GÖRMEYEN GÖZLER isimli yarıda kalan ROMAN denememin tamamlanan kısmı
GÖRMEYEN GÖZLER
Hiç hissetmediği kadar özgür hissediyordu kendini. Sanki havada asılı kalmışçasına zaman ve mekandan kopmuştu. Ne umursuyordu başkalarını, ne de umursanıyordu artık başkaları tarafından. Özgürlük dedikleri bu olsa gerek dedi. Lakin insan oluşunun acziyeti onu ebedi barındırmayaktı bu hayal aleminde. Eninde sonunda yenik düşecekti yerçekimine.
Ne baş ağrıları kalmıştı ne de yeniden azan sinüzit melanetinin sancısı. Öyle derin ve keyif verici bir boşluktaydı. Karanlığın içinde yüzerken arada bir yukarıya doğru tırmanan rengarenk ışıklar beliriveriyordu gözlerine. Özgürlük dedikleri bu olsa gerek dedi.
Duyuları gittikçe keskinleşmeye başladığında önce serince ve hafif hissetti yüzüne vuran rüzgarı. Kısa kesimli saçlarının bile dalgalandığını farketti elini yüzüne götürürken. Göz kapaklarını kapattı.Özgürlük dedikleri bu olsa gerek dedi.
Ve nihayetinde duyuları tamamen yerleştiğinde farketti, yukarıya doğru tırmananın ışıklar olmadığını, havadaydı fakat ne uçuyordu ne de yüzüyordu karanlıklar içinde, dahası yüzünü okşarcasına değen rüzgar sertleşmişti bir anda. Düşüyordu. Özgürlük dedikleri bu olsa gerek dedi. O bile yerçekimine tabi.
1.RÜYA ( Mahşer-i Kalabalık )
Su dolu bir cam haznenin içinde buldu kendini. Balıklar yerine kendi baygın bedeninin bulunduğu bir akvaryumda denilebilirdi. Buraya nasıl geldiğini anlamaya çalışırken etrafı kolaçan ediyordu bir yandan, zira nefesi ancak birkaç dakika yetecekti ona.
Bir çıkış veya bir kilit yoktu. Her tarafı camla kaplıydı bu su dolu haznenin. Dışarıya gözgezdirdi ve kalabalığı gördü. Hepsi beyazlara bürünmüş ve askeri bir disiplinle saf saf dizilmiş kalabalığı. İçlerinde bir çok tanıdığıda vardı üstelik. Bir anlığına sakinleşti. Ama öylece kayıtsız bir şekilde kendisini izlediklerini görünce derin bir dehşete kapıldı, tarifsiz bir korku sardı yüreğini. Bir yardım alamayacağını farketti o anda . Kurban mı ediliyorum diye düşündü bu karabasan kabusta. Teslim olmaktan başka seçeneğim yok diye geçirdi aklından.
Ciğerlerindeki hava tükenmek üzereyken bir kurbanlık koç nasıl son kertede çırpınır ya o da öyle çırpınmaya başladı son anlarında. Bir kez daha baktı onu izleyen kalabalığa hepsinin kendisine sırtını dönmüş olduğunu gördü. Herbiri, az ileride yüksekçe bir yerde bulunan kapıya dikmişti gözlerini. Bu nasıl bir insafsızlıktı ya rabbi. Yanıbaşlarında bir insan can çekişirken onlar sırtını dönmüştü ona.
Can havliyle başladı bu can kapanının cam duvarlarlarını yumruklarıyla dövmeye. Fakat su daha da etkisizleştiriyordu zaten cılız kalan yumruklarının etkisini. Suya atılmış bir taşçasına dibe çökerken, tıpkı oradaki kalabalık gibi o da kapıya dikti gözlerini. Kapı açıldı. Beyaz bir ışığın parıldattığı dumanın içerisinden bir adamın gittikçe yaklaşan bedeninin silüetini gördü can verirken. Ve son nefesinde kendi gözlerinde gördü kendini.
Az önce kendisine sırtını dönmüş olan o mahşeri kalabalık şimdi yine tam karşısındaydı.
-Neler oluyor dedi
Ama ses çıkarmadan; içinden söyledi. Merakla karışık bir korku vardı yüreğinde. Az önce karşısında bir kapı varken şimdi su dolu cam hazne vardı kalabalıkla arasında. Kalabalık bir anda sağa sola çekilerek cam hazneye giden bir yol açtı ona. Yavaş yavaş indi basamakları tereddütle. Kendisi için açılan yola girdi. Merakı adımlarını hızlandırıyordu gittikçe. Bir yandan sağına soluna bakıyor düştüğü duruma bir anlam vermeye çalışıyordu. Arada tanıdık yüzler görüyordu ya durmuyordu yine de.
Birden durdu; yolu daha yarılamamışken.
-Senin ne işin var burda dedi yolun ortasında tam karşısında bekleyen kıza.
Kalabalık homurdanmaya başladı o anda. Herkes şaşkınlık içerisindeydi. Onu tanıyanlar açılan yola girmemek suretiyle ona yaklaşıyor diğerleri ise ya kendi aralarında konuşuyor ya da kaçışıyorlardı ötelere.
Liseden edebiyat öğretmeni Orhan bey seslendi
-Ne yapıyorsun Deniz devam etmelisin.
