ERTELENMİŞ AŞK
Akşam tüm hüznüyle olmaktaydı. Etrafa baktı meraklı gözlerle, yirmi sene sonra kendi memleketine yaptığı bu yolculuk, çevredeki değişimleri görünce bir şüphenin peydah olmasına neden oluvermişti. Elinde bir valiz, aklında garip bir şüphe ve dudaklarından dökülen aynı sözcüklerle oluşan o soru cümlesi; acaba yanlış yere mi geldim? Kendi memleketinde bir yabancı gibi hissetti birden. Yıllar sadece şehri mi değiştirmişti? Aynalarla arası bozuktu, zaman zaman bir vitrin camında gördüğünde aksini, geçip giden yılların; kendinden, gençliğinden, yüreğinden neler alıp götürdüğü gerçeğiyle karşılaşır kaçar gibi uzaklaşırdı o vitrinin önünden. Hiç ayrılmamış gibi yol alıyordu, etrafı inceliyordu bir taraftan, ayakları bir yerlere götürüyordu ne de olsa.
Sokakların arasında bir kavşakta durdu, kaldırıma oturdu soluklanmak için, yıllardır terk etmeyen sigaranın etkisiydi bu dinlenişin sebebi. Her şey nasılda değişmişti, çocukluğunda rüzgâr gibi çıktığı, gençliğinde yol boyunca aşkı irdelediği o yokuş dışında, her şey değişime ayak uydurmuştu. Yüreğinde kırıkları derin yaralar açan bir aşkla terk etmişti bu koca şehri. Dayanamamıştı yaşadığı o acıya. Sevdiği kız, parayı tercih etmişti. Düğün dernek kurulmuş, herkes düğünlerine giderken o, yapacağı en doğru hareketin uzaklaşmak olduğu kararını almış ve annesine bile söylemediği aşkı yüreğine gömüp, alıp başını gitmişti. Eski mahallesindeydi şimdi, bir çeşme vardı eskiden, şimdiyse kör tapa vurulmuştu. Evsizlerin ya da dışarıdan gelenlerin dinlendiği Dussuzlar Odası’nın yerinde bir ev vardı zamanında, dayıları vardı, mahalle eşrafı, çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği en güzel yılları burada yaşamıştı. Şimdi kimler kaldığını bile bilmiyordu bu mekânlarda. Yokuşu tırmandı, sağa döndü, dayısının oğlunun bir zamanlar kamyon kamyon kömür döktüğü yerde de şatafatlı bir ev yerini almıştı. Sokak lambasının yanında durdu bir müddet, tahtadan yapılmış iki kanatlı kapıya uzun uzun baktı, kapının sağ kanadında çakılı duran kapı numarası belli belirsizdi. Kapıya zincir vurulmuştu. Anahtarları hep bir anahtarlıkla pantolonunun kemer askısına takardı, çocukluğundan gelen bir alışkanlık olmuştu bu, elini attı anahtarlığına, bir daha kullanacağını sanmadığı ama buna rağmen de atmadığı üç küçük anahtardan en büyüğünü denedi ve açtı kilidi. Kapının mandılazına uzanıp açtı, sol tarafta tuvalet vardı, iki tarafa dikilmiş asmalar kurumuştu, karşısında görmeyi arzu ettiği güller yoktu. Çocukluğunun geçtiği, gençliğinin zevkle yaşanan bu bahçe ürkütücü bir hal almıştı. Geçen onca yıla rağmen, harabe görünümünü alsa da bu yalnız ev, dimdik ayaktaydı. Evin demir kapısına doğru ilerledi, üstünde Kale yazılı anahtarı soktu deliğe, Bismillah’la açtı kapıyı. İçeri girer girmez, o zorla açılan demir kapı sanki onu bilim kurgu filmlerinde gördüğü gibi bir başka boyuta taşımıştı. Garipsedi birden, duygulandı ve yaşlılık belirtisi çizgili yüzü buruştu birden, nereden geldiğini bilmediği yaşlar dökülmeye başladı. Dizleri çözülüvermişti, kendini divanın üstüne attı, ellerini yüzüne kapatıp, çocuklar gibi ağlarken, yılların dolgunluğunu bir anda boşaltmak istercesine engel olamadı kendine, anılarla dolu bu evde o günlere gidip gelmelerin ilk başlangıcıydı bu yaşadığı an. Neler neler gelmedi ki aklına, yaşanan acı dolu yıllar, ilk aşkı yaşayışı, ilk şiirini bu evde yazışı, tiyatro heyecanıyla bu evden çıkarken yaşadıkları, üniversite yıllarının çetinliği, yaşanan sevinçler, özlemler, mutluluk, acı, gözyaşı, daha neler neler geldi aklına ve geldikçe bir önceki yaşına yaşlar eklenip ağladı.
