- 707 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Eksik kalan hayatlar...
Anasından kalan, mezar kadar karanlık ölüm kadar soğuk olan tek odalı evinde hayata tutunma hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Anasının ölümünden sonra komşularına ekmek yaparak evlenecek kızlara işlengi işleyerek geçimini sağlıyordu. Gündüz zamanının büyük bir bölümünü dışarıda insanların arasında geçirdiği için rahattı. Akşam olduğunda sessiz soğuk ve karanlık evinde keşkeleri ile, yüreciğini yakan evlat hasreti, özlemi, anıları, belki de hiç bir zaman gerçekleşemeyeceğini bildiği hayalleri ile sabaha kadar boğuşarak geçiriyordu zamanını.
Hasan’ın yeni karısı ile geldiğini duyduğundan beri hiç bir yere sığamıyordu. Ona olan kırgınlığı, kızgınlığı, öfkesi öylesine artmıştı ki, gördüğü yerde yüzüne tükürmek ve iki çift laf ederek içindeki kinini yüzüne kusmak istiyordu.
Gece sabaha kadar hiç uyumadı. Sabah erken kalktı. Zihni hep meşguldü. Hasan’a karşı güçlü görünmek zorundayım, sen olmadan da hayatımı sürdürebilirim, güçlüyüm, yenilmedim mesajını vermeliyim diye zorluyordu kendini. Güçlü kadınlar kaybetmeyi asla içlerine sindiremezler di. İç dünyasında hep bir mücadele içinde... Aslına bakarsanız O da biliyordu ki, bu mücadelenin kazananı da kaybedeni de yoktu. Bu sadece kendini kendine ispat etme yarışı idi.
O sabah en güzel elbisesini giydi.Hafif bir de makyaj yaptı. Evinden çıkarak yokuş yukarı ağır ağır yürüdü. Pınarın başına geldiğinde güğümleri ile su dolduran arkadaşı Gülseren’i gördü. Başı ile selam verdi. Gülseren gülümsedi:
-Pek iyi görünmüyorsun, sabaha kadar keçi mi kovaladın?
-Aman Gülseren şimdiden sonra iyi olsam ne, olmasam ne...
-Seninkiler bu gün Melek Bacıya geleceklermiş, akşam yemeğe davetliymiş, dedi.
Heyecanlanmıştı... Onlar geldiğinden beri nereye gittiyse önceden haber alıyor, oraya yakın birinin evine gidip gizliden gizliye, Elif’i gözetliyordu. Ona sarılamasa da öpüp koklıyamasa da, görmekle sesini duymakla yetiniyordu. Elif’in babasının yanında olmasına sevinmişti. Zira babaannesinin yanında durumu hiç de iyi değildi.
Gülseren’e baktı, boynunu büktü:
-Elif’im çok iyi Gülseren. Babası kızıma iyi bakıyor. Kızım iyi olsun da ben yüreğime taş basarım, dedi.
-Doğru dersin Elif iyi. Kadın da iyi bakmış, kızına. Bu laf Zeynep’i çileden çıkarmıştı.
- Şu kadından bahsetme Allah aşkına Gülseren! Adını duyunca tüm cinlerim tepeme çıkıyor, dedi.
Gülseren sustu. O biliyordu ki, kağıt üzerinde boşansalar da Zeynep kendini hala Hasan’ın karısı olarak kabul ediyor, Kezban’ı üzerine gelmiş bir kuma gibi görüyordu. Sevdiği adamı, bir zamanlar kocası, çocuklarının babasını bir başka kadınla paylaşmayı kabullenemiyordu. Bu kıskançlığını da, Kezban’a " evde kalmış, kalık kız", çocuklu biriyle evlenen kimse, ancak dul bir adamla evlenir diyerek, içinde ki kızgınlığını dışa vuruyordu.
Güğümlerini dolduran Gülseren gitmek için yerinden kalkmıştı ki, karşıdan gelenlere takıldı gözü, Zeynep’e işaret etti:
-Şu gelenlere bak!
Zeynep başını kaldırdığında, gözleri bir çift göz ile buluştu. Zaman durmuştu sanki. Hiç kimseyi hiç bir şeyi görmüyorlardı. İkisi de o gözlerden yüreklerine inmişti. Kısa bir zaman diliminde ne çok şey hissetmişti, birbirine hasret bu iki yürek. Elif’in annesini görünce babasının elini sıkıca kavramasına kadar sürdü. Hasan gözlerini kaçırdı. Yanından geçerken başını önüne eğdi ve yürüdü. Zeynep arkalarından baka kaldı. Oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibiydi. İçinde Hasan’a karşı kızgınlık, kırgınlık, sitem ve aşk ile karışmış, aşırı bir istek vardı. Tıpkı oyuncağı elinden zorla alınan çocuğun oyuncağını geri alabilme isteği. Nasıl ki, oyuncağını geri alan çocuk sinirinden onu parçalayıp, öfkesini yenebilmek için üstüne çıkıp çiğnerse, Zeynep’te öyle hissediyordu...
Muhabbetle
Hanife Mert
NOT: Yazımı tamamladığım ancak henüz yayınlatmadığım "Düş Batımı" isimli otobiyografik romanımdan bir bölüm paylaştım...