Tekrar baktı gördüğünü sandığı kıza, orada değildi etrafına bakındı kendi ekseninde dönerek yoktu. Arkadaşlarını ve ailesini gördü yolun her iki tarafında. Babasını ve ölmüş annesini gördü.
-Devam et oğlum dediğini duydu annesinin.
Anne dedi ve öldüm mü acaba diye geçirdi içinden, eğer öyleyse bile dediklerini dinlemekte fayda vardır diye düşündü. Sonra öncekinden daha da hızlı bir biçimde yoluna devam etti.
Nihayet tam varmışken en ön safta ve safın en başında gördü kel, şişman ve aksakallı adamı. Yüzü aklından silinip gitmişti halbuki ama o anda hatırladı o yüzü nerede gördüğünü. Yıllar önce bir tren yolculuğu esnasında uyuyakalmıştı ve uyandığında o adam vardı yanında uzun uzun konuşmuştular ve vedalaşırken o yine görüşürüz demişti.
- Pek ihtimal vermiyorum ama İnşallah
- Merak etme görüşeceğiz
demişti Celaleddin. Yıllar yılı görmemişti o adamı ve şimdi bu olağanüstü hali yaşarken tekrar karşısındaydı o adam. Durup bir şeyler söylemek istedi lakin çenesini açtığı ilk anda ki gibi ortalığın karışmasını istemedi. Teker teker tırmandı basamakları ve cam haznenin içine baktı. Sudan başka hiçbir şey yoktu içinde. Gittikçe yükselen bir ses duydu. Bedeni sanki kumdan bir heykel gibiydi ve o ses öyle kuvvetliydi ki gittikçe hızlanan bir rüzgar gibi geliyordu üzerine. Elleriyle kulaklarını kapamak istedi fakat yerinde yoktu elleri. O ses alıp götürmüştü ellerini; tozu önüne katıp sürükleyen bir rüzgar gibi.
Çalar saatin kulak tırmalıyan zil sesinden başka bir şey değildi bu ses . Uyanmıştı gördüğü rüyadan. Gözlerini ovuşturarak kalktı yataktan, saate baktı geceyarısıydı daha.
- Hay aksi diye söylendi
Komidinin üzerindeki sigara paketini sağ eline alarak çıktı odadan. Televizyon sessiz konumda açık kalmış, hala daha cayır cayır yanan sobanın üzerindeki çaydanlığın altında su kalmamıştı. Sol eliyle tavandan sarkan anahtarın düğmesine basarak ışığı açtı. Masanın hemen kıyında bulunan sandalyeye oturdu hemen ve bir sigara yaktı. Daha ilk nefeste başladı acı acı öksürmeye, kültablasına baktı izmaritler ağzından taşacaktı neredeyse. Söndürdü sigarayı kırmadan özenli bir biçimde. Birazdan izlerim diyerek televizyona dokunmadı. Sobanın üstünden çaydanlığı alarak mutfağa götürdü ve su ilave etti. Ços diye bir ses çıktı ve sıcak buhar vurdu yüzüne.
Biraz önce gördüğü rüya ise hiç aklına gelmiyordu tüm bunları yaparken. Genelde rüya görmezdi zaten. Çok derin uyur ama birdenbire uyanırdı en ufak çıtırtıda. Bunda yaptığı iş ve kaldığı bu sessiz ve ıssız yerinde payı vardı tabii ki.
Bir yangın gözetleme kulesinde çalışmaktaydı. Bu yüzden her an tetikte olmalıydı. En yakın köy 25 km mesafedeydi ve bu sebeple en küçük ses bile duyulurdu buradan. Çoğu gün hiç kimseyi görmez sadece telsiz anonslarını dinler. Rapor verip evrakları doldururdu. Bol bol çay ve sigara denen zıkkımı içip ya türkü dinler ya da ilham gelirse şiir yazardı.
Musluğu açtı ve buz gibi suyla yıkadı elini yüzünü. Aynaya baktığında burnunun kanadığını farketti. Hemen kağıt havludan kopardı bir parça ve burnuna bastırdı. Biraz bekledi öylece. O an aklına geldi az evvel görmüş olduğu tuhaf rüya. Küçük bir korku yerini peşinden gelen tebessüme bıraktı çok kısa bir zaman diliminde.Yok daha neler dercesine. Yüzünün bu haline aynaya bakan gözleriyle şahitlik etti .
Tekrar odaya geçerek sobaya birkaç parça daha odun attı. Az evvel nazikçe söndürdüğü sigarasını yaktı yeniden sanki acı acı öksüren ve burnu kanayan kendisi değilmiş gibi. Etrafa göz gezdirmek için dışarı çıktı dondurucu bir soğuk vardı göğe baktı tek bir bulut yoktu yıldızlar ışık cümbüşü sunuyordu yine. Kule bedenini saran dönerli demir merdivenden gözetleme kulesine çıktı. Telsizi kontrol etti önce. Mandala basıp merkezi yokladı ve Arif’le selamlaştı. Kış mevsimi yangın çıkmazdı ya yine de bir kontrol edeyim dedi etrafı. Kule soğuktu ve sigarası bitmek üzereydi, sobanın yanına insem iyi olur diyerek çarçabuk indi kuleden.