Yaşlılık insanı duygusallaştırıyordu böyle. Oturduğu yere salon derlerdi bazen oturma odası, bazen yemek odası olan geniş bir alan sol tarafta yer ev dedikleri tek göz oda, anne ve babası orda kalırdı, kış galince hem misafir ağırlanır ya da kendilerinin oturma odası olurdu, sonrasında yatak odası. Kafasını kaldırıp şöyle bir baktı etrafa hasret giderircesine, tel dolap, buzdolabı, babasının on bir milyona aldığı çamaşır makinesi, yine eskisi gibi duruyordu. Karşıda pencere boyutunda bir oyuk, oyuğun içinde dört gözlü bir ocak; o ocakta annesi ne güzel yemekler yapardı. Bir anda o günlere dündü, en acı olanı o devirde tadını unutamadığı ve yaşadığı ne varsa şimdi olmadığı, istese de olmayacağı gerçeği canını acıttı. Kendini topladı biraz, merdivenlerin basamaklarını ağır ağır çıktı, koskocaman bir salon, iki göz odası vardı üst katın. Yaz gelince televizyonu, her sene ne hikmetse babasıyla kavga dövüş ede ede çıkarırdı. Solda bulunan oda kendisinindi, sağdaki odada kimse kalmazdı. Annesinin tabak koleksiyonu vardı o odada, çeyizinden kalma ceviz işlemeli büyük bir ayna ve kapının ardına gizlenmiş banyo bulunurdu. Yüreğindeki sanat tohumları bu odadan etkilenerek atılmıştı. Kendi odasına girer girmez tavana baktı, tavanda fosforlu yıldızları hala duruyordu. Kapını arkasında çuvallar içinde kitaplar, kitapların üstünde 1979 yılında alınmış siyah beyaz televizyon duruyor, duvarda bir çerçevenin içerisinde çocukluğundan, sünnet düğününden ölümsüzleştirilmiş kareler, işlemeli bir örtü asılıydı yine sonradan kapatılmış ocaklığın üstünde, duvarın içine yapılmış dolap yine uçları elle işlenmiş bir örtüyle kapalıydı. Yerde yatağı, her tarafta o bıraktığı günkü gibi duran dağınık kitaplar, şiirler, öyküler vardı, ona o terk ediş günüyle birlikte yıllar sonra anca muhralaşan yarasının sebebi kadını da hatırlatıyordu. Annesi hiç dokunmamıştı belli, belki onu o dağınıklıkta yaşamak, belki de teselli bulmak adına, hiçbir şeye dokunmamıştı. Kalbi sancıdı bir an ve kendi kendine “Şimdi ne yapıyordur?” dedi. Daha dün gibi aklındaydı o yaz. O zamanlar yirmi beş yaşındaydı. Duygularının farkında değildi önceleri. Bir düğündeyken, yüreğinde filizlenivermişti aşk. Bir dans müziği çalıyordu, gençler, gelin ve damat meydanlık bir yerdeydi, dans ediyordu, kendi halinde dalmış izliyorken, o yanına gelmişti.
-“ Abi, tut kolundan şu kızların birisinin, çıkar dans etmeye”
-“ Yok, ben tanımadığım biriyle dans etmem. ”
Nasıl pişman olmuştu o gün ona dans teklifi yapmadığına. Haftalarca kızmıştı kendine, “Gülizar’ı dansa davet etseydim keşke” diyerek için için kahretmişti. Aralarında sekiz yaş fark vardı. O düğün gecesinde çok içmişti Kemal, eve geldiğinde hala kendine söyleniyordu. Gözleri onu arar olmuştu, daha doğrusu onsuz geçen anı olmadığı gibi bir garp onsuzluk yaşıyor, düşüncelerinde hep ona yer vererek, hayatındaki gerçek dışılığını unutuyordu. Ertesi gün gelinin gelişini onunla izleyeceğini düşünmemişti bile. “Ah Gülizar” diyerek daldı derin uykuya.
Zaman düşünülenden daha mı hızlı akıyordu ne. Daha dün kucağında avuttuğu çocuklar, büyüyüvermişti birden. Kimileri için şansları diğer insanlara göre daha yaver gitmiş, sadece büyümekle kalmamış, zenginliği de yakalamışlardı. Sabah ağrılar içinde uyandı, zengin akrabası Cemal’i gördü karşısında, yatağından kalktı.
-“Hoş geldin Cemal, ben bi elimi yüzümü yıkayıp geleyim. ”
-“Tamam abi”. Elini yüzünü yıkayıp gelmişti ama şaşırmıştı.
-“Hayırdır. Seni burada görmek ne güzel. Şaşırdım doğrusu. Eee zengin adam olmak kolay değil değil mi? Büyüyor insan”
-“Ayıp ettin abi ya. Öyle konuşma. Hem ben zengin değilim. İşçiyim. ”
-“Baban ölünce zenginlik sana kalacak. Nasıl işçisin oğlum. Şükret haline, kendi işinde çalışıyorsun”
-“Şükür de, abi babam üç kuruş haftalık veriyor. Od kime yetecek. ”
-“Sigaran yok, içkin yok. Niye yetmiyor ki? Sigara içmiyorsun değil mi?
-” Hayır abi içer miyim?”
-“Peki çorabının içindeki paket arkadaşın herhalde. ”
-“Yakalandık desene, sakın bizimkilere deme abi. ”
-“Neyse boş verelim bunları anlat bakalım ne var ne yok. Yenge nasıl?”
-“Yenge falan yok abi. ”
-“Ablanın düğününde beş altı kızla dans eden ben miydim?”
