- 892 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sen Gidersen
Merkeze seni koyunca anlamsızlıklar kayboluyor birden. Mukavva bir kutu var mesela, bankın yanında… Banktaysa yaşlı bir kadın… Parktayız sözüm ona… Kuşlar, çocuklar cıvıltı yarışına girişmiş, gözlerini açık da tutsan sımsıkı kapalı da burası park diye görmeni sağlayacak kadar buraya ait olduklarını haykırıyorlar sanki. Ama o mukavva kutu var ya, ya da çocukların koşturması sırasında savrulup duran taşların arasındaki o naylon parçası… öyle anlamsızlar ki, sonuna dek açmak zorunda bırakıyorlar gözlerini… "Parktayım ben" diyebilmek için ağaçları, kuşları, şu minik kızı ille de görmelisin.
Sonra sen beliriyorsun birden o görünümlerin içinde, anlamlı anlamsız ayrımı kalmıyor o zaman. Naylon parçası bile o kadar ait görünüyor ki buraya, her şeye sihirli bir el değmiş sanki. O el her neye değdiyse ışıldamaya başlıyor hemen, senin bir uzantın oluyor, ellerin oluyor mesela. Zihnimde beliren yüzün onlar aracılığıyla bir beden ediniyor kendine, o mukavva kutu bile o bedenin bir parçası…
Burada çevresini görmeyen birileri oturmuş, belli… Geçmişleri şimdilerini yok edecek kadar koyu gölgeler salmış zihinlerine, bedenleri birer külçeye dönüşmüş. Ancak böyle, bakarken görmeyenler bu kadar umursamaz olabilirler çevrelerine, mukavva kutuyu bırakırlar parkın bir köşesine, naylonu fırlatırlar. Kendileri yoktur ki orada zaten, parkı park olmaktan çıkaracak çirkin görünümler yaratmak neden umurlarında olsundur ki?!
Aşkla çarpmıyordur ki kalpleri! Ya da ne bileyim, aşk gibi gerçekten görmeyi, dokunmayı sağlayan tutku dolu bir şeyle… Bir matematik problemi bile olabilir insanı bulunduğu yere ait kılacak kadar orada var olmasını sağlayan… Rakamlar, semboller resmigeçit halinde geçerlerken zihninden; onu sadece bir bankta oturan biri olmaktan çıkaran daha büyük, anlamlı bir resmin içinde büyürken, her şeyi gerçek anlamına kavuşturan o mesafeden seyretmeye başlar çevresini. Önünde koşturan küçük kızı belki annesinden bile daha çok görmesine neden olur, kalbini coşkuyla çarptıran o tutku. Ayrıntılarda takılıp bütünü kaçırmaz o kızın yakınları gibi; ona saygı duyar.
Ama haksızlık da etmeyelim, o küçük küçük ayrıntılar değil midir bir araya gelip de o şirin, küçük kızı oluşturan? Zihnindeki problemi çözmekte olan – ya da âşık… vs. - genç kızın keyifle seyrettiği minicik yüzündeki o gözü pek anlamda, az ötedeki bankta annesi olduğunu haykıran bir dikkatle onu izleyen genç kadının dimdik duruşu yok mudur? Aşk kadar tutkulu bir duygudur çünkü annelik de… O kadın da en az o genç kız kadar görüyordur parkta olan her şeyi. Çünkü tutkuyla çarpan her kalbin sahibine bağışladığı bir ayrıcalığa sahiptir: Bir merkezi vardır.
Mesela karşı banktaki şu çekirdek çitleyen kız… Hani şu kabukları fütursuzca yerlere saçan, koca bir çöplükle çevreleyen an be an kendini… İşte o, kesinlikle merkezi olmayanlardan… Böyle bir görüntüyü kendine reva gören birini nasıl saygısızlıkla suçlayabilirim ki?! Suçlamak istesem, "Neden kendine bunu yapıyorsun?" derim önce. "Bu kadar mı yani gözündeki değerin? Bu kadar az mı yer kaplıyorsun içinde var olduğun resimde? Arkanda bir çöp yığını bırakarak az önce burada biri oturuyordu demek istiyorsun belki de. O kadar yoksun ki çünkü; ufacık da olsa bir iz, bir nefes bırakmak istiyorsun."
Oysa o şirin, küçük kızın annesi çekirdek kabuklarını yerlere saçmıyor o genç kız gibi… Avucuna çitliyor onları, yeterince birikince de yanındaki küçük poşete aktarıyor… Her çitlediği çekirdeğe bir çöp dağı yaratmak gibi bir işlev yüklememiş, ortada bir çöp varsa bile bunu şahsi meselesi olarak görüyor olmalı ki, henüz tek bir kabuk bile elinden düşüp yere inmedi.
‘Ağrılık merkezi’ diye bir kavram vardır fizikte. Dengede durabilmek için ağırlığın verilmesi gereken yer… O kadın da ağırlığını doğru yere vermeye çalışıyor. Küçük kızına bakıp anneliğini hatırlıyor, merkezini buluyor yeniden. Hiç düşmüyor bu sayede. O kızsa bedensel olarak bankta oturuyor olsa da, yerlerde sürünüyor aslında. Benliği çekip gitmiş.
Sen gidersen ben de böyle mi olacağım yani?! Çekirdek çitlemem, parkta keyif yapanların kâbusu mu olacak? Sen olmazsan bir denge sorunu yaşayacağım kesin… Ama şu an bu kıza o kadar öfkeliyim ki, ruhsal yalpalayışlarımın herhangi bir saygısızlığa yol açmasına asla izin vermem! Yaşantımdaki hiçbir aksaklık, insanlara böyle bir işkenceyi reva görmeme gerekçe olamaz çünkü. Bu anlamda bu saygısız kız bana büyük bir iyilik yaptı aslında: Bir gün merkezimi kaybedersem ve yalpalamaya başlarsam göremeyeceğim şeylerin altını çizerek bana “asla benim düştüğüm hallere düşme” dedi. Koca bir ayna tuttu sensizliğe. “Düşsen de kimseye belli etme!” diye de ekledi.
YORUMLAR
“Düşsen de kimseye belli etme!”
sevgili yazarım, naif bir anlatımla ne güzellikler ne güzellikler irdelemişsiniz. evet, sevdiğim bir kalemsiniz her daim okumak adına mutlu olduğum.
detaylar hani kimselerin görmediği. ve o detaylar belki de bize yaşama sevinci veren ve güçlü kılan.
su gibi akıp gitti yazı.
Güzel yüreğiniz dert görmesin.
en içten tebriklerimi bırakıyorum nadide sayfanıza.
Ve en içten sevgi ve selamlarımı gönderiyorum. Kabul buyurunuz.