İçeri girer girmez bir sigara daha yaktı. Uzaktan kumandayı aldı eline ve kanalları taradı. Bir film buldu ve başladı izlemeye. Ve her film izleyişinde yaptığı gibi kendine bir karakter seçerek daldı filmin içine. Bir mahkeme salonunda geçiyordu film ve savunulması zor bir sanıktı kahraman; çünki suçluydu. Derken uyuyakaldı filmin ortasında ve başka bir davayla başladı film rüyasında.
2.RÜYA( Mahkeme )
Devasa bir kapıdan içeri girdi; iki koluna giren güvenlik görevlileriyle. Kelepçelerini çıkardılar ardından. Etrafına baktı bir mahkeme salonundaydı. Hakimin bulunması gereken yerde dev gibi hoparlörler vardı. Yakın arkadaşı Önder oturuyordu yanında ve bir önceki rüyasında gördüğü Celaleddin savcı makamındaydı bu kez. Kapıda gür ve tok sesli asker arkadaşı Adnan Söylev vardı ki giydiği kıyafet ve konumu itibariyle mübaşir olmalıydı. Mahkeme katibi ise daha önce staj yaptığı firmadaki sekreter Leyla’ydı. Derken tokmak seslerinin ardından hoparlörlerden şu sesler yankılandı.
- Celseyi açıyorum. Davalı Deniz Ulaş size verilen hayatı gerektiği gibi yaşamayarak; dünyadaki zamanınızı boşa harcadığınız. İnsanlara davranmanız gerektiği şekilde davranmadığınız. Hiç kimseyi cankulağıyla dinlemediğiniz. İnancınıza aykırı eylem ve söylemlerde bulunduğunuz iddiasıyla yargılacaksınız. Mahkeme size avukat olarak en yakın arkadaşınız Önder Sözüpek’ i atamıştır.
Bir anlam veremeyerek
- Ne!... bu nasıl mahkeme . diye başladı söylenmeye.
Avukat Deniz’in sözünü keserek
- Hakim bey müvekkilimin kafası biraz karışık kısa bir ara talep ediyorum.
- Kabul edilmiştir
Önder Deniz’ e eğilerek
- Ne yapıyorsun sen. Derdin nedir onu söyle.
- Bu saçmalık. Ne bu şimdi. Mahkeme mi? Hem sen Avukat değilsin ki, onlarda…(yine sözünü keserek)
- Onlarda mahkeme görevlileri değil ama bu mahkeme olacak, ve en yakın arkadaşın olarak benden başka kim seni daha iyi savunabilir. Sonra savcı; maddi ve manevi bağınız olmayan biri olmalıydı öyle değil mi? Sadece tren de karşılaştığınız biri mesela. Mübaşir Adnan; tanıdığın en gür ve tok sesli insan değil mi? Mahkeme katibi Leyla; ondan iyi daktilo kullanıcısı tanıyor musun? Evet!
- Hayır.
- O halde sorun yoktur umarım.
Her iki tarafın ekleyeceği bir şey yoksa devam edebiliriz dedi hakim ve iddaa makamı ilk tanığını çağırdı
- İddia makamı ilk tanık olarak 12 Eylül 2002 tarihli Deniz Ulaş’ı çağırıyor.
Mübaşir kapıyı açtığında kapı önünde bekleyen bir düzine Deniz görünür. Mübaşir bağırır.
- 12 Eylül 2002 tarihli Deniz Ulaş.
Sanık kürsüsündeki Deniz kendisinin içeri girdiğini görünce şaşkınlıktan donakalır. Kendine bakan gençliğinin gözlerine bakar hala umut ve heyacan vardır gözlerinde. Yüzü çökmemiş, saçları dökülmemiştir henüz. Savcı ise hiç beklemeden sorguya başlar onun tanık kürsüsüne geçmesiyle.
- 12 Eylül 2002 tarihli Deniz Ulaş sizmisiniz.
- Evet
- 11 Eylül 2002 tarihinde neredeydiniz ve ne yapıyordunuz.
- Konya’daki okulumdan kaydımı dondurup Meram Expresiyle Konya’dan İstanbul’a gidiyordum.
- Peki hemen İstanbul’a gittiniz mi?
- Hayır aslında hiç planda yokken Bilecik’te inmeye karar verdim.
- Neden?
- Bir ara uyumuşum, yanımda oturan bir adam vardı uyandığımda. Bir süre sonra konuşmaya başladık. Konuşmamız uzadıkça kendime bazı dersler çıkardım. Hedef ve hayallerimin üzerine gitmediğimi, onlar için bir şey yapmadığımı farkettim. Bu yüzden indim Bilecik’ te.
- Bunu biraz açar mısınız? Neden Bilecik’te indiniz?
- Şey… dedi utangaç bir tavırla.
Hakim makamındaki hoparlörlerden ‘ Lütfen soruya cevap verin beyefendi ’ lafzı duyuldu. Başını öne eğerek
- Bir kız vardı. Nil. Onun için indim dedi.
Savcı sanık kürsüsüne dönerek. Deniz’ e acıyan bir tebessümle baktı. İnsanın onurunu ayaklar altına alan bir bakıştı bu. Zira baktığı kişide bırakmak istediği tesiri bırakmıştı Savcı Celaleddin. O duruşunu bozmadan.
- Hakim bey izninizle bu arada Sanık Deniz’ e bir soru yöneltmek istiyorum dedi.