-“ Ya abi kafam çok karışık, işin içinden çıkamıyorum. ”
-“Nedir derdin anlat ki bir çözüm yolu bulalım. ”
-“ Kafamda üç isim var. Biriyle daha önce çıktık, ama ablası engel oldu. Herkes biliyor. ”
-“Tanıyor muyum ben?”
-“Tanımazsın ama düşündüklerinin içinde Gülizar`da var. Anneme de dedim, oda Gülizar’ın olmasını istiyor.
-“Gülizar çok iyi kız, aldığı terbiyede çok iyi. Mayaları aileden sağlam. Çok bağlılar. Teyzeleri falan ne bileyim çok bağlı eşlerine, eminim oda öyle olur. Ne diyeyim. Hayırlısı olsun. ”
-“Valla öyle abi. Askerlik var önümde işte. Beni ister mi bilmiyorum?”
-“Paranla satın alırsın her şeyi. Kısmet işi bu, hayırlıysa beri gelsin, değilse öte gitsin. Konuştun mu hiç?”
-“Annem annesine çıtlatacak bakalım. Ben konuşmadım. Çekiniyorum. ”
-“Neden?Sen benim kardeşim gibisin demesinden mi çekiniyorsun?”
-“Evet abi . Öyle olursa yıkılırım. ”
-“Elbette zor olur. Fakat seni tercih etme ihtimali yüksek. Her şeyden önce kadınlar kendilerine rahat bir hayat sunacak insanları tercih ederler. Seninde imkânın geniş. ”
-“Ya abi, sen bahset ona benden, benim hakkımda ne düşünüyor öğrensen diyorum. ”
-“Bu olmadı işte. Ben bu konuda insanların kendilerinin söylemesi taraftarım seviyorsan hiç kimseyi aracı yapmadan kendin söyle. ”
Bu konuşmadan sonra izin isteyip ayrılmıştı Cemal. Yıkılmışlığını kendine bile belli etmek istemiyordu. Akrabasıyla aynı insanı seviyordu. Hem onun daha fazlaydı alternatifi, zengindi her şeyden önce. Kendi sefaletini düşündü, çaresizdi. Giyindi düğün evine doğru yol aldı. Onu gördü Gülizar, akrabalarının ordaydı, gelmesi için el işareti yaptı. Bilirlikte beklemeye başladılar, birlikte izlediler gelinin gelişini ve o yanından hiç ayrılmadı. Ümitleri çiçek açtı yüreğinde Cemal ise göz boyamak adına, Gülizar’ın tüm akrabalarının halini hatırını soruyordu bu arada.
O günleri tekrar yaşadığında, için bulunduğu hal tam bir duygu karmaşasıydı. Etraf baktı tekrar tekrar . Bu gecelik bir yerde uyuyabilirdi. Sabah ilk iş olarak bir temizlik şirketini aramalıydı. Pencerelerin ikisinin camı kırıktı. Temizlenip eksikliklerin tamamlanması ve yeniden yaşanır bir hale getirilmesi lazımdı. Temizlik şirketinden iki bayan geldi, camcıyı çağırdı, ölçüleri aldı önce, sonra kesip geldi camları, macunla sıvadı, pekiştirdi. Paralarını ödedi temizlikçilerin. Şimdi daha iyi bir hale gelmişti. Annesi her seferinde temizlerdi ev, şikâyet ederdi tozundan, temizleyemediğini söylerdi. Temizlikçilerin, evi temizlerken ortaya çıkardıkları eski daktiloya takıldı gözleri, daktilonun kapağındaki tozları sildi bir bezle, şeritlerini çıkardı, kullanılmaz haldeydi, yağlanması gerekiyordu. Çok sevinmişti, bu olaya, asıl amacıydı; çocukluğunu yaşadığı bu yerde umudunu yitirmediği kitabı yazacaktı.
