- 570 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MİSİS LOKMAN HEKİM KÖPRÜSÜNDE ÖLÜMSÜZ ANLAR.
Göğün altında her şeyin bir mevsimi
Her amacın bir vakti vardır.
Aydınlık boşluğuna bakan karşılıklı mutfak pencerelerinden birbirimize tabak uzatıp sohbet edecek kadar yakın daire komşusuyduk
Anemin vefatından sonra ben devir almıştım aile reisliğini. Fakat emindim ki annemin yerini ben asla tutamazdım. Ne de bir başkası onun gibi olabilirdi…
Karı–kocanın en büyük özellikleri birbirlerine duydukları delice aşktı. İkinci baharlarını yarılamalarına rağmen bu aşk gittikçe daha çok alevleniyordu.
Kevser Hanım kim bilir kaç kuşak Adanalı. Eşi Nezih Bey ise haninin gerçek bir İstanbul beyefendisiydi.
Birbirlerini Adana’nın itibarlı bir işyerinde çalışırken tanışmış ve evlenmişlerdi.
Bu aşk filizlendiğinde her ikisi de pek genç sayılmazlarmış.
Olgun yaşların aşkları da işte böyle sağlam temellere ve ölümsüz aşklara dayanıyor belli ki.
Kış aylarını İstanbul da, yaz aylarını Adana’ da yayla evlerinde geçiren komşularımız sonunda oturdukları daireyi satıp büsbütün Adana’ya yerleştiler.
Ben her fırsatta kendilerini aradım sordum. Öyle ki, her arayışımda Kevser abla ağlayarak kişiliğime vefama övgüler yağdırır, 24 dairelik apartmanda ailece görüştüğümüz onca samimi komşulardan hiçbiri arayıp sormuyor senden başka. O annenin kızı olduğunu çok iyi ispatlıyorsun Tülin’ciğim derdi.
Beni ve kızımı Adana’ya. Mersindeki yazlıklarına. Yayla evlerine davet edip durdular.
Onca istememe karşın bir türlü gitmek kısmet olmadı.
Bir gün gelen bir telefonda eşi Nezih ağabeyi aniden kaybettiğini söylediğinde çok şaşırmış ve büyük üzüntü duymuştum. Karşılıklı dakikalarca ağlaşmıştık.
İki yıl kadar sonra ise kendisi art arda ağır iki ameliyat geçirince, ziyarete gitmem farz oldu diye düşündüm ve bir gün içinde Adana da aldım soluğu. Adana’ya ilk gidişimdi.
Uçakta tanıştığım genç bir kızla birlikte indik uçaktan. Doğma büyüme Adanalı olan Firdevs’in ehliyetini almaya gittik önce. Daha sonra Adana’nın merkezine indik.
Benim planım merkezde sade, temiz güvenilir ve hesaplı bir konaklama yeri bulmaktı.
Firdevs’in beni evlerinde konuk etme ısrarı da beni planımdan vaz geçiremedi.
Sokakta gelişi güzel rastladığım İki- üç kişiye durumu anlattım. Dördüncü kişi bu talebime uygun düşecek bir otel adresi verdi. Ben öde Firdevs arkamda yeri bulduk. Ben valizimi odaya atım ve doğruca Kevser ablanın yattığı özel hastanenin yolunu tuttum.
Çok duygulu anlar yaşadığımızı söylememe bilmem gerek var mı. Otelime döndüm. Duş alıp erkenden uyudum.
İkinci gün bir şeyler atıştırıp, vurdum kendimi görmem gereken tarihi-kültürel eserlerin ve güzelliklerin yollarına heyecanla.
Önceliği, merkeze daha yakın olan cami, kilise, müze ve Atatürk evine verdim. Yine aynı gün Taş Köprüyü gördüm. Yakınında bir büfede yudumladım çayımı. Dolaştığım yerlerde kadim dostlarım saydığım bir dolu otobüs kaptanıyla birlikte.
Seyhan gölünün çevresini dolaştım bir baştan bir başa hiç tanımadığım iki erkeğin rehberliğinde. Bana göre ülkenin başına onulmaz dertler açan ünlü cumhurlar, Evren. Özal ve Demirel üçlüsünün adlarının verildiği bulvarlardan geçtim.
