kurtarılmış top sahası*********************
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
1970’li yılların sonlarıydı. Müthiş bir bölünme yaşanıyordu ülkede…
İnsanlar, “sağcı” ve “solcu” diye iki kutba bölünmüşlerdi ve sürekli birbirlerini öldürüyorlardı.
Ölüm riskinden, bu bölünmenin dışında yer almak da korumuyordu. Tam tersine tarafsızlık, karşı grupta yer almaktan daha büyük ihanet kabul ediliyordu.
Korunmak için bir tarafın koruyucu kanatlarına sığınmak ve tarafı olduğun grubun çoğunlukta olduğu bölgelerde yaşamak zorundaydın. Bu yaşam alanları,“kurtarılmış bölge” olarak adlandırılıyordu.
Saha içindeki “solcu” gençler kendi aralarında maç yapmaya hazırlanıyordu.
On beş-yirmi kişilik bir “sağcı” grup gelerek saha kenarındaki banklara oturdu. Gruptakilerin görüntülerinde öfke hâkimdi. En öfkelileri ise, grubun önderi Sinan’dı. Saha içindeki gençleri kastederek, “Süremedik şu komünistleri buradan!” diye söyleniyordu.
Etrafındakilere emrivakiiyle, “Hiç kimse ayrılmasın! Olay çıkabilir,” dedikten sonra saha içindekilere çatmak için ayaklandı. “Hey, zibidiler! Birbirinize mi yetiyor gücünüz?” diye bağırdı.
Saha içindekilerden birisi, “Yüreğiniz yetiyorsa, siz çıkın karşımıza,” diye karşılık verdi.
Diğer birisi, “Bu topa vurmaktan aciz adamlar mı çıkacak karşımıza? Nerde o yürek onlarda; çıkamazlar!” diyerek arkadaşını destekledi.
Sinan, onu, “Hey hey, hey hey! Ağzından çıkanları kulakların duyuyor mu? Topa vuracak bacakların kalmaz sonra kırılmadık!” diyerek tehdit etti.
Paşa, yavaşça, “Tamam, sakin ol Sinan!” diyerek ona müdahale etti.
Sinan, karşısındakilere, küçümsemeyle, “Şimdi, bir teklifim var. Mademki, bizi yenebileceğinizi iddia ediyorsunuz, sizinle bir maç yapacağız. Buralarda o pis suratlarınızı görmekten midelerimiz bulanmaya başladı. Anlıyor musunuz?” dedi.
Rakip takımın önderlerinden Ali İhsan, “Burası bizim semtimiz,” diyerek dikleşti.
Sinan, “Hayır, bizim semtimiz pislik. Sakarya caddesindeki şu evi görüyor musun? Orada oturuyorum ben,” diyerek onu tersledi.
Ali İhsan, “Benim evim de bu cadde üzerinde. Ne olmuş?” diyerek itiraz etti.
Sinan, “Tamam,” diye devam etti. “Şimdi altı kişilik bir takım çıkartacağım sizin karşınıza. Yarımşar saatten iki devrelik bir maç... Yüreğiniz yetiyor mu?.”
Ali İhsan, sırıtarak, “Yani, bizi yenebileceğinizi mi iddia ediyorsun?” diye sordu.
“İddiam şu, şayet siz yenerseniz bu top sahasına bizim grup bir daha hiç gelmeyecek. Yani burası da sizin şu meşhur kurtarılmış bölgelerinizden birisi olacak. Nasıl, beğendin mi iddiamı?”
Ali İhsan, “Siz yenerseniz?” diye sordu.
Sinan, “Anlayamadın mı? Siz defolup gideceksiniz buradan!” diyerek kestirip attı.
Ali İhsan’ın çevresindekiler heyecanla söylenmeye başladılar.
“Bunları, buralardan defetmek için kabul edelim. Tozunu atarız bunların biz...”
“Çocuk oyuncağı. Bizi yenemez bunlar.”
