DEDEMİN ELMALARI
Geçen gün , çocukluk yıllarımda hafızamın ezberlediği o kokuyu alır gibi oldum. Ağustos sıcağında pazar yapmanın, çeşit çeşit meyve ve sebzelerle zengin pazar tezgahlarının cazibesi yanında, bir de hatırı sayılır bunaltıcı havada eziyetli yanı var. Gözlerim, iki yumruk büyüklüğünde elmaları görünce pazar tezgahında zamanı geriye sardı. O yıllar yaşanan gün ile geleneğin en güzel uzlaşısının olduğu yıllardı. Çocuktum ama meğer ne güzel ve özel gözlemlerim olmuş. Zamana mı, o yılların insanlarına mı yoksa talihe mi teşekkür etmeliyim?
Dedem tamamen ak düşmüş saçı ve sakalı, çekik, yumuk gözleri, beyaz teni, uzun boyu ve ince bedeni ile annesinin kanından aldığı Çerkezliğin bizdeki en güzel yansımasıydı. Sabırlı, az konuşan ama affı az olan bir insandır hatıralarımda . Sigara ile olan kadim dostluğu, tabakasından ince kağıdın arasına alıp hünerle yuvarlayıp da şekil verdiği tütün yapraklarının dumana karışması ile adeta ritüele dönüşürdü. İçinde çay takımları olan küçük sepetini alır, evin arka bahçesine çıkar, o zamanlar çokça kullanılan piknik tüpünde minyatür demliği olan çaydanlığında çayını demler , çaydanlığı üzerine serdiği kalın örtüler ile biraz kenarda beklettikten sonra ince belli bardakta demli çayını sigaraya arkadaş ederdi.
Bu bahçe keyfi, özenle baktığı, sulayıp ilaçladığı, kış sonu bahar için budadığı elma ağacının altında yaşanırdı. O ağacın dalında , bir küçükbaş hayvan kurukafası öylece durur, yanından her geçtiğimde ürkütürdü. Heybetli ağaç, evin çatısına koca bir dalını atmıştı. Rüzgarlı güz gecelerinde, mutfağın alüminyum çatı kaplamasına yaprakları ile çarptıkça ürperirdim. Çok verdiği yıllarda koca meyveleri dallarını eğer, dedem kırılmasınlar diye destekler çatardı. Çocuğu gibi baktığı, üstüne titrediği, o bahçenin güzeli, cömert ağaç, her bahar çiçek açan dalları ile gelinlik kız gibi olurdu. Hemen yanında maydanoz ve nanesi eksik olmaz, güvercin gübresi ile boy verdikçe biçer, mutfağın yeşilliğini eksik etmezdi. Gülleri, üç dört kök asması ile yeşillenen küçük bağı, dut, kayısı, mürdüm eriği ağacı ile bahçe, dedemin dünyasıydı. Yaz sonu elmalar iyice büyüyüp hafif alacalanmaya başlar ve dedem ilk elmanın tadına baktırırdı. Yeşil yapraklı ağaçlarla donanmış bahçede saksağanlar eksik olmazdı.Onlara ulaşmak için türlü oyunlar yapardım ama nafile!
Köy yerinde akşamları ev gezmeleri ile geçerdi. Aynı veya farklı soyadı taşıyan pek çok evin insanı akşamları bir araya gelir, teknolojik kirlenmenin olmadığı saf, temiz, tabii, çok kez bilgece söyleşiler yapılırdı. Dedemin o özel akşamlarda misafirlere ikramı emek emek yetişirdiği elmalar olurdu.
Dalından toplanıp kerpiç köy evinin beyaz toprakla sıvanmış odalarında nişlerde dizilip bekletilen elmalar tatlanır, o güzel elma kokusu bütün evi kaplar, adeta elmalar demlenirdi. Gece elma kokulu bir evde uyumak nasıldır bilir misiniz? Şöyle düşünebilirsiniz, bir elmayı ortadan kesin, ayrılan iki yarıyı koklayın, içinize çekin dolu dolu ve düşünün bu kokunun evin bütün duvarlarına sindiğini… Adeta bir mutluluk iksiri damarlarınıza zerkedilir ve genzinizden akciğerlerinize oradan beyninize ulaşır. Dedemin en büyük zevki misafirlerle elmaları paylaşmaktı. Cep çakısını kimseye vermez, özenle kullanır, dilimlediği elmaları ikram eder,işi bitince ağzını siler, boynuzdan sapının içinde muhafaza etmek üzere kapatırdı.
Aslında akşamlara renk katan elmalardı. Dalından koparılıp toprakla sıvalı kerpiç duvarlar arasında bekledikçe dedemin ilgisiyle tatlanan yeşil elmalar, kabuğuna düşen alacalıkla da adeta sevginin ve mutluluğun tadına tercümanlık yapmak üzere hazırlanırdı. Emeğin, üretmenin en tatlı örneğiydi dedemin elmaları. Paylaşmanın tadının elmalar kadar güzel olduğuna dedemle birlikte şahitlik ederim.
Harun Özmen