Onarım halinde olan çok eski tarihi camiyi, diyanet sorumlusunun güler yüzü ve geniş bilgileri eşliğinde ziyaret ettikten sonra, Adana’nın en büyük şubesi sayılan hamur ve tatlı işleri yapan bir mekanda yediğim tatlı ve peş peşe içtiğim çaylar bedenimi tatlı bir rehavete saldı.
Gün bitmeden, daha önce randevu aldığım ve olmazsa olmaz! dediğim okul ziyaretimi, bu kez de yine favorim olan engelliler okullarından Seyhan İşitme Engelliler İlköğretim okuluna yaptım.
Okul müdürü Sayın Yunus ÇINKIR’ dan bir yandan okulla ilgili bilgiler alır, bir yandan çayımızı yudumlarken, odaya doluşan dünya tatlısı meleklerin çığlıklarını duymak, gönlümü mutluluk ve sevinçlerle doldurdu. Hepsine kollarıma alıp, öpüp kokladım böyle bir fırsat bulmuşken.
Bu zamanda özellikle İstanbul’da böyle sevimli cana yakın, güler yüzlü çocuklara rastlamak mümkün mü sizce. Ben öyle tavır ve sözlerle karşılaştım ki… Geçmişteki o masum saf çocukluğumdan utandım.
Dördüncü günümü ise; belki de ömrümün ölümsüz anlarına sahne olacağını tahmin edemeyeceğim Misisi görmeye adadım. Bir Adana’ lı olarak Misisi hiç görmeyen Firdevs’ i de yanıma aldım tabii.
Misis Köprüsü:
Ceyhan Nehri üzerinde, Adana’nın Yüreğir büyükşehir ilçesine bağlı Misis Beldesindeyer alan, tarihi bir köprü.
4. yüzyılda Roma İmparatoru II. Flavius Julius Costantinus tarafından yaptırılmış. 6. yüzyıl ortalarında Bizans İmparatoru Justinianus tarafından onartılmış olan bu köprü dokuz gözlü olarak inşa edilmiş. Eski Adana Halep karayolu buradan geçmekteymiş. Anadolu’nun ilk Roma Köprüsü olarak bilinmektedir.
Selçuklular,Bizanslılar ve Haçlılar arasındaki savaşlara sahne olan efsanevi kent Misis’in adını taşıyan köprü, Ramazanoğlu Beyliği ve Osmanlı dönemlerinde şiddetli depremlerle tahrip olmuş ama buna rağmen ayakta kalabilmiş eserlerden biridir.
Köprü, 1998 yılında yeniden restore edilmiş ve etkin bir şekilde kullanılmakta. .
Aldığım duyuma göre, beldenin bir başka yere nakledileceği söz konusu imiş.
Lokman Hekimin ölümsüzlüğe çare olacağı rivayet edilen formülü yazdığı kağıdın bu köprüden suya düşmüş olması beni Misis aşığı yapmaya yetti.
Düşündüm de…Eğer bu reçete suya düşmemiş olsaydı ve ölüme çare bulunsaydı…
***
İnsanlık alemi nasıl bir alem olurdu!
İşte ben de tam bu noktada dalıp gittim hülyaların, hayallerin ve bambaşka bir ruh halinin sihriyle köprünün altından akan suyun olağanüstü manevi gizemine.
Üç gün Adana da kalıp da yiyemediğim kebap, ayran ve çok taze yeşilliklerle yapılan salata ve ardından gelen çaylar ise bu gizemi süsleyen nakışlardı. Firdevs’ ciğim ödemeyi yaparken ruhum bile duymadı.
Hele ki beni karaoke yapılan odaya aldıklarında kendimi gerçekten ölümsüz sandım.
Önce bir açış konuşması yaptım. Ardından daha çok arabesk ve şu yeni popçuların söyledikleri berbat yüzlerce şarkı arasında bana göre bir şey çıkmadı.
Koca dev ekranda benim jenerasyonumun şarkısı olan “Artık sevmeyeceğim/Bütün kabahat senin” şarkısını patlatırken ben, onlar da paattt! diye bir şey patlattılar. Önce şampanya zannettim
Başımdan yağan bembeyaz konfetiymiş meğer…
Ardından alkış kıyamet.
Biraz yukarısındaki mozaik müzesinin tabanındaki figürler Nuh’un Gemisinin de bu bölgeye demir atmış olabileceği ihtimalini çağrıştırdı bana!