Daktilosunu bulması da onun bu amaç için canla başla çalışmasını körüklemişti sanki. Zafer kazanmış gibi hissediyordu kendini. Dışarı çıkıp gezmek, kimler kaldı görmek istedi yıllar sonra. Kapı kapı dolaşamazdı elbette, öylesine dolanmaya başladı, bir gün elbet birileri fark edecekti varlığını. Dağa doğru çıktı, o dönemlerde kendini dinlemek için gittiği çifte kavaklar vardı. Yolu düzelmişti, kavak boyunca boş olan alan doldurulmuştu. Mustafa amca vefat edeli üç sene olmuş. Şimdi varisi olan oğlu bakıyordu buraya. Alabalık havuzunun olduğu yer çiçeklendirilmiş, zamanında Mustafa amcanın diktiği ağaçlar kocaman olmuş, daha bir güzelleşmiş ve iç açıcı hale gelmişti. Bir müddet dinledi kendini, genç bir çocuk geldi yanına, tiryakisi olduğu çayı söyledi, bir sigara yaktı yanında. Kağıt kalem almamış olmasına yadı. Bir bir uçup gidiyordu bu ortamda aklına gelen kelimeler, sonsuzlukta şiirler bir kağıdın bedeninde kendini bulamayıp yerini alıyorken canı acıdı birden. Bu ortamlar değişmeden önce, Gülizar’da olmak üzere kalabalık bir grup olarak gelmişlerdi. Kaçamak bakışlar yakalamıştı o zaman, ilgisini hissettiğini düşünmüş ama sonra kendi isteği gibi görmek olacağını düşünerek, açılmamıştı, söyleyememişti. Eve geldiğinde akşam çoktan olmuştu. Ağır ağır çökerken gece, şehri içinde büyük bir huzurla izlemişti. Daktilonun şeridini yenilemesi gerektiğini hatırladı. Çarşı meydanına gidip, kırtasiyeden şerit aldı, bir dükkândan da makine yağı alıp geri döndü. Özenle daktilonun bakımını yaptı, şeridini yerleştirdi, kâğıdı koydu ve tuşlarına bastı, şimdi istediği gibi yazabilirdi. Tek problemi vardı; neyi yazacağını bilmiyordu. Yalnızlığını mı, geçip giden yıllarına mı, yoksa Gülizar’a duyduğu ve sonu hüsranla biten aşkını mı? En iyisi duygulara bırakmak olacaktı. Çünkü duygulara bırakınca kendini, elleri ve kalemi bir aracı oluyor, yazın güneşin altın çalışan bir rençper gibi, bıkmadan, yılmadan, yazabiliyordu. Televizyona doğru yöneldi, fişini prize yerleştirdi, televizyonu açtı, çalışıyordu. Demek sadece kendisi değildi yıllara meydan okuyan varlık, yalnızlığını bir an için unutmasında yardımcı olacağını düşünerek sevindi, izlemeye koyuldu.
Gülizar, otuz sekisinde kadındı şimdikilerle. Çocuğu almamıştı çok istemesine rağmen, saçları eskisi gibi kısa kesimliydi, biraz kilo almıştı, hala çok güzel, hala çekiciydi. Yıllar sanki onun güzelliğine güzellik katmıştı, yıllanmış şarap tadında bir kadındı. Annesiyle geliyordu, yavaş yavaş çıkarken yokuşu, halasının evinde bir ışık gördü. Şaşırdı birden zaman zaman bu yokuşu çıkarken, evde kimselerin olmadığını bile bile, bakmaktan alamadığı bu yerde, bir yaşam belirtisiyle karşılamak kendisini şaşırtmıştı. Eve gelir gelmez, annesine sormadan edemedi.
-“Anne halamların orda ışık yanıyor. Kemal abim mi geldi yoksa?”
-“Bilmem kızım, hiç haberim yok. Uzun zaman oldu onu görmeyeli. Belki gelmiştir. ”
Yüreğinde bir kuş, kafesinden çıkmak istercesine çırpınıyordu. Heyecanlanmıştı, dili damağı kurudu, mutfaktan bir bardak su aldı kendine, kafasında soru işaretleriyle yudumladı suyunu. Sabah ilk iş olarak, halasını oraya gitmenin en iyi olacağını düşündü. Bir süre annesi ve babasıyla sohbet ettikten sonra odasına çıktı, herkesin bir odası vardı bu evde, üstünü değişip yatağa uzandı, uyuyamadı. Sabaha doğru daldı derin bir uykuya. Kalktığında gözü duvarda asılı duran saate ilişti, saat 10’u çeyrek geçtiğini gösteriyordu. Apar topar giyinip, attı kendini evden dışarı ve halasının evine yaklaştıkça bayılacak gibi hisseti kendini, bir ara geri dönmek istedi, vazgeçti sonra, çift kanatlı tahta kapının önünde durdu, derin bir nefes aldı. Kapıyı açtı.
-“Ev sahibi… Kimse yok mu?” Kemal kapıda göründü, kapıyı açtı.
-“Buyurun kime bakmıştınız?”
-“Şey… Dün ışığınızı gördüm. Burası benim halamın evi de, merak ettim. ”
-“Siz…”
-“Tanıyamadın beni değil mi Kemal abi? Ben, Gülizar. ”
-“Gülizar…”İkiside susuverdi birden, gözleri dolu dolu oldu ikisininde.
Ne diyeceklerini bilemediler, uzun uzun baktılar birbirlerine, nasıl değiştirmişti yıllar Gülizar’ı ve Kemal’i, şimdi yıllar sonra karşı karşıyıydılar. Kemal hala seviyordu, daha doğrusu yıllar yüreğinin derinliklerinde ona duyduğu aşkı küllendirememiş, söndürememişti ki, onu yıllar sonra görmesine rağmen, ilk günkü gibi harlanıvermişti o ateşi. Kendini topladı Kemal, içeri buyur etti. Ocağa su koydu.
-“Çok şaşırdım gerçekten. Yıllar sonra dönünce buralara, yabancı bir yere gelmiş gibi hissetmekten alamadım kendimi. Şimdi sen gelmeseydin, yalnızlığın batağına düşecektim belki de. İyi ki geldin. ”
-“Dedim ya ışığı görünce, ilk sen geldin aklıma. ”
-“Demek ışıklarda görünmese hatırlanacağımız yok öyle mi?”
-“Aaa, aşk olsun. Eyvah su taşıyor. Çay nerde?”
-“Üst raftaki teneke kutunun içinde. ”
-“Hala eskisi gibi çay içiyor musun?
