- 1134 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Çocuk İşçi
Yaşım henüz 12’ydi. Şimdi olsa kabul etmez, yanlış bulurdum o yaştaki bir çocuğun çalıştırılmasını. Ama durum başkaydı. Düşününce, annemin çalışmama izin vermesinin sebebini anlıyorum. Beni korumak adına yapmıştı bunu, babamın ölümünün ardından çalışmak zorunda kalması ve bizi emanet edeceği kimsesinin olmayışıydı sebep. Zaten Çalışacağım mağaza yabancı sayılmazdı, bir zamanlar babam da çalışmıştı yanlarında.
Çocuktum. Ne zaman toptancıya gönderseler en büyük zevkim yolda aldığım simit’i yiyerek hayaller içinde yürümekti. En sevdiğim toptancı ise asansörü olan ve ikinci katta bulunan çamaşırcıydı. Sanıyorum 5-10 kez asansörden bir aşşa bir yukarı iner çıkar, sonra alışverişi yapardım. Alışveriş dedimse elimdeki listeyi uzatır hazırladıkları koliyi alır gelirdim. Her zaman geç kalırdım ve azarlanırdım patron tarafından.
Bir gün de kaybolmuştum, saatler sonra buldum dükkanı. Patron; "nerde kaldın " diye çıkıştı bana. Ben ise "kayboldum" demeye utandığım için sustum. Zaten hep susardım.. Kendi dünyam da yaşar etrafımda dönüp duran olayları izlemekten başka bir şey yapmazdım. Azar işitmeye alışmıştım, zaten ne yapsam kızıyorlardı bana. Bet, cırtlak sesiyle bağırıp çağırdı, ben başımı öne eğip dinledim ve bir an önce susması için dua ettim.” Kayboldum”. demiş olsaydım kızmak şöyle dursun endişelenir hatta bir daha göndermezdi belki de. Dilimi yutmuş gibi susmamış olsaydım, ben haklı bile çıkabilirdim.
En sevdiğim şey müşteriyle ilgilenmekti , ne zaman bir müşteriye doğru yönelecek olsam, hemen oradan Sema cadısı gelir kapardı müşterimi. Yani ben öyle düşünürdüm o yıllarda. Oysa o yaştaki bir çocuk ne anlardı satıştan? Allah biliyor cinim kadar sevmezdim Semayı. Sadece Hatice ablayı severdim. O iyi kalpliydi, Hatice ablanın bacaklarının arasında dururdum hep, o müşteriyle ilgilenirken bende merakla izlerdim olayları. Bazen bir makas alırdı müşteri yanağımdan, bazen de gülüşürlerdi tezgahla aynı boyda oluşumdan ve meraklı bakışımdan.
Evimiz iş yerine uzaktı, otobüsler o yıllarda saatte bir gelir ve tıka basa dolardı. Ben ne yapar ne eder binerdim o otobüse nede olsa bir sonraki otobüse kalırsam kıyamet kopardı evde. Asker yeşili gocuğum arkadan bir erkek çocuğunu andırırdı, bense kalabalığın arasından otobüse binmeye çalışan uyanık konumuna düşerdim. Bir keresinde adamın biri arkadan yakama yapışıp havaya kaldırarak beni kendine çevirdi. Tabi o an, korku dolu çocuk gözleriyle karşılaşınca bir kız çocuğunun , mahçup indiriverirdi yere. Gülümsedi gevrek gevrek" kız çocuğuymuş yahuuu". Ben bir kez daha adama bakıp bindim otobüse, bu günü de kurtardık diyerek.
O bakış hep kaldı ben de, ne zaman başım derde girse; ürkek , korkak ve "şimdi ben ne yapacağım" gözleriyle baktım insanlara . Bir çok insan anlardı o bakışı, insanları anlayacak kadar derinse duyguları, hemen bırakırdı yakamı, çuvalladığım da korktuğum da.
Bir ara peşimi bırakmayan bir çocuk belirdi ortalıkta , benden bir iki yaş büyüktü sanırım. Öyle canımı sıkardı ki , dua ederdim bu gün gelmesin diye. O ise inatla her gün iş çıkış saatimde mesaiye gelir gibi gelir, ben eve gidene kadar takip ederdi. Bir gün otobüse binmiştim ama ayaktaydım, o ise arka sıralar da oturmuş bana bakıyordu, yüzümü bile çevirmedim bir an olsun. Birden yerinden kalkıp bana yer verdi, nasıl yaptım bilmiyorum ama fena azarlamıştım. Otobüste olan herkes bana tepki gösterip kızdı" şuna bak, yer veriyor, kız ise azarlıyor, ne ayıp" gibi konuşmalar geliyordu kulağıma. Hiç bir tepki vermeden durdum ineceğim durağa kadar. Yine savunmamıştım kendimi ve susmuştum öylece, oysa "uzun zamandır bu çocuk beni rahatsız ediyor" demiş olsaydım haklı olur hatta tepkileri o çocuğun üstüne çekerdim.