Ali İhsan, arkadaşlarının bu ısrarları üzerine, “Tamam! Kabul ediyoruz,” diye cevap verdi.
Sinan, “O halde yarım saat sonra burada hazır olun, “ dedi.
Ali İhsan, “Niye hemen başlamıyoruz,” diyerek itiraz etti.
Sinan, “Acelen ne? Yarım saat sonra...” diyerek terslendi. Rakip gençler kendi gruplarına yönelmişken arkalarından seslendi. “Ha bu arada, size tavsiyem oynatabileceğiniz en iyi futbolcuları çıkartın karşımıza. Sonra kıvırmamak için...”
Ali İhsan, uzaklaşırken cevap verdi, “İşine bak sen...”
Rakiplerin uzaklaşmasından sonra kendi grubuna dönen Sinan, onları organize etmeye başladı. “Hadi, kimse oturmasın! Hepiniz dağılıp, bulabileceğiniz en iyi futbolcuları toparlayıp yarım saat içinde buraya getireceksiniz. Ramazan, sen şu Es Es’li Ali’yi de kap gel!”
Grubun içindeki gençlerden biri öne çıktı, “O profesyonel futbolcu diyerek, kabul eder mi bu lavuklar?”
“Konuştuğumuz şartlarda, en iyi takımımızı çıkartacağız dedik. Haydi, vakit kaybetmeyelim.”
Ramazan, tereddütlüydü. “Ya evinde, ya antrenmandadır. Bulurum da... Gelir mi acaba?”
“Bu mahallenin çocuğu değil mi? Anlat durumu işte. Gelsin.”
Ramazan, “Tamam,” diyerek uzaklaşırken,
Sinan, “Haydi... Herkes iş başına...” diye seslenerek etrafındakileri hareketlendirdi.
*
Sinan, Sakarya Caddesinde, Sıhhiye karşısında yer alan toprak sahanın önünde sohbet ederek bir arada toplanmış arkadaşlarını görünce, grubun yanına giderek, “Şöyle etrafıma toparlanın!” diye seslendi.
Dağınık gibi duran gençler yakınlaşırlarken, tekrar seslendi. “Çabuk, çabuk...”
Kalabalıktan sesler birbirlerini yönlendiriyordu.
“Reis toplanın diyor…”
“Hadin, sokulun...”
“Yürü...”
“Bırakın muhabbeti be...”
“Bunu mu dinleyecez şimdi bi saat...”
Sinan, herkesin iyice yakınlaşması üzerine, konuşmaya başladı. “Şimdi dinleyin! Burada neden toparlandığımızı biliyorsunuz... Kimlere karşı savaş verdiğimizi bilmeyeniniz yok, değil mi?”
Kalabalıktan sesler:
“Hayır.”
“Kahrolasıca solculara...”
“Komünistlere...”
Sinan, “Evet,” dedi, “Onları bu mahalleden tekme tokatla atmak için verdiğimiz mücadelelerde hepiniz vardınız şimdiye kadar. Çoğunu da uzaklaştırdık zaten. Ama, bu saha, onların bölgesi ile bizim bölgemizin tam da ortasında yer aldığından, zaman, zaman burada maç yapmalarına katlanmak zorunda kalmıştık. Hoş, güvenlik güçleri müdahale etmeyecek olsa buradan da kovabilirdik ama... Ama, bugün kendiliklerinden bir fırsat verdiler aptallar. Bir maç yapacağız onlarla. Yenilen taraf, bu sahada bir daha hak iddia etmeyecek ve geri çekilecek. Bu durumu yadırgayanınız var mı?”
Kalabalıktan sesler
“Hayır.”
“Pişman edelim buralardan gitmediklerine...”
“Sahayı dar edelim...”
“Atalım onları buralardan.”
Sinan, devam ederek, “Bakın işte bunda haklısınız! Atalım onları bu mahalleden. Yürüyün, sahaya! Haydi!...” diye haykırdı.