-“Fazla değil. Çarpıntı yapıyor artık, yaşlandım nede olsa. ”
-“Hatırlıyor musun, ninem vefat ettiğinde, sanırım üçüncü gündü, halam çay demlememi söylemişti. Bir demlik çayı tek başına içmiştin. ”
-“Sen yapıp geldiğin için…”Al al olmuştu Gülizar’ın yanakları.
-“Sözünü tutmamıştın ama o sene, hani bize yardım gelecektin tarlaya. ”
-“Hatırlıyorum şimdi. Neyse, geçmişten konuşuruz da. Sen kendinden bahset. ”
Yağmur yüklü bulutlar çörekleniverdi o güzel gözlerine Gülizar’ın, titrek bir sesle anlatmaya başladı.
-“Cemal’i bir kaza yüzünden kaybettim. Dördüncü senesine girdi. Denizli’de kendimize bir ev almıştık. Orada yaşıyorum. Bizim çocuğumuz olmadı. Aile içinde çok sıkındı çektim. Dışladılar beni. Para mutluluk getirmiyormuş bunu çok geç öğrendim. Cemal’le evlendiğim zaman çocuk sayılırdım daha, on sekizimdeydim. Babasının işini devem ettiriyordu. Bazen abisiyle kavga ediyordu. İçki içmeye başlamıştı, o kadar çok denedim ki vazgeçirmek için ama olmadı. Zaten onu benden alan kazada çok içkili olmasından dolayı yaşandı. Telefon etti gece yarısı, eve gelmeyeceğini söyledi, müzik, gürültü, gülüşme sesleri geliyordu. Gelmesini istedim, tersledi beni. Sabaha kadar merakla bekledim, gözüm saateydi ve saatler bana inat yaparcasına geçmiyordu. Yüreğime bir sıkıntı, bir sızı oturmuştu. Uzandım yatağıma, dalmışım. Kötü bir rüya gördüm. Uyandığımda o hala yoktu yanımda. Öyleye doğru bir telefon geldi. Onun ölüm haberini aldım. Dünyam yıkılmıştı o an. Ağlaya ağlaya bindim arabama ve hastaneye gittim. Zühtü abim, çocukları, yengem olmak üzere herkes ordaydı. O gün ikindi namazından sonra defnettiler. Ah. Hayat işte. ”
-“Üzüldüm. Başın sağ olsun. Yaradan’ın taktiri ilahisi işte. Peki ya şimdi. Ne yapıyorsun? Okula bıraktın diye hatırlıyorum ama…”
-“Evlilik kararı aldıktan sonra bıraktım. ”
-“Oysa hukuk okumak istediğini söylüyordun. İdeallerinden bu kadar çabuk vazgeçebilmiş olmana anlam veremiyorum. ”
-“Dedim ya, ailemde, bende büyülenmiş gibiydik. Bana alınan pahalı hediyeler, sunulan vaatler adeta gözümüzü boyamıştı. Öyle ki benim için tutkuya düşen okuma isteğini bile köreltmişti. Bende çok isterdim eğitimimi tamamlamayı. Ablam gibi olmayı çok isterdim. O okula bitirdi, bir müddet öğretmenlik yaptı bir çocuk yuvasında, şimdide müdür oldu. Eşide eğitimci. Oğlu lise üçe geçti bu sene. ”
-“Abin ne yaptı?”
-“O da kendi bilgisayar şirketi açtı. Çalışıyor. Onunda mutlu bir yuvası var. Senin anlayacağın bir tek benim şansım yağver gitmedi. ”
-“Ne olur üzme kendini, kimse alnına yazılan senaryoyu bilemez, sadece kendine verilen rolü oynar. Hayat ne oyunlar oynuyor insana kolay değil. Yaşadıkça öğreniyoruz. ”
-“Hep ben anlattım. Birazda sen anlatsana. Senin hayatın, yaptıkların, yalnız mısın? Çoluk çocuk felan yok mu? Yıllar sonra neden tek başına döndün. Yengem nerde?”
O an bir çırpıda anlatmak istedi yaşadıklarını. Gülizar’ı izledi çaylarını tazelerken ve uzun uzun düşündü. Hatta öyle bir hal içinde buldu ki kendini, yıllar sonra karşısında gördüğü ve bunca zaman içinde imkansız bir yerde ulaşılmaz ilan ettiği delice sevdiği kişiye yıllar sonrasında sevdiğini bile söyleyebilecek güçteydi fakat sustu.
-“Ne o derin düşüncelere daldın. Anlatmayacaksın anlaşılan. ”
-Ah! Daldım birden, Nereden başlasam, nasıl anlatsam diye düşünüyorum”
-Bu kadar zor mu abi?
-“Zor, meşakkatli bir yaşam, aşksız geçmeyen anlar ve kalbinin derinliklerine gömülen bir aşkın sonucunda gelen yalnızlıklarla dolu hayat kırıntıları”
-“Nedir seni bu kadar zorlayan, anlatmadığın konu. Dönüşünün sebebi nedir abi?”
