Luis Buñuel Sineması
(22 Şubat 1900, Calanda doğdu - hemen öldürmeyelim), sürrealist İspanyol yönetmen ve senarist. Otoriteler tarafından sinema tarihinin etkili yönetmenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. İspanya’nın Aragón eyaletine bağlı Calanda’da doğdu. Zaragoza’da bulunan Colegio del Salvador’da cizvit eğitimi aldı. Madrid Üniversitesi’nde doğal bilimler ve ziraat okurken, psikoloji bölümüne geçti.
Salvador Dali ile arkadaşlık yaptı…
1929’da Salvador Dali ile birlikte içinde bir kadının gözbebeklerinin bir ustura ile kesildiği ünlü sahneyi barındıran gerçeküstücü bir klasik olan Bir Endülüs Köpeği adlı filmi ortaya çıkardı. 1930’da Marquis de Sade’ın Sodom’un 120 Günü adlı eserinden izler taşıyan Altın Çağ’ı çekti. (Biliyorsunuz aynı eseri İtalyan yönetmen Pier Paolo Pasolini de sinemaya -Salò o le 120 giornate di Sodoma -aktarmıştır.)
Değerlendirmelere geçeyim. Yönetmenin epey filmini izledim ama nedendir bilinmez beni en çok etkileyen filmi Çöl Adamı Simon (1965) ‘’ Simón del desierto’’ oldu. Diğer filmleri de çok iyi de belki o gün bu filmini aşırı derece yoğunlaşarak, tam randımanla izledim.
Simón; 6 yıl, 6 ay ve 6 gün boyunca çölün ortasında bulunan sekiz metrelik bir sütunun üzerinde yaşayarak saf bir inanan haline gelebilmek için Tanrı’ya dua edip çile doldur. Zaman geldiğinde, yakınlardaki bir manastırdan gelen rahipler cemaati ile Simón’ un mucizelerine ve azizliğine gönülden inanan fakir bir köylü kalabalığı onu selamlamak üzere çöle gelir. Keşişler tarafından kendisine rahiplik teklif edilen Simón, bu mertebe için değersiz olduğunu düşündüğünden bunu reddeder. Aynı anda Tanrı ile arasına hiçbir şeyin girmemesi gerektiğini düşündüğünden annesi ile vedalaşır ve rahiplerin önerdiği yeni bir sütuna çıkarak yeni bir çile dönemine girer. Bu sırada kendisinden şefaat dileyen elleri kesik bir adam için dua edip bir mucize gerçekleştirir ve ona ellerini geri verir. Aslında ondan mucize bekleyen kalabalık bu durumdan etkilenmez ve hep birlikte çölden ayrılıp Simón’ u ve onun tırmandığı sütunun dibinde yaşamaya karar veren annesini yalnız bırakır...
Filmi ‘’Bab Aziz’’ ile kıyasladım nedense bu film daha etkileyici geldi bana.
Bir Endülüs Köpeği (1929) ‘’ Un chien andalou’’ diğer bir önemli gördüğüm filmi. 16 dakikalık film deneysel sinemanın ilk örneği olarak kabul edilmektedir. Ünlü İspanyol ressam Salvador Dali ve Luis Buñuel’in gördükleri bazı rüyaları birbirlerine anlatmaları filme esin kaynağı olmuştur. Filmde ustura ile bir kadının gözünü ikiye ayıran adam ile bir bulutun Ay’ı kesmesi ilişkilendirilmiştir. Buna benzer avcunun içinde karıncalar dolaşan adam gibi, rüya olduğu bilinen sahnelerin yanı sıra, mantıklı açıklamasının olmadığını düşündürebilecek sahneler dikkat çekici.
Filmin konusu yok gibi. Ve kronoloji birbirini tutmamakta, çelişkili durmakta. Usturalı adamı yönetmenin kendisi oynamıştır. Bir adamın eli, karıncalar, piyano, kadın, ölü eşek! Deneysel sinemanın kokusunu bu sahneler vermekte.
Johnny Askere Gitti (1971) ‘’ Johnny Got His Gun’’ (Filmin senaryosu Bunuel’e ait. Yönetmen: Dalton Trumbo) Aynı adlı romandan uyarlanan bir anti-savaş filmi. Joe Bonham (Bottom), Dünya savaşının son gününde bir top tarafından yaralanmış halde hastanede yatmaktadır. Gözlerini, ağzını, burnunu ve kulakların kaybetmiş olduğunu farkeder. Daha sonra doktorlarla mors alfabesiyle ölmek istediğini anlatmaya çabalar ya da savaşın dehşetinin yıkımının sergilendiği bir ucube şovuna koymalarını ister.
Metallica’nın One şarkısında bu kişinin yaşamı anlatılmıştır. Kesinlikle izlenmesi gereken filmlerden bir tanesi de Johnny Askere Gitti’dir. Yönetmenliğini yapmadığı halde bahsetme gereği duydum.
Genç Kız (1960) ‘’The Young One’’ filmine bakmakta fayda var. Irkçılık konusu işlenmiş. Gerçekçi ve yalın bir dille ele alınmış konu. Birde filmin cinsellik ayağı var. Beyaz bir kadına tecavüz etmekle suçlanan ve çareyi kaçmakta bulan Kuzeyli zenci bir adaya sığınır. Adada, işçi olarak çalışan dedesini yeni kaybetmiş bir genç kız ve bir bekçi vardır. Genç kıza karşı kötü niyetler besleyen bekçi, zenci müzisyeni öldürmeye çalışır. Daha sonra bölge rahibi de tekne sürücüsüyle birlikte adaya gelir… Sanırım: ‘’Bu ara herkes ölüyor!’’ repliği bu filmden. Tam hatırlamıyorum ama. Kara komedi türünde hoş bir film. Tavsiye ederim.
Altın Çağ (1930) ‘’ L’âge d’or’’
Bir bilim adamı gibi din, kutsal aile ve burjuva hayallerini, cinselliğin sığ yaşayışını, süslü fantezilerin ötesinde kalmış gerçekliğini irdelemiş, insanlığın sahteliğini, seyircinin yüzüne vurmuştur. Kapitalizmin sinema üzerinden halkı sömürdüğü gerçeğini dile getirmek istemiştir. Belli bir oranda ünlü yönetmenin kendisi de aynı şeyleri yapmıştır. Bunu da karşı saldırı şeklinde yapmış olması dikkat çekicidir.
Unutulmuşlar (1950) ‘’ Los olvidados’’
Fakir insanlar, varoşlar, batıl inançlar, acımasızlık. Tanrıkent ile karşılaştırılacak bir filmdir. Mevsika’da yasaklanmış, ödül alınca tekrar gündeme gelmiş bir filmdir. Müzikler
Rodolfo Halffter, Gustavo Pittaluga’ya ait.Senaryo: Max Aub, Luis Buñuel.
Yönetmenin diğer filmlerinden de bahsetmek gerek ama çok uzatmakta doğru değil. İzlenmesi gereken epey filmi daha var. İsteyen arkadaşlar yukarıdakilerden bir tanesi ile başlangıç yapabilirler, arkası gelir zaten.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.