İzni almasının akabinde.
- Kapıdan geçip, sizin için açılan yola girdiğinizde bir an duraksamış ve birisine ‘Senin burda ne işin var demiştiniz. Bu Nil denilen kız gördüğünüzü sandığınız kişi mi? diye sordu.
Deniz cevap vermek istemedi çünki vereceği cevap kendinin artık kabul etmek istemediği bir gerçeği vuracaktı kendi yüzüne. Savcı tekrar etti, hakim lütfen soruya cevap verin dedi. Alçak bir ses tonuyla cevap verdi mırıldanırcasına. Savcı ‘ duyamadım’ dedi. Olan oldu o anda. Ayağa kalkarak bağırmaya başladı Deniz.
- Evet O’ydu Allah’ ın cezası evet O’ ydu. Ve senle konuşmasaydık belki bir daha hiç görmeyecektim O’nu. Senin yüzünden burdayım bugün, senin yüzünden bu haldeyim. Eğer… savcı sözünü keserek devam eder.
- Eğer ben olmasaydım o tren den inmez ve evine gider o sefil hayatını yaşamaya devam edip anlamsız bir hayatın ardından sonra ölürdün. Efendim tüm yaşantısı gibi şu anki tutumu da gösteriyor ki sanık insanları can kulağıyla dinlememekte, sabırsız hareket etmekte ve de insanlara davranması gerektiği gibi davranmamaktadır. Gördüğünüz gibi geçmişi bile kendisini sorgulamaktadır. Ben o gün Deniz’in karşına çıktığımda, bu onun için bir fırsattı. İlk defa içindekileri anlatması için biri O’nu yüreklendirdi. Fakat o ne yaptı? Kayıtlara bakıldığında görülüyorki sanık hayatı boyunca sadece bir kişiye bir defa seni seviyorum diyerek sevgisini göstermiştir. O şahıs ise kendisinin az önce belirttiği kişi Nil’dir. Bu tavır ve davranışlarının sorumlusu kendisidir.
Deniz ayağa kalktığı anda ki gibi sinirli değil, mahçuptur bu sözlerden sonra ve de düşüncelidir. Avukatı Önder ise kayıtsız izlemektedir olanları. Savcı ise yeniden tanık kürsüsüne dönüp sorgusuna devam eder. Deniz farkeder ki söylediği her yeni söz kendini daha da batırmaktadır.
- En son bir kız vardı. Nil. Onun için indim demiştiniz değil mi?
- Evet
- Onun için derken kastınız.
- Onu seviyordum ve bunu ona söylemek istiyordum.
- Peki söylediniz mi?
- Hayır söyleyemedim ilk başta. Bütün gün konuştuk sonra…
Tanık kürsüsündeki gençliği o günü anlatırken Deniz gözlerinin önünde tekrar yaşamaktadır o anı. Vedalaşıp ayrılmışlardır önce. Ama Deniz daha yeni hareket eden otobüsü ‘Dur çabuk dur’ diye bağırarak durdurmuş ve ayaktaki yolculara çarpa çarpa atlamıştır otobüsten. Koşarak Nil’in yanına gitmiştir nefes nefese ve kalbi heyecandan dört nala çarparken. Nil şaşırmış neler olduğunu anlamaya çalışırken Deniz ‘Ben…ben’ diye kekeliyor konuşamaya çalışıyordu. ‘Ben senin için geldim Nil’ diyebilmiştir sadece ve sonra sanki çok kötü bir şey söylemiş gibi ‘Affet beni Nil. Hala arkadaşız değil mi?’ demiştir. İçinden geçenleri söylemek yerine.
- O ne dedi peki
- Deniz bunda affedilecek bir şey yokki. Tabi ki arkadaşız. Bu güzel bir şey dedi.
- Sonra.
- Ben bir şey diyemedim. Tekrar vedalaştık
- Tanığa başka sorum yok hakim bey.
Önder durmadan önünde duran boş kağıtlara bakmaktaydı. Durum tamamen aleyhlerineydi ve o daha hiç müdahale etmemişken hakim
- Savunma makamının tanığa soracağı bir şey var mı der.
- Savunma’nın şu an için tanığa bir sorusu yoktur hakim bey. der Önder
Deniz elleri başının arasında kara kara düşünmektedir. ‘Beni böyle mi savunacaksın’ der Önder’ e
- Kabahat benim mi. Vay be neler yaşamışsın haberimiz yok. Halbuki sıkı dostlarız değil mi? Yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmez hani. Bana anlattın mı hiç bunları, hadi onu tamamen kaybetme korkusuyla ona söyleyemedin içendikeleri. Peki ya dostlarına, ailene anlattın mı bu yaşadıkalarını. Seni nasıl savunacağıma bakıyorum da kağıtlar hep boş.Buraya kadarmış Deniz. Seni savunamam
- Bırakıyor musun?
- Evet.
Avukat durumu mahkemeye beyan edip elindeki boş kağıtları çöpe atarak çıkar mahkeme salonundan. Savcı aynı bakışla bir kez daha bakar Deniz’ e. Deniz ise ellerini başının arasına koyup yalnız kaldığı masasına dayar çenesini. Kendini savunacak son kişiyi de yanından kaçırmayı başarmıştır. Bir sessizlik vardır salonda ve savcının konuşmasıyla son bulur bu sessizlik.