-“Özlem desek. Yapılan yanlışları telafi edebilmek için bir dönüş. Ama görüyorum ki çok geç kalmışım. Yine yalnızlığın karanlık kucağı açıldı bana karşı. ”
-“Neyse, gözlerinden hüzün okuyorum abi. Anlatmak istediğin zaman anlatırsın. Ben gideyim artık. ”
-“Gidecek misin?”
-“Evet, epey oldu buraya geleli. Gene gelirim. ”
-“Beklerim, kapım açık sana her zaman. ”
Kapıya kadar Gülizar’a eşlik eti. Onu uğurladıktan sonra hemen üst kata çıktı. Daktilosunu önüne aldı ve yazmaya başladı. İlhamın getirdiği bir aşkla yazıyor, bir taraftan kurguluyor ve hemen kâğıtlara aktarıyordu. Gözleri yorulmuştu, ne zaman umurundaydı, ne dönen dünya. Kendi görmek istediği gibi görmekten korktuğu ve red edilme ihtimalinin engellendiği, yıllarca kaleme alınmayı bekleyen bir aşkın öyküsünü kalemi almak bu zamana nasip olmuştu. Garip bir huzur içindeydi ve kendini ilk defa böyle mutlu hissediyordu. Parmaklarını çekti daktilonun tuşlarından, ellerini başının ardında birleştirdi, biraz geriye attı bedenini. Gülümsüyordu, yüreğinin en gizli yerinden gelen sıcak gülümseyişiyle, Gülizar’ın hayaline gülümsüyordu. Gözlerini kapattı bir an, nasıl acıyorlardı. Kendini yorduğu zamanlar babası kızardı ona ve tok bir sesle “oğlum, yarın huzuru mahşerde şikâyetçi o beden senden, kendini çok zorluyorsun” derdi. İç çekti birden, babası; her evladın gözünde olduğu gibi korktuğu, saygı duyduğu, örnek aldığı ve bulutların üstünde bir makamda oturan bir insandı ve bunu zorluğunu görür, onun yaşayışı gibi yaşamaya çalışırdı. Ne kadar emek vermişti, kendisi için ne kadar çok çaba göstermişti o yüce insan. Bir an kendini aldı karşısına, pişmanlıklar denizi içinde yüzerken buldu ruhuna yaptıklarından dolayı bir kere daha pişman oldu. Kara bulutlar çökmüştü bir anlık mutluluğunun üstüne, her zaman ki gibi yapmanın en iyisi olacağını düşündü. Ne zaman mutsuz hissetse kendini, Mevlana’nın sözü aklına gelir ve bir saatlik mutluluk için atardı kendini derin uykuların koynuna çokta yorgun hissediyordu.
Gülizar, soru işaretleriyle döndü eve, gece boyunca cevaplar aradı kendince, neydi onun anlatması güç olan, kendisi bir çırpıda anlatıvermişti, anlatırken aynı acıları defalarca yaşamasına karşılık… Derin düşüncelere sebep olup onu bu kadar suskunluğa sürüklenmesinin bir nedeni olmalıydı, böyle düşüncelerin içerisindeyken uzandığı divanda uyuyakalmıştı. Sabah hep birlikte kahvaltı ettikten sonra yalnızlığının beklediği Denizlideki evine gitmek için yola çıktı. Ne kadar zor geliyordu kendisine, kimsenin anlayamayacağını düşündü. Eve vardığında, istemeye istemeye açtı kapıyı, her yanı yalnızlıkla dolu koskoca bu ev kendisinin hücresiydi. Güneş gören, kendi için yarı açık ceza evinden farksız, çevresi dikenli tellerle çevrelenmemiş fakat dikenli tellerin yüreğini çevrelemesine sebep olan yalnızlıkla dolu bu mekân.
Ama yinede kopamamıştı bu mekândan, mutluluğu, acıyı ve buna benzer bir çok duyguyu bu evde yaşamış, kendi için değerli olan ve yalnızlığına sinen şimdiye göre anıların arasında yer alan kısa ömürlü bir evliliğin yaşandığı kalesini terk edip annesinin yanında yaşamayı yedirememişti kendine. İçi kıpır kıpırdı, bir an gençlik dönemlerindeki çılgınlıkları geldi, on beş yaşında olduğu gibi kanı kaynıyordu. Kemal’i yıllar sonra görmesinin bir etkisi olabilir miydi? İhtimal vermedi, bir an için düşünmesine rağmen. Kızdı kendine, ne adresini vermişti, ne de telefonunu. Bir daha ki görüşmelerinde bunu yapmalıydı ama ona ulaşmak için ne gerekiyorsa her şeyi de almalıydı. Takılmıştı ya aklına, ille de istediğini yapacak, daha dün gelmişti köyden, aceleyle giyindi, evden çıktı, arabaya binip köye gitti. Neden böyle bir şey yapacağını kendiside bilmiyordu. Fakat Kemal’in evine vardığında, iki kanatlı tahta kapıyı kilitli buldu. Hevesi kursağında kalmıştı, üzülmüş, anlamsız bir burukluk içindeydi. Tam geri dönmek üzereyken, kemal köşe başını döndü, kafasını kaldırdı, Gülizar’ı gördü. Hayal gördüğünü sandı önce, Gülizar da ona doğru yaklaşırken bunun bir hayal olmadığını anladı.
