getirdik diyenlerin de ürettiklerinin, şaraplaşmadığını ileri süremezsiniz hiç; her katılan sirkenin, lezzetli bir turşuya dönüşemediği gibi… Nice şiiri, konuyu, çözülmesi gereken konuyu boşa harcadığınız gibi; şiir bahçesini de külliyen ya nadasa bırakırsınız, yahut zamansız bir bağbozumu ile asmaları yıkarsınız.
Şiirin, belli bir elinden tutanı olmadığı gibi, karşıdan karşıya geçireni de yoktur. Ancak öte yandan, üzerine araba süreni, bastonunu kıranı veya diğer gözünü çıkaranı her dâim mevcuttur. Bu nedenle duyarlı kalemlerin, elinden gelen alçakgönüllü paylaşım yaklaşımını sergilemeleri, şiirlerde cevher olanı bulup, onları öne çıkarmaları, ‘benim şiirim’ veya ‘mükerrer şiir’ olayından uzak durmaları gerekir. Şiirin yerinde sayması; kişisel kıstaslara bağlı ürünlere yer verilmesiyle ve biraz da tek yanlı görüşlere açık olmasıyla ortaya çıkar. Bunları yenmekse, neredeyse bir erdem düzeyinde güç gerektirir; sanata ağırlık veren kişiliklerin konuya eğilmesini de zorunlu kılar.