- İddaa makamı Nil Yirmiiki’yi çağırıyor.
Mübaşir’in çağırmasının ardından önce koyu kestane rengi saçları gözüktü kapıdan sırtı dönüktü ve o kapıya yöneldiğinde elini tutan adamda gözüktü o anda. Deniz’ e hiç bakmadan yürüdü tanık kürsüsüne. Bir mecburiyet hali vardı yüzünde. Öfke veya kin değil ama içten bir sevgi de değil zaruren burdayım ifadesi vardı.
- Sizden önceki tanığın ifadesini okur musunuz lütfen dedi. Savcı Celaleddin.
Avukatı giden Deniz ‘İtiraz ediyorum’ dedi Reddedildi. Mahkeme katibesi Leyla zabıtları alıp getirdi ve okudu Nil.
- O gün yani 11 Eylül 2002’de bunlar mı yaşandı? Eksik veya yanlış bir yer var mı ? diye sordu Celaleddin.
Nil’nın ifadesi değişti o anda güzel bir anı hatırlandığında alınan yüz ifadesi vardı yüzünde. Deniz ise bir an önce bitsin şu mahkeme der gibiydi. Eskiden yollarını gözlediğiyle şimdi aynı yerde olmak bile zor geliyordu.
- Hayır anlatılanlar doğrudur, ama anlatan kişinin bilmediği veya anlamadığı şeyler eksik kalmıştır.
Deniz merak etti neydi bunca zamandır anlamadığı?
- Ne gibi?
- Onun anlamadığı benim onu sevebileceğimdi. Fakat o yüreğini korkuya teslim etmişti.
Ne yapmalıydım dedi Deniz gelip söyledim ya nihayetinde sana sevdiğimi.Ne yapmalıydım daha.
- O’ nu seviyor muydunuz peki.
- Bir arkadaş olarak seviyordum. Onunda beni öyle sevdiğini düşünüyordum çünkü geçmişte zor anlarında yardımcı olmuştum ona
- Ama o başka türlü seviyormuş
Küçük bir tebessüm belirdi Nil’nın yüzünde. Deniz ise üzgün ve sabırsızdı hala.
- Evet.
- Buna sevinmiş miydiniz?
- Aslında çok sevinmiştim çok zor günler geçiriyordum ve yanımda olacak birine ihtiyacım vardı.Ama…
- Ama
- O haldeyken biri sizi çekip çıkarsın diye beklersiniz.
- O bunu yapmadı mı?
- Hayır yapmadı. Önce elimi tuttu kurtarmak için, sonra bırakıp gitti. Bu daha da kötü. Beni öylece bırakmasaydı ondan vazgeçmezdim belki de.
Öylemi oldu diye düşündü Deniz.Benim yaşadıklarım bunlar mıydı diye düşündü. Meğer ne kadar aptalmışım dedi kendine. Meğer gerçekten de denildiği gibi cankulağıyla dinlemiyormuşum. Yazık dedi ve o üzgün ifadesi yerini mahçup ve başı öne eğik bir ifadeye bıraktı.
- Sonra ne oldu peki
- Hemen hemen 1 yıl boyunca hiç aramadı ve çıkmadı karşıma.
- Ya arayıp sorsaydı;
- Arkadaşlığımız devam ederdi en azından. Ben buna da değer veriyordum. Bu saatten sonra olmaz ama o gün bunu yapmış olsaydı daha farklı olabilirdi herşey.
- Peki siz sıkıntılarınızdan kurtuldunuz mu?
- Evet.
- Nasıl
- Biriyle tanıştım, bana çok iyi davrandı ve hep yanımda oldu, beni destekledi.Ben de yoluma onunla devam ettim
- Peki Deniz’in karşınıza çıkması bu günlere mi denk geldi.
- Evet
- Nasıl çıktı karşınıza
- 3 ağustos 2003 günü saat akşam 10 civarıydı sahildeki çay bahçesine iniyordum ki birden çıktı karşıma. Önce Nil Seni Seviyorum dedi. Ben tam konuşacakken susturdu beni bu cevap almak için değildi dedi. İyi akşamlar Nil dedi ve koşarak uzaklaştı.
- Bu sizi sevindirdi mi
- Bir yanım sevilmekten hoşlandı, fakat sevgi karşındakine söz hakkı tanımak olmalı. O bunu yapmadı, üzüldüm onun için.
- Peki sadece size Seni Seviyorum demiş olması bir şeyi değiştirir mi?
- Hayır. Sevgisini göstermekten bile korkan bir insan hayatı yaşaması gerektiği gibi yaşayamaz. Ömür dediğimiz şu kısa zamanda Mesele yürekte. Ben değil biz olabilmekte.
Eğik başını kaldırdı Deniz bakmaya cesaret edemediği o gözlere baktı o ana kadar onunla gözgöze gelmemeye özen gösteren Nil’de o an baktı Deniz’e. Tuhaf bir ifade vardı yüzünde. Mahhçubiyetin yanında şükranlarını sunmak istercesine başını hafifçe öne salladı Deniz. Ve derin bir iç çekti. Ah giden günlerim dercesine. Gözlerini yumdu ve büktü boynunu yine.