-“Hadi gidiyoruz”
-“Nereye. ”
-“Seni kaçırmaya geldim. ”
-“İyide nereye gideceğiz. ”
-“Sürpriz, söylemem. ”
Yol boyunca konuşmadılar. Arabaya bindiler, yine konuşmadılar. Konuya nerden gireceğini bilmeyen ya da ertesi gün için öğretmenin verdiği ödeve hazırlanmış olmasına karşın tahtaya çıkınca nerden başlayacağını bilmeyen lise öğrencisi gibiydiler. Suskunluğu bozan Gülizar oldu.
-“İşte bak, burası benim evim”
-“Hım, çok güzelmiş, çiçeklerle donatmışsın her tarafı. ”
-“Ne yapayım, yalnızlıktan. ” kapıyı açtı, buyur etti Kemal’i içeri.
-“Sen dolaş istersen, bu arada bende bir çay suyu koyayım. ”
Duvarda Cemalle Gülizar’ın düğünde çekilmiş fotoğraflarını gördü. Garip bir hüzün kapladı içini. O arada Gülizar girdi içeri.
-“Ee, otursana, ayakta durma öyle abi. ”
-“Otururum ya, çok güzel bir evin varmış. Güle güle otur. ”
-“Sağ ol abi. Yalnız olunca insan göremiyor güzellikleri. Bana hücre gibi geliyor. ”
-“Anlaya biliyorum seni. ” Gülizar gider, çayı demler. Çaydanlık, bir tepside iki bardak, şekerlikle geri döner.
-“Geçen gün, seninle konuştuğumuz gün sabaha kadar düşündüm. Ama cevapsız kaldı birçok şey. Hep ben anlattım, şimdi sıra sende. ”
-“Bugün konuşturmaya kararlısın anlaşılan. ”
-“Valla öyle, sen konuşmazsan bırakmam seni. ”
-“Dinle o zaman. ” Gözlerini kenetledi Gülizar’ın gözlerine ve anlatmaya başladı. Bunca sene yüreğinin bir köşesinde saklamıştı her şeyi ve bilmesi gereken biri varsa en başta Gülizar olmalıydı bu.
-“O sıkıntılı dönemimi bilirsin. Üniversiteyi bitirip de işsiz kaldığım günleri. O günde birini sevdim ben. Ama cesaret edemedim, söylemeye, daha doğrusu sefaletime bir aşkı, acılarımı paylaşacak, sıkıntılarımı benimle yaşayacak bir canı dahil etmek istemedim. Tamamıyla psikolojim alt üst olmuştu. İşsizlik, aileme olan sorumluluğumu yerine getirmeme belli etmesem de beni üzüyordu. Yine de çok sevdim. İster kaçış de, istersen başka bir şekilde adlandır, uzaklaşmak istedim, dayanamadım, çünkü onu kaybetmiştim. Parası bol olan biri satın almıştı onu. ”
-“Bu kişi. . . ”
-“Tahmin ettiğin gibi sendin Gülizar. ” Gözleri doldu birden, tuttu kendini.
-“. . . . . . . . . . . . . ”
-“Dur dinle madem, anlatacağım. İstanbul’a gittim. Arkadaşlarım yardımcı oldular, iş bulmam da yardımcı oldular. Sınavlara girdim. O yıl ve yedek subay olarak askere gittim. Askerde teskere bıraktım. Göze alamdım dışarıdaki hayatı, izinlerimde gelmeyi çok istedim ama olmadı. Beni bir gün bir toplantıya çağırdılar, toplantı dediysem kutlama gibi bir şey. Orada eşimi gördüm tanıştık. Çocuk doktoruydu kendisi. Orta boylu balıketli, sıcacık gülen, kızıl saçlı, dünyalar güzeli bir insandı. Hayatım onu tanıdıktan sonra değişti. Sanki bir peri sihirli değneğiyle her şeyi değiştiriyordu. Onunla görüşmelerimiz sıklaşmıştı. Öyle bir hal aldı ki ilişkimiz, birbirimizi göremesek bile saatlerce telefonda görüşür olmuştuk. Karar verdik, bu güzel ilişkiyi evliliğe götürmeye. 1 Ocak 2006’da evlendik. Her şey o kadar güzeldi ki, rüya gibiydi. Çocuğumuzu bekliyorduk, ikimizde kız olmasını istiyorduk. Erken doğum yapmıştı karım. Çocuğumuz bir hafta yaşadı küvezde. Ne gece, ne gündüz kalmıştı bizim için. Birden hayatımızın tozpembeliği yerini siyaha bıraktı.