Grup galeyana gelmişti; öfkeden gerilmiş bir halde, şamata yaparak ve hareketli saha kenarındaki tribüne doluştular.
Ramazan sahanın girişindeki kapının ardından yola bakarak, birini bekliyormuş gibi, tedirgin vaziyette bakınmaktaydı.
Sinan, tribünlere yönelirken vaz geçip, Ramazan’a yaklaştı, “Ramazan, ne oldu Ali?”
Ramazan, birden siyah lüks bir arabanın gelerek Sinan’ın arabası yanındaki boşluğa park ettiğini görerek heyecanlandı. “Hah, geldi.”
Siyah arabadan ünlü profesyonel futbolcu Ali, yanında iki arkadaşıyla inerek gelmeye başladı.
Ramazan ona seslendi. “Ali! Bu tarafa...”
Sinan, Ali yaklaşınca sevincini belli ederek, “Hey Ali! Aslan kardeşim benim...” diye seslendi.
Ali, gelip Sinan’la tokalaşarak kafasını onunkiyle tokuşturdu. “N’aber Sinan abi?” Yanındaki arkadaşlarını takdim etti. “Sana arkadaşlarımı tanıştırayım. Serkan... Hüseyin... İkisi de, Allah’ına kadar milliyetçidir!”
Sinan Ali’nin getirdikleriyle ülkücülere özgü bir şekilde tokalaştı. “Hoş geldiniz... Merhaba...” Ali’nin koluna girerek grubun yanına yönlendirdi, “Tam zamanında geldin birader. Ramazan anlattı mı?”
Tribünlerdekilerden laflar:
“Oo, Alii... Hoş geldin!”
“Es Es Es Ki Ki Ki… Eski eski es…”
“Yılın transferi bu...”
Ali tribündekilere el hareketleri ve mimiklerle karşılık verirken, bir taraftan da Sinan’a, “Kader maçınız varmış. Yenilirseniz, bir daha bu sahaya gelemeyecekmişsiniz,” dedi.
Sinan, “Aynen öyle,” diye cevapladı onu.
Ali, “İyi ama, ben oynarsam, kulüple başım belaya girer. Yasak bize… Onun için, iki arkadaşımı getirdim... Minyatür kale maçlarında çok iyi topçudur ikisi de. Eğer, tamam dersen onlar oynasınlar.” dedi.
Sinan, “Bize bu maçı kazandırabilirler mi?” diye sordu.
Ali, “Ben, sakatlanma korkusuyla verimli olamayabilirim. Onlar, benden daha yararlı olurlar.” dedi.
“Tamam. Biz de seninle tribünden onları seyrederiz madem.”
Tribündeki diğer oyunculara seslendi. “Hey! Kim çıkıyor maça şimdi? Serkan ile Hüseyin kardeşlerimize birer forma verin. Onlar oynayacaklar.” Formasını giyinmiş, otuz yaşlarında ki futbolcuya, “Memed abi, sen biraz yedekte bekle istersen, Sen Memed abinin yerine gir Bora!” Etrafa bakınarak, “Hadi mademki Ramazan, Ahmet ile müdafaa oynayın. Top geçsin, adam geçmesin haa… Kaleci nerede? Neredesin Paşa?”
Paşa, eşofman giyinmiş olarak ortaya çıktı. “Çıkıyor muyuz?”
Sahanın bir tarafında rakip takımın futbolcuları, topla ısınma hareketleri yapmaktaydılar. “Adamlar bizi bekliyorlar. Haydi! Haydi!” Es Esli Ali’ye, “Ali’ciğim, bir taktik filan versen çocuklara?”
Ali, “Hüseyin halleder o işi,” diyerek Hüseyin’e, “Olur mu Hüseyin?” diye sordu.
Hüseyin, “Tamam. Toplaşsınlar da, nasıl oynayacağımızı bir gözden geçirelim...” dedi.
Oynayacaklar Hüseyin’in çevresine toplaştılar.