- Sonra
- 1 hafta sonra 10 Agustos günü karşılaştık tesadüfen ve o beni sevgilimle gördü. Bir daha aramaz diye düşünürken daha öncesinin aksine peşimi bırakmadı bu sefer. Takip etti birçok kez güya farkettirmeden. Sürekli telefon etti.
- Bu ne kadar sürdü.
- Bir mektup yazdı ve söz verdi bir daha rahatsız etmeyeceğine o ana kadar. Ama 6-7 ay sonra bir daha aradı ben söz verdin Deniz deyince döndü gerisin geri.
- Ya sonra
- 1 yıl sonra 2004 ün Ocak ayında aradı bi geceyarısı. Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu ve çok soğuktu hava. O kış haberlerde sürekli soğuktan donarak ölenlerden bahsediliyordu. Ve o ‘Üsküdar’da sahildeyim gelsende gelmesende bekleyeceğim’ diyerek yüzüme kapattı telefonu.
- Sizi ölümüne seviyordu yani öyle mi?
- İnanın dua ettim onun için, sizi seven birinin kötülüğünü ister misiniz? İstemezsiniz. Ama yanına gidemezdim. İki arkadaşımı gönderdim onunla konuşmaya. Onu sıcak bir yere götürüp konuştular. Ben de meraktan öldüm o gece. Ama ne yapabilirdim öte yandan benim de verilmiş bir sözüm vardı. O ise benim için artık çok geç kalmıştı. O günden sonra da aradı pek sık olmasa da ve her arayışında yüreğim dağlandı onun çektiği acıyla. Dua ettim unutsun ve beni sevmesin diye. Ama o hayatı yaşamak yerine kendine zehir etti. Ve bana hatırlattı her arayışında hayatı kendine zindan ettiğini benim yüzümden.
- Sizce suçlu musunuz?
- Bilmiyorum suçlu ben miyim gerçekten.
Ağlayarak ayağa kalktı Deniz. Gözyaşları olmasa ağladığı da belli olmayacaktı. Özür dilerim Nil dedi. Sevdiğini söylediği, incitemem dediği kişiye meğer ne ızdıraplar çektirmişti anladı.
- Yo ben seni suçlamıyorum Deniz dedi Nil. Yüzünde sevgi ve merhamet vardı. Kader böyleymiş ama artık yoluna devam etmelisin dedi. Görmüyor musun arkadaşların, ailen ve hatta ben hepimiz senin kederinle kederlendik yıllarca. Ama buna bir son ver artık. Ben özür dilerim seni seçemediğim için. Ama beni öne sürerek beni de kendinide üzme artık. Hayatı zehir etme kendine. Yaşaman gerektiği gibi yaşa.
- Başka sorum yok dedi Celaleddin.
Nil yavaşça kalktı yerinden. Deniz’ e yaklaştı ve fısıldayarak ‘Üzülme’ dedi ve çıktı salondan.
-İddaa makamı Sanık Deniz Ulaş’ı çağırıyor. Dedi Celaleddin
Ayaktaydı hala Deniz. Elleriyle yüzünü sildi ve kürsüye geçti.
- Dava boyunca konuşulanlardan itiraz edeceğin bir söz var mı?
Kısaca düşündü ve ‘Yok. Konuşulanlar ve ithamlar tamamen doğrudur’ dedi.
- Senin eklemek istediğin bir şey var mı?
- Ben daha fazla kendimi savunmak istemiyorum. Gördümkü sözlerim dönüp dolaşıp beni vuruyor. Anladım ki değer vermek karşındakini dinlemekle oluyor. Meğer dostluk sadece seviçleri değil, acıları da paylaşmakmış. Meğer hayat kadere inat değil onunla kolkola gidersen güzelmiş. Huzur; acıya gülüp geçmekteymiş. Sevgi karşılıklıymış bir karşılığı olmasada. Meğer mesele yürekteymiş. Anladım. Meğer görmüyormuş gözlerim. Görmeyen gözlerle bakıyormuşum hayata.
- İddaa makamının ekleyeceği bir şey yoktur hakim bey.
Bu sözle hakim kürsüsünün önündeki perde kalkar ve yüzü gözükür hakimin. Bu sanığın bizzat kendisinden başkası değildir. Kendi hükmünü kendi verecektir Deniz.
- İddaalar ve tanıklar dinlendi. Savunma alındı. Karar; Sanığın; suçlarını anladığı için, aynı suçları bir daha işlememeye, insanları can kulağıyla dinlemeye, ve onlara davranması gerektiği gibi davranarak, hayatını boşa harcamamaya söz vermesi ve de geçmişe bir sünger çekip kendine ve sevginin gücüne inanarak kendine yeni bir hayat kurması koşuluyla beraatine; Sevgisini göstermediği insanlardan özür dilemesine. Temyiz yolu kapalı olarak karar verilmiştir. İddaa makamının ekleyeceği bir şey yoksa davayı kapıyorum.
- Kendi hayatınıza hakim olun hakim bey yoksa çok daha çetin bir dava neticesinde ateşler içinde bulabilirsiniz kendinizi.
- Ben özür dilerim dedi Deniz Celaleddin’e Meğer ben bu davayıda yanlış anlamışım meğer davalar insanları cezalandırmak için değil onlara hatalarını göstermek içinmiş anladım der.
- Dur daha bitmedi. Daha öğreneceğin çok şey var der Celaleddin.