Yabancı araştırmacıların kazı çalışması yaptıkları höyüğe ulaşmamız ise mümkün olmadı maalesef.
Yüreğim yine burkuldu. Yabancı araştırmacılar bunca değerli ve önemli eserleri bulup gün ışığına çıkarmak için uğraş verirken bizler de çalıp satmanın uğraşını vermekteyiz sürekli.
Ana yola indiğimizde üç polisin yol kenarında telaşlı bir şekilde bekleştiklerini fark ettik. Sanki birilerini bekliyorlarmış gibi bir kanıya vardık. Kimselerin olmadığı bu ıssız yerde kimleri bekliyor olabilirlerdi ki...
Yanlarına sokulup, Adana’ya nasıl geri dönebiliriz? dedim.
“Burada bekleyin. Otobüs buradan geçer” dedi eli telsizli olanı.
O elindeki telsizle vali muhabbeti yaparken ben de diğer ikisiyle muhabbete başladım.
Birini bekliyorsunuz galiba. Kim gelecek?
Vali!
Vali mi. Ne valisi Allah aşkına. Bu ülke ne valiler ne yetkililer gördü. Hepsinin adı sanı unutuldu gitti. Değer mi bunca telaşa.
Unutmayın! bu ülkenin valisi de en üst düzey yetkilisi de benim! Bu ülke benden sorulur!
Sizler de ne kadar yakışıklı sevimli ve cengaver görünüyorsunuz. Ama bu ne suratsızlık!
Gülümseyin biraz.
Birbirlerine bakıp gülümsediler.
-Ha şöyle. Vay be harikasınız vallahi.
-Bu ikisi benim baş komiserlerim.
Ben Elazığlıyım. Bu komiserim Hataylı. Diğeri de Adanalı dedi içten bir tavırla.
Bana kanlarının ısındığı apaçıktı. Fırsatı kaçırmadım.
-Biliyorsunuz. Sizlere önemli yetkilerin verildi dedim.
Evet dercesine salladı başını muhatabım gözünü hafifçe kısarak.
İşte o durumla ilgili bir yazı aldım kaleme naçizane.
Adı, MÜSTANTİK!
Google’ a Tülin Öztunç diye yazar ve bu ismi eklerseniz karşınıza bu yazı çıkar.
Sonrasında beni ne yaparsınız onu ben bilmem işte, dedim büyük kahkahayla.
Müstantik! dedi gözleri ışıyarak memur olanı.
Manasını bilmesi şaşırttı beni her ne kadar işiyle ilgili olsa da. Çok eski bir tanım bir isimdi çünkü.
-Otobüsünüz geldi. Dediler.
Beşimiz de gülme kırizindeydik. Otobüsü bir–iki dakika beklettiler.
Bindik.
Otobüsün kapısından baktılar ve:
-Kendinize çok iyi bakın!
Allah’ım;
Ne güzel şeydir ardında güler yüzler. Sevgiyle bakan gözler. Bizi unutmayın. Biz sizi hiç unutmayacağız. Kendinize iyi bakın, dedirttiğiniz insanlar bırakabilmek.
Ne önemli şeydir hiç tanımadığınız insanların güvenini kazanmak ve onlara gözü kapalı güvenebilmek.
Ne ulvi duygulardır cüssesinden büyük kırıntıları taşıyan bir karıncanın. Akan bir suyun, parlayan bir taşın, rutubetle filizlenmiş bir tutam otun görüntüsüyle mutlu olmak ve onlara gönül düşürmek.
Dilde sözde yazıda görüntüde değil özünde mayalamaktır insanlığı. Her koşulda her yerde olduğun gibi görünmektir. Ne bir eksik ne bir fazla. Önce kendi özünle özdeşleşebilmek. Kendine alkış tutmak. Kendi vicdanında güzelliğe ve huzura erebilmektir.
YORUMLAR
DEVRİM DENİZERİ
Vefa önemli bir kavramdır,fazla önemsenmese de.Şırdan dolması ve ciğer şiş yemeden gelmişsiniz
olmamış:)))
selamla
DEVRİM DENİZERİ
İkinci gidişimde İnşallah.
Selam ve sevgiler yolluyorum.
DEVRİM DENİZERİ
Bir daha ki sefere İnşallah.
Selamlar.