Hep yanında oldum o günden sonra, , elimden gelen desteği verdim. Aylarca çalışamadı, kendisini toplaması için yapmadığım kalmadı. Çok içmeye başlamıştı. Ne desem dinlemiyordu, üzülüyordum. O da farkındaydı, sonra işine döndü. Bir gün acil bir hasta gelmiş, ameliyata almışlar ve nasıl olduysa kurtaramamışlar. İstifasını verip gelmiş. Anlam veremedim bu yaptığına, zil zurna sarhoştu istifasını verdiğini söylerken. Bu son damla olmuştu. Tartışmaya başladık kendimi kaybetmiştim bende değişmiştim. İçime atıyordum her şeyi, belli etmemeye çalışıyordum. Birden kendini dışarı attı, deli gibi koşuyordu sokakta, ardından bende koşuyordum. Hızla gelen arabayı sonradan fark ettim, durmasını söyledim Sevilay’a ama beni duymuyordu. Araba çarptı. Hastaneye götürürken, ambulans da can verdi karım. Gözlerinden bulgur bulgur yaş akıyordu. Gülizar da gözyaşlarıyla dinliyordu Kemal’i, yüreği burkuldu. Acıdı ama belli etmiyordu. Gururlu adamdı Kemal, acıdığı hissetse, onunla bir daha görüşmezdi.
-“Gençken edebiyatla uğraşırken bilirsin, bir kitap çıkartmaktı hayalim. Şimdi o hayali gerçekleştirmek için geri döndüm. Daha ne sıkıntılar yaşadım, onları da anlatmaya kalsam, hele yazsam ciltlerce roman olur Gülizar. Seni bir an olsun unutmadım. Seni Sevilay da buldum belki de, onunla ondan bu derece mutluyduk. Emekli oldum isteğimle geri döndüm, kitabımı yazıp gelirini annesiz babasız çocuklar vermek ve geride bir eser bırakabilmek için. Bu yedi yaşındaki hayalimdi. Şimdi yazıyorum. Yaşıyorum işte yaşamak denirse…
-“Sende acı günler geçirmişsin. Çok güçlü bir insansın sen. Tıpkı benim gibi. İkimizin de hayatı, kırık aşk hikâyesiyle, acılarla dolu. Ama bundan sonra umarım, mutluluk bulur bizi. ” Ellerini tuttu Kemal’in. İçi titredi birden, Cemal’den sonra böylesine sevgiyle tuttuğu ilk erkek eliydi. Heyecanlandı, utandı.
Kemal bu durumdan güç almıştı, bundan sonra mutluluk bulur muydu? Neden olmasın, aşkın yaşımı vardı. Engel olur mu yaş aşka. Sevmek güzel şeydi, olmazdı, hiçbir engel tanımazdı aşkı uğruna. Karar verdi, yıllardır yüreğinde sakladığı sevgisini söylemeye.
-“ Seni seviyorum Gülizar. Eğer kabul edersen, bugüne dek ertelenmiş aşkı seninle bundan sonraki hayatımızda ertelemeden yaşamak istiyorum. Belki erken diye düşünebilirsin. Yani dün bir, bugün iki diye düşünebilirsin ama samimiyetime inan yıllardır yüreğimin bir köşesinde duran ve yaşanmayı bekleyen bir aşkla bağlıyım sana. Ne olur hayır deme bana, belki böylesi daha hayırlıdır. Şuan ellerimizi birleştiren Yaradan, böyle uygun görmüştür bizlere. Kader kısmet demeli bazı şeylere ve bundan sonraki yaşamımda yanımda olur musun?
-“ Yani. . . Sen. . . ”
-“ Benimle evlenir misin?” bu soruyla karşılaşacağını, olayların böyle gelişeceğini hiç düşünmemişti Gülizar. Eşinin ölümünden sonra böyle bir şeye cesaret edebilir miydi? Ya ailesi ne derdi bu duruma, ya çevresindeki kişiler ne derdi? O da özlememiş miydi böylesi duyguları yaşamayı, bazen yaşayamam artık deyip kendine hüzünlenmez miydi, ağır gelmez miydi yaşadığı yalnızlık? Öylesine karışık duygular yaşıyordu.
-“ Hey kendine gel. Sana diyorum Gülizar. Benimle evlenir misin? Ne olur hayır deme. Bak emekli maaşım var, yani sıkıntımız olmaz, istediğimiz yere gider istediğimizi yaparız. İnsan hissettiği yaşta değil midir? Düşünme hiçbir şeyi, ne olur. Cevap ver bana hadi. ”
Sevebilir miydi başka birini, kalbinin temizliğini biliyordu Kemal’in ve samimiyetine güveniyordu. Nesi eksikti aşkı doyasıya yaşayanlardan, gençti, güzeldi. Doyumsuz bir aşk yaşayacağından emindi, hem ihtiyacı vardı bir başka ruha. Yutkundu önce, heyecanın etkisiyle sesi titreyerek “ Evet, kabul ediyorum. ”dedi. Birbirlerine sarıldılar hasretle Kemal yeminler etti onu asla üzmeyeceğine ve hiçbir şeyin üzmesine izin vermeyeceğine. Kimseler umurlarında değildi ve her şeyden önemlisi sevgiydi. Kendi aralarında planladılar, iki kişilik düğün töreni yaptılar. Mutluluk onları buldu, acı dolu yaşamlarının sonunda. Kemal kitabını çıkarmıştı, geliriyle birçok çocuğa yardım ettiler, birçok çocuk Kemal’e baba, Gülizar’a anne diye hitap ediyordu. Her an eleleydiler. Birbirlerini yıllar sonra bulmanın sonucunda bir daha kaybetmeyişlerini gösterircesine el ele. Kemal öldüğünde yetmiş beş yaşındaydı
BAKİ EVKARALI