“Beyler, öyle uzun boylu taktiğe filan gerek yok. Top rakipteyken daima bizim kaleyle topun arasına girin. Karşıdakilere, ayaklarında top tutmamaları için ani presler koyun. Aldığınız topları yerden pas yapın. Her topu ya bana, ya da Serkan’a aktarabilirseniz, iş biter. Tamam mı?”
Bora, “Tamam...” diyerek saha kenarına vardı.
Serkan da hareketlenerek Bora’nın yanına gitti. “Haydi. Gösterelim şunlara günlerini...”
Hüseyin, “Haydi...” diyerek oyuncuları yönlendirirken, herkes koşarak hareketlendi ve sahaya yayılarak vücutlarını ısıtmaya ve topla oynamaya başladılar.
Hakem ortada düdüğünü bağırttırdı, iki takıma da gelmelerini işaret etti..
Sahanın içinde müthiş bir maç başladı. Sinan’ın sahaya sürdüğü profesyonel futbolcular, rakip takımı tiye alarak bir gösteri futbolu oynamaktaydılar.
Saha içi sesleri
“Haydi haydi haydi...”
“Pas ver!”
“Savunma! Pres…”
“Bana at, bana at!”
“Vur! Goool!...”
“Gooolll!...”
Goller arka arkaya atılmaktaydı.
Atılan yeni bir gol sonrası sevinç nidaları arasında skor levhasında “3-0” lik bir skor görülüyordu.
Maç yeniden başladı. Hareketlilik, göze hoş gelen paslaşmalar, v.s...
Sonra, sahanın içindeki maç birden karıştı, gençler itişerek kakışarak birbirlerine sataşmaya başladılar.
Ali İhsan, “Hey, pis herif! Faul yaptın, lanet olasıca!” diyerek bağırmaya başladı.
Sinan, sahanın kenarından haykırarak, “Defol git buradan be! Hakemden daha iyi mi bileceksin?” dedi.
Ali İhsan, iyice öfkelenmişti. “Hakemin de, hepinizin de, canınız cehenneme!”
Hakem, “Hop hophophop... Hakeme hakeret edemezsin!” diyerek cebinden çıkarttığı kırmızı kartı gösterdi. “Atıyorum seni oyundan. Çık dışarı!”
Ali İhsan ona köpürdü. “Adam gibi maç yönetmeyi beceremiyorsun, Allah’ın belası herif!...”
Sinan, “Sen önce ayakta kalmayı öğren. Hanım evladı!...” diye laf attı.
Ali İhsan, Sinan’ın önünden söylenerek geçti, “Puşt herifler!” Az ilerde kenarda oturan Metin’in yanına geldi. “Beceriksiz serseriler! Üç pası yapmaktan acizler,” diye söylenip duruyordu.
Metin, ona arka çıkarak, “Sen boşuna yoruyorsun çeneni. Takımın elemanlarından arka çıkan bir kişi bile olmadı sana.” dedi.
Ali İhsan, “Onların da canı cehenneme!” diye söylenmeyi sürdürdü.
Tam o arada onikinci gol de atıldı, herkes ayağa fırladı.
Kalabalık:
“Gooolll!...Gooolll!...Gooolll!....”
“İşte bu!”
“Ha ha ha!...”
Herkes sahaya doluştu, futbolcular omuzlara alındı. Golü atan Bora omuzlarda dolaştırılmaya başlandı. Gürültülü, şamatalı görüntüler.. Galibiyete şımaranlardan, yenilenlere sataşanlar da olmaktaydı.
“Güle güle size, yolunuz açık olsun!....”
“Aldınız mı boyunuzun ölçüsünü, pis komünistler!”
“Bir daha gelmeyin buraya!”
“Ha ha ha ha!...”
“Burası artık bizim kurtarılmış top sahamızdır! Adımınızı atmaya kalkışmayın, vururuz ha!...”