Güvenlik görevlileri yanına gelir Deniz’in ve bileklerine takar kelepçeyi yeniden.
- Beraat etmedim mi der Deniz.
- Şimdilik paçayı kurtardın. Şimdi karara sadakatini ölçmeye; görmeyen gözlerine gerçeği göstermeye gidiyorsun der Celaleddin.
Güvenlik görevlileri koluna girip kapıya doğru götürür Deniz. Kapı açılır.
- Dur. Hayır. Dur diye haykırır Deniz.
- Deniz kalk hadi.
- Durrrrrrr. Hayır.
- Deniz biz 25km’den geldik, sen bi yataktan çıkamadın hadi gün bitmeden uyan artık.
Uyanır ve Zekai ustayı görür karşısında. Bu kez rüya uyanır uyanmaz çakılır aklına.
- Tamam uyandım sus artık muhtar.
Sandalyede uyuyakaldığını hatırlar önce. Ne ara dönmüştür yatağa hatırlamaz.Yatakta dogrulur ve oturur sanki mahkeme salonunu arar gibi sağına soluna bakınır. Hayırlara gitsin der. Eyvah der içinden.
Sonra telaşla fırlar odadan ‘Saat kaç’ der Zekai usta’ya.
- Sakin ol ben verdim tekmil uyandırmayım dedim seni. Acayip güzel uyuyodun birde bir kız ismi sayıklıyordun. Neydi kızın ismi Yahya.
- Nil’ di abi. Hani şu Mısır’dan kıvrılıp giden nehir.
- Hadi ya. Bizim köyde, akrabalarda Nil diye kız var mı Yahya?
- Dayı bırak bizim köyü ben kasaba’ da duymadım daha.
- Boşver Nil bu ee nehir sonuçta eninde sonunda dökülür Deniz’e.
İbrahim utancından kıpkırmızı olur.
- Sabah sabah çenenize vurmuş sizin muhtar. Dinleyeceğinize uyandırsanıza.
- De bana bak gali. Hasta mısın sen ya? Kıpkırmızı suratın, ateşin mi var. Hem sen böyle uyur kalmazsın hiç. Hastaysan bildirelim merkeze doktora götüreyim olmadı.
Bu iyi olmuştur işte Deniz’in diretmesine gerek kalmadan konu değişmiştir. Pek sevmemektedir böyle konulardan bahsetmeyi.
- Sağol Zekai dayı Sinüzit’im azdı o kadar yatarken de sarhoş gibiydim ordan anlamalıydım bir aksilik çıkacağını.
- Sen doldur küllüğü tıkabasa sonra Sinüzit. Evladım bırak şu zıkkımı artık
- İnşallah dayı. Raporu verdiniz değil mi? Ben çıkayım bi bakayım.
- Korkma korkma dağları bağladık duruyo yerinde. Raporuda verdik telaş yapma. Bak Yahya çay yaptı ondan iç kafan yerine gelsin. Hala uyuyon sen. Sanki bizim bilmediğimiz iş. Hadsiz. Ne mühim işin varmış ya.
- Dayı biliyorsun işte beni.
Yahya çayları doldulur. Deniz Eyvallah anlamında kafa selamı verir Yahya’ya.
- Derdi veren Allah devayı da veriyor. Hayırdır dayı nereden yetiştiniz böyle Hızır gibi. Ben zaten şüpheleniyom ya senden. İçine mi doğdu yine sıkıntıda olduğum. Bu bir değil iki değil.
Dayı aklına cinlik gelmiş çocuk misali muzip muzip güler.
- Baktım gelmezsem bu oğlan Nil’de boğulcak. Bir el atıp sudan çıkarayım dedim.
- Ya dayı ya.
- Bana bak kaza falan olmuşsa git bir duş al. Biz burdayız daha.
- Oha be dayı. Yahya’nın önünde rezil ettin bizi. Yok öyle şey ha. Hem ben bilmiyom sanki şartı kaideyi.Konuşuyosun işte.
Yahya ve Zekai Dayı güler bir müddet.
- Gülün siz gülün sabah sabah buldunuz eğlenceyi. Dayı sordum söylemedin hayırdır nerden esti.
- Alınören’ e gidecektik Yahya illa uğrayalım dedi uğradık. Fena mı ettik.
- Yok dayı başımla beraber.
Kahvaltının ardından hepberaber kuleye çıkarlar. Deniz etrafı kontrol eder, telsizle birkaç yerle görüşür. Sabah ki geç kalmışlığını sormamıştır kimse çünki bilmektedirler Muhtar Zekai Bey’i. İbrahim daha önce birkaç düğün ve cenaze için memlekete gitmişken o bakmıştır kuleye gönüllü olarak.
Zekai bey Yahya’yı yanına almış eliyle ötelerde bir yerleri göstererek anlatıp durmaktadır Yahya’ya. Bak şu göleti biz yaptık, bak şurası taşocağı, şurda mantar olur, şurda börülce. Şu en ötedeki köye burdan yol gitmez dolanacan 50 km. Deniz hepsinin ve daha nicelerini dinlemiştir daha önce. Ama Almanya’dan Zekai dayısını ziyarete gelen Yahya büyük bir merak ve iştahla dinlemektedir dayısını. Üstüne soru sormakta, anlattıklarından alıp yorumlamaktadır kendi kafasınca. İbrahim o anda anlar cankulağıyla dinlemenin ne olduğunu.
