- 541 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ŞU FENERLERE DE HİÇ GÜVEN OLMUYOR!
Yedi yaşındaki erkek kardeşimin masum ve mahzun gözlerle gözlerime bakıp, “abla üç tane takım çıkmış. Ben Fenerbahçeli oldum. Sen de olur musun…” ne olduğunu bile anlamadan “tabii olurum” dediğimde ben de dokuz yaşlarındaydım.
Bu cevabımın ardından art arda iki takla atıp sokağa fırlaması bu günmüş gibi gözlerimde canlandı.
İlerleyen yıllarda o iflah olmaz fanatik bir taraftar olurken, ben de bilmem kaç adım gerisinde onu izlemeyi sürdürdüm..
O günden bu güne ‘iyi ve kötü günde’ hep yanında oldum takımımın. Gönül verdiğim ve inandığım her davada her eylemde olduğu gibi.
Borsadaki Fener kağıdını alıcılarının yüzünü pek güldürmediği söyleniyordu.
Amma velakin en vahimi, bizim şu Kadıköy’ deki deniz fenerlerinin durumu idi.
Nasıl? derseniz.
Şöyle ki derim.
Hangi gün, hangi saatte ve ne kadar süreyle kesileceği belli olmayan elektrikler sıkça kesiliyordu tam da o zamanlar.
Dolayısıyla deniz fenerlerinin ışığı da yanmıyor, denizler karanlığa gömülüyordu. Hal böyle olunca gelen-giden gemiler, vapurlar önlerini göremediklerinden ya birbirlerinin üstüne-üstüne geliyor. Ya kıç üstü karaya oturuyor. Ya da kayalara çarpıp helak oluyorlardı.
Bu durumu duyan-izleyen ülkenin akil bir vatandaşı, bu soruna kesin çare bulacağı vaadi ile yetkililerin ilgililerin kapısını çalar ve şöyle der:
“Siz hiç tasalanmayın. Bana güvenin yeter!
Ben öyle, Kadıköy’ün deniziymiş, yok haliçmiş, yok Marmara, Ege, Kara Denizmiş. Ya da şuymuş buymuş. Ben ülkede ne kadar nehir, göl, çay, ırmak, derya varsa hepsini aşıp taa denizsiz ülke olan Almanya’ya kadar götüreceğim bu anlı şanlı fenerlerin namını Allah’ın izniyle”
“Vay! demişler. Nasıl olacak bu iş?”
“Sizin ve bu merhameti sonsuz insanlarımızın yardımlarıyla olacak!” demiş ülkenin bu akil ve mucit adamı.
Sonrası malumunuz…
Ama isterseniz gelin biraz gerilere gidip bu serüvene yeniden hatırlayalım.
Gülümsersiniz en azından.
***
Adalet bakanına soruyor bizim acar gazeteciler bıkıp usanmadan.
-Fenerden haber var mı”?
-Raftan alındı. Torbaya kondu. Dağıtıcıya verildi. Konsolosluğa uğradı. Oradan büyükelçiliğe geçti. Büyükelçilikte gerekli hazırlıkları takiben Berlin seferi ile…
İşte bu sırada sabrı iyice taşan CHP’ li biri:
“Sen git dosyayı el altından al getir.
Başbakan durur mu
“O dosya, beklediğiniz o dosya değil!” der.
Hadi sil baştan..!
-Fener ne alemde bakanım?
-Uçakla geliyor. Belki Frankfurt’a uğrar. Frankfurt- Berlin tarifeli seferiyle Bon üzerinden…
Bu kez vatandaş meraklanır.
-Tam anlamadım sayın gazeteci. Hangi fenerden söz edip durmaktasınız siz?
Haa! Anladım...Şu meşhur Deniz Feneri canım.
Kendine hayranlığıyla ünlü bir arkadaş söylemişti de gülüp geçmiştim. Demek Türkiye sınırlarını aşıp uluslararası boyutlara ulaşmış gerçekten.
Vay be! Vallahi helal olsun bizim şu fenere!
Zaten her bir şeyin en inanılmazını en muhteşemini en çılgınca olanını biz Çılgın Türkler icat etmiyor muyuz!
Ee, onlar ne diyorlar bu işe?
-Ne diyecekler.
Ağızları kapanmamak üzere açık kalmış tabii.
Alman mahkemesi yazılı olarak duyurmuş haberi tüm dünyaya:
“Alman hukuk tarihinin en büyük dolandırıcılık olayı.” diyerek.
İçinde din- iman, yardım severlik ve insanlık adına ne kadar rezillik kepazelik varsa, hepsinin resmi kanıtları-belgeleri bulunan bu dosya ülkeye hala gelemedi!
Görenlerin insaniyet namına…
Bunun devamı yıllar sonra geldi-geldi “KİMSE YOK MU?” yardım derneğinin kapısına dayandı bu kez de.
Var da, siz göremiyorsunuz bu karanlıkta! diye yırtınıyorum ama işiten kim!
Yaşanan bütün bu acı vahim ve tehlikeli olayların-durumların baş nedeni: Toplumun tamamına yakınının sırtının pek, karnının tok oluşudur. ‘Ahlak’ denen asıl ve temel değer başını alıp gideli köprülerin altından çook sular aktı.
Geriye bu asalak aç gözlü tembel ve hazır lopçu insanlara azıp- kudurmak kaldı!
Onlar da bunu yapıyorlar işte!
Sizler de hala acımaya ve yardım severliğe devam edin gözünüzü kapatıp!