- 483 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İDEAL NESİL
İdeal bir hayat, ideal bir devlet, ideal bir hukuk, ideal bir hukuk, ideal bir sistem, millet, insan ilişkileri vs. istiyoruz. En çok ihtiyacımız olan ve peşinde koşmamız gereken yegâneideallerdir bunlar. Ta ilk insan devirlerinden beri süre gelen bu ideal düşüncelerin esas temel ve harcını ise fert, birey, kişi oluşturuyor. Devlet bireyle, insan ilişkileri bireyle, hayat bireyle işliyor. Antik Yunan’dan, Mezopotamya’dan, Fenikelilerden, Uygurlardan bu yana bu ideal kavramlar sürekli istene geldi. Bu kavramların oluşması, sağlam ve dik durması, asırlara meydan okuması ise ancak ideal birey, kişi, fert kısacası ideal bir nesille mümkün olacaktı, olmalıydı da.
Platon, Aristo, Sokrates peygamberden önce yaşamış ve bu idealleri ele almışlardır. Yine Martin Luther, Sartre, Campanella, George Orwell, Farabi, Ali Rehnema peygamber sonra yaşamış ve onlarda bu ideallere dikkat çekmiştir. Heyhat, bunlar düşünce ve birer ütopya olmaktan öteye geçememişlerdir. Özellikle Sanayi İnkılabı ve ondan önce Rönesans ve Reform Hareketleriyle birlikte ortaya çıkmaya başlayan Batı Modernizm’i bu idealleri önemle ele almış ve şu anda gelinen noktanın temellerini 200-300 sene öncesinden atmışlardır. Gelinen nokta dahi bazı konularda yetersiz kalmaktadır. Peygamber dönemi incelendiğinde ise 200-300 senenin yanında çok ufak ve basit bir değer ifade eden 23 sene gibi kısa bir zaman diliminde, vahşilerden de vahşi denebilecek bir topluluk düştüğü bataklıktan çıkartılmış, kalbin ve ruhun dereceyi hayatına yükseltilmiştir. Büsbütün tarumar olmuş idari, ahlaki, hukuki ve sosyo-kültürel düzen imar edilmiş, imar edilmiş ve şu zamana kadar ulaşılamamış ve ulaşılması muhtemel de olmayan ideal bir nesil yetiştirilmiştir. Yetişen bu nesil ideal toplum, ideal halk, hayat, devlet ve hukukunda inşasına temel oluşturmuş ve Hz. Peygamberden sonrası Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve devamı dönemlerde adaletin, hukukun, insan ilişkilerinin kısacası bir medeniyetin garantisi ve hazırlayıcısı olmuştur. Daha sonraları bu ideal nesilden ve bu nesli oluşturan ölçüt ve kıstaslardan uzaklaşmayla ve ondan kopmalarla beraber diğer ideal kavramlarımızın da topyekûn dağıldığını, bir daha da toparlanma fırsatı bulamadığını tarih sahnelerinde açıkça görmekteyiz. Peki, bu nesil nasıl oluşmuştu ve biz bu nesli ne yapıp da kaybetmiştik? Öncelikle bu neslin doğuşu ve yükselişine bakacak olursak: Kur’an’ın ilk emri olan “OKU”sözünü kendilerine düstur edinmiş peygamber ve ashabı, ilme ve âlime önem vermiş ve onlardan bir lahza olsun ayrı kalmama cehdi ve gayreti içinde olmuşlardır. Bu itibarla Hz. Muhammed’in (s.a.v) ağzından dökülen “İlim ve hikmet, Müslümanın yitiğidir. Nerede bulursa onu alır.” ( Tirmizi, İlim, 19.) ve “İlim öğrenmek her Müslümana farzdır. Allah, ilim öğrenmek amacıyla yola çıkan kimseye cennetin yolunu kolaylaştırır.” ( İbn-i Mace, Mukaddime, 17) sözlerini duyan sahabeler kendilerini ilmin engin ummanlarına salıvermişlerdir. Böylece yapımı ve sürekliliği asırlar sürmesi gereken bir mesele, ilim ve eğitimin gölgesinde ayrıca sahabe ve Peygamber Efendimizin de gayretiyle 23 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleşmiştir. İlmin önemini ve neslin ancak eğitimle yetişeceğini iyi bilen Hz. Muhammed (s.a.v.) “Mekteb-iSuffa” ismindeki ilk Müslümanların okulunu kurdurmuştu. Bu mektep mescidin hemen yanında bulunuyordu ve burada ilim öğrenen sahabeler sık sık Peygamber sohbetinde bulunuyor ve onun gösterdiği ufukta eğitimlerine devam ediyorlardı. Hz. Muhammed (s.a.v.) vefatından sonra da bu anlayışa devam eden sahabeler, onun “İlim Çin’de dahi olsa öğreniniz.” (İhya, C.1, S. 17) hadisinin ışığında tüm dünyaya yayılmış ve daha önce hiç görülmemiş bir medeniyet kurmuşlardır. Günümüzde neredeyse tüm ülkelerde sahabe kabirleri görmemizin de esas sebebi bu düsturdur. Bu ve bunun gibi daha binlerce hadisinde Efendimizin ışık tuttuğu ilim yolundan giden nice Müslümanlar o ideal neslin temsilcileri olmuşlardır. Ne yazık ki, bizim şevkimizin kırılmış olması, bu nesli hep ütopikgörmemiz ve kim bilir daha nice yanlış ve saçma sapan bahanelerimiz yüzünden o nesil bizden çok çok uzakta kalmıştır. O uzaklığın getirdiği onlarca tahribat beynimizde onulmaz yaralar açmıştır. Bir zamanlar sahip olduğumuz maslahatlar, başlarımız üzerinde taşıdığımız ideallerimiz şimdi ayaklar altında paspas olmuş ve bir hikâyenin parçası gibi dillerde dolaşmaktan öteye geçememiştir. Sahabelerle oluşan o ideal ve aranan, aranması gereken, nesli hep övdük, hep takdir ettik ama birimiz bile bu nesle yetişmek gayretini gösteremedi.
Kaybettiğimiz idealleri ve değerleri yeniden kazanabilmemiz için kaybettiğimiz o nesli yeniden kazanmamız gerekmektedir. Kaderimizi 200-300 yıllık serüvenlere terk edemeyiz. Bir an evvel Batı’nın ulaştığı veya yaklaştığı ideallere varmak istiyorsak öncelikle ve en kısa sürede ideal nesli yetiştirmeli ve onların üzerinde bu ideal medeniyeti ve kaybettiğimiz değerlerimiz yükseltmeliyiz. Bunun için kendimize Hz. Peygamberi ve onun 23 sene gibi kısa bir sürede yetiştirdiği o ideal nesli örnek ve rehber olarakalmalıyız. Onun bize “Veda Hutbesi” ile birlikte miras olarak bıraktığı Kur’an ve Hadisi tekrar kendimize baş tacı etmeli, bunların ışığında kendi ideal ve değerlerimizi yeniden yüceltmeliyiz. Bu sebepledir ki eğitim, öğretim, ilim ve irfan kısacası ‘maarif’ imizi canlandırmakla beraber değerlerimizi ve medeniyetimizi yükseltecek olan ideal neslimizi “Ya alim, ya öğrenci, ya da dinleyici ol veya ilme sevgi besleyenlerin safında yer al. Sakın beşinci gruptan olma. Yoksa helak olursun.”(Teberani, el- Mu’cemu’s-Sağir, 219) şeklindeki peygamber beyanının ışığında yetiştirmeliyiz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.