Zekai bey’in şimdi anlattıklarını kendisine anlattığı zamanlar gelir aklına. Yahya’yla karşılaştırır kendini. Ne bir soru sormuştur onun gibi. Ne de bir yorum getirmiştir anlattıklarına. Hiç ara vermeden işini düşünmekte, ona vermektedir kendini tamamıyla.
Alınan böylesi bir ders sonrası daha farklı olmalıdır bazı şeyler lakin değişen hiçbir şey olmamıştır. Doğrusu birden bire farklı biri olmak hiç kimse için kolay değildir. Ama herşeyi merasime bağlamak bir an önce alınması gereken önlemleri geciktirebilir, hatta zaman aşımından unutulabilirdi yapılması gerekenler. En azından cankulağıyla dinlemek bunu başarabilirim herhalde diye düşündü.
- E bize müsaade Deniz.
- Estağfurullah dayı o ne biçim söz.
- Aferin ha sende gelişme var yeğen. Bak ömür dediğin hep böyle dağ başında geçmez bir an önce evlen.
- Dayı mevzuyu yine oraya getirdin ya ne diyeyim. Helal olsun.
- Evlen ki helalin olsun. Hadi yeğen buralar sana sende Allah’a emanet.
Muhtarla, Yahya gittikten sonra her zamanki telaşelerine döner Deniz. Bütün gün yine işine verir kendini, ama bu sefer her zamankinden fazla dokunur telsizin mandalına 4 yıl sonra farkeder ne kadar yalnız olduğunu ve hayattan koptuğunu. Ne umut ve hayellerim vardı halbu ki der. Şimdi hepsi açılmamacasına kapanmış defterler.
Önceki gece gibi tek bir bulut yoktu havada. Ve yıldızlar yayılmıştı yine gökyüzüne dostları gittiğinden beri inmemişti kuleden. Saatlerce bakmıştı o manzaraya. Fakat Zekai bey’in gördükleriyle kendi gördükleri arasında büyük farklar vardı. Deniz, yeşil ağaçları, dağları ve tarlaları görmekteydi sadece. Zekai bey ise o manzaraya baktığında bir sürü yaşanmışlık ve hatıralarını görüyordu dostlarını görüyordu dahası.
Deniz hiçbir şey görmüyordu. Ne bir hatırası vardı bu yabancı diyarda, nede bir geçmişi. Gökten zembille inmiş gibi gelmişti buraya. Bir geçmişi yokmuş gibi. Bir tek kendisi biliyordu buralarda geçmişini lakin kendisi de gizliyordu kendini. Ne bir hissi vardı ne bir tadı. Şaştı kaldı Muhtar Zekai’ye. Neden ziyaret ediyordu, nasıl katlanıyordu bu soğuk nevaleye. Onun huzur veren ve eğlendiren sohbeti olmasa Deniz’in söylenecek bir sözü yoktu zaten.
Ders vermeyi bırakmalı tekrardan hayat okulunun hocalarından ders almalıydı. Zekai bey’de o öğreticilerden biriydi herhalde. Kendini insanları doğruya ulaştırmak için vakfedenlerden biri. Tıpkı Celaleddin gibi. Sevgi ve saygı karşılıklı olabilirdi bir karşılığı olmasada. Neden diye sormak anlamsızdı aslında.
Birkaç parça atıştırıp yatağına uzandı. Ama uyuyamıyordu bir türlü. Zihninde binbir soru vardı. Cankulağıyla dinlemeyi anlamıştı fakat hayatı yaşaması gerektiği gibi yaşamayı nasıl becerecekti. İnanç ve hayallerine ihanetten nasıl kurtaracaktı kendini. Sorulacak çok soru vardı. Allah’tan hayat okulunun hocaları var. Onları cankulağıyla dinlersem belki bulurum cevapları dedi.
Bu sefer tam vaktinde her zamanki saatte uyandı. Rüya’da görmemişti üstelik. Islık çala çala hazırladı kahvaltıyı. Daha sonra farketti ıslık çaldığını. İlginç geldi. Yeni bir alışkanlık olsa gerek dedi. Gelen giden olmayacaktı bugün. Herşey yolundaydı. Her zamanki rutin işlerini yaptı. Telsiz mandalına bastı birkaç kez. Her zamanki konuşulanlardan farklı bir şey çıkmadı. Ertesi gün aynıydı, ve ertesi gün ve ertesi gün de.
1 hafta sonra.
Yataktan çıkmak istemiyordu Deniz. Her gün hevesle yaptığı işe o gün gönülsüzce katlanacaktı. Günler olduğundan uzun sürüyor gibiydi. Kahvaltıyı hazırladı ama bir lokma bile koymadı ağzına. Çay ve sigara. Türkü değilde şen şakrak melodiler açtı farklılık olsun diye. Hiç sinmedi içine radyoyuda kapattı. Telsiz konuşmalarını dinledi mandala hiç basmadan. Esaslı birkaç fıkra bile duydu. Yağmur yağmaya başlamıştı. Yağmuru izledi ve bir bulutun ardından sırıtan güneşi. Gökkuşağını gördü. Harikuladeydi. Ama paylaşacak kimse yoktu bu anı. Telsizden anons duyuldu.
Kule 82
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.