Yenilmiş olanlar, dağınık vaziyette halı sahayı çevreleyen tel örgülerden dışarı çıkmaktaydılar.
“Kendinize yeni bir kurtarılmış top sahası bulun! Ha ha ha ha!...”
-*
YORUMLAR
Kemal,
Bilgisayar başından kalkmıyorsun anlaşılan.
Hızına yetişene aşkolsun...
:))
Kemnur
Tam kıvamında olmuş her şey...Bana öyle geliyor ki sonrasında bir roman çıkacak tüm bu toplamdan. Elbette yaşanmadan böyle ince ayrıntılar kurgulanamazdı. Fakat sadece görmenin yetmediğini de bilmek lazım. Derler ya görmek vaar, görmek var diye, işte bu görüş farkını yani yetenekten gelen farkı hemen yakalıyorsunuz.
Değerli yazarın bölüme ustaca yerleştirdiği ve detaylandırdığı banyo sahnesi o kadar güzel ki, bölümü sırtlamakla kalmıyor, okuru çölde vaha bulmuş bir gezgin kadar mutlu ediyor.
Bize de sıkı bir bravo demek kalıyor
Yüreğinize sağlık hocam...
Kemnur
Kemnur
Hikayenin detaylarına inmeyelim.
Şunu belirtelim önce;
gerçekten çok sürükleyici ve edebi değeri yükseklerde seyreden bir hikaye olmuş.
Gelecek ölümleri de,
aynı güzellikte akıp gidecektir muhtemelen.
O acı yılları yaşayan bir insan olarak,
buruk bir acının refakatinde okudum hikayeyi.
Ve,
hatıralarımın bin bir çeşit karanlığı arasından süzülüp gelen anlık sahneler eşliğinde hayat verdim cümlelere.
Hapishaneleri bilmem.
Siyaseti sevmem.
İnsanları adeta esir alan ideolojileri de.
Ancak,
tüm memleket delikanlıları gibi,
bizler de ister istemez bir gruba dahil olduk o zamanalar.
Tarafsızlar diye bir kavrama tahammülü yoktu zamanın zira.
Allah'a şükür ki;
ne elimizi kana buladık, ne de kanımız döküldü pisi pisine.
Zor da olsa, yaşamayı ve okulumuzu bitirmeyi başardık bir şekilde.
Sadece,
acı hatıralarla dop dolu bir ölü gençlik bıraktık arkamızda.
Şimdi,
okuyorum da bu yazılanları,
bir sancı düşüyor yolun nihayetine koşan sol yanımdakine.
Karanlık bulutlar geziniyor bakışlarımın yorgun gölgelerinde.
Ne demeli?
Birileri okusun da,
tarihin sevimsiz anlarından dersler çıkarsın.
O acı günlerden, katlanılan onca sıkıntılardan gerekli dersleri derleyemeyen,
içinde biriktirdiği zehri bir türlü kusmayı beceremeyen,
dünü olduğu gibi, bu günü de zehirlemeye çalışan şaşkın ideoloji bezirganları,
okurlar da, bir bukle akıllanırlar inşallah diyorum.
O acı günlerin bizlerden koparıp götürdüğü gencecik canları,
masum binlerce insanı hatırlarız da,
en azından bu günümüzü karanlıklara gömmemize engel oluruz inşallah.
Günü yaşamayanlar için, enteresan bir hikaye oldu belki ama,
bizler için acı kelimesinin hayat bulduğu nokta idi.
Kemnur
Bora polis ifadesinden sonra direk nöbetçi savcıya oradan tutuklanması talebiyle nöbetçi hakimliğe sonrada telefonlar ,tanıdıklar mahkeme nefsi müdafa ve tecavüzün meninden yaralanarak beraat edebilir,
yada avukat nerde,milletvekili, İktidar Partisi Genel Başkan Yardımcısı Celal Kabaloğludirekt avukat tutar yada direkt hakime bıraktırır ne dersiniz.
Değerli yazar selamla