Bazen mağaza da ilginç olaylar olurdu, bazen de ilginç müşteriler gelirdi. Ben ne zaman sıkılsam çamaşırları düzenlerdim, renkli kilotları sıra sıra dizmek hoşuma giderdi. Bir gün bir travesti gelmişti, adeta köpeğiyle konuşuyor köpek ise onu anlıyordu, "Janet ölsün" demiş, köpek ise başını havaya kaldırıp ulumuştu. Çok şaşırmıştım, yıllarca aklımdan çıkmadı. Bir de dev gibi bir kadın gelirdi, basket oynuyormuş sanırım. Ya ben kücücüktüm ya da o kocamandı. Korkup sinmiştim bir köşeye.
O sabah halsizdim, ama sebebini anlayamayacak kadar küçüktüm. Yine her zaman ki sabah mamurluğu olduğunu düşünmüş işe erkenden gelmiştim. Gözlerimi açamıyordum ve bir uyku hali çökmüştü üzerime, bir köşeye oturmuş kendime gelmeye çalışıyordum. İlk Sema fark etti, tembellik yaptığımı düşünüp bir güzel payladı beni. Elime bardakları tutuşturup iki kat aşşağı da olan lavaboya gönderdi yıkamam için. Yürüyen merdivenlere bindiğim de başımın döndüğünü hissediyordum ama kendime hakim olmaya çalışıyordum. Bardakları yıkayıp mağazaya döndüm. O gün müşteri bolluğu vardı aksi gibi ve sürekli bir iş buyuruyorlardı bana. Yemek almaya gönderiyorlar, tezgahların üzerini düzenlememi söylüyordı. mağaza da iş varken oturan elemana çok kızar patron ve ben öğle saatlerine kadar oturup durduğum için sürekli azarlandım. Hasta olduğumu söylemedim, belki söylemiş olsaydım izin verebilirdi bana patron yada vermese bile o kadar üstüme gelmezdi sanırım. Ben yine susmuştum işte nedense.
Öğlen olduğunda 1 saat yemek molası verilirdi. Hiç iştahım yoktu, tek istediğim biraz uyuyabilmekti. Mağaza kapanırdı müşteriye o saatlerde, ben de sabahlıkların arasına kıvrılıp uyumuşum. Saatler geçmiş...
Kulağıma patronun sesi geliyordu" Küçük Ayşe’yi bulmadan gelmeyin, kimbilir başına ne geldi?" diyordu. Benim sabahlıkların arasında uyuduğumu fark edememişlerdi sanırım. Duyduğum halde ortaya çıkmadım, bana kızacaklarını düşündüm, hem de uyku bırakmıyordu yakamı, başımı kaldıracak halim yoktu, Arada titreyip bir sabahlığa sarılıyorum, sonra terleme nöbetleri geliyordu. mağaza iyice karışmaya başlamıştı, Hatice abla korkmuş dizlerine vuruyordu" kesin üzülüp kaçtı, sürekli azarlayıp kalbini kırdnızın yavrucağın" diyordu. Sırf onu üzmemek adına olsa bile yinede kalkacak halim yoktu. Bazen kalkmak bağırmak istiyordum ama sesim çıkmıyordu bir türlü. Birden mağazaya müşterinin girip, sabahlık bakmak istediğini duydum ve Semanın sabahlıklara elini attığında şaşkın şaşkın bana bakışını gördüm. Sema benden çok büyüktü ama ben ona hiç abla dememiştim. Nefret dolu bakışlarımı fark eder, "sen beni hiç sevmiyorsun" derdi. Birden bir çığlık attı, "gelin gelin, bizim ufaklık burada". Herkesin telaş içinde koşmaya başladığını ayak seslerinden anlamıştım. Hatice abla eliyle başımı sıvazlarken bir çığlık daha attı, "aman allahım! bu çocuk ateşler içinde yanıyor!". Patronun eşi Rıza amca telaş içinde yanıma gelip yüzüme elini sürdü ve kucağına alarak beni hastahaneye götürdü. Nadire teyzenin yüzü bembeyaz olmuş ilk kez bana bu kadar şevkatle bakmıştı. O andan sonra olup biten her şey hafızamdan silindi. Uyandığımda bir yatağa yatmıştım ve kolumda serum vardı. Patron, eşi ve ve Hatice abla başımda ağlıyordu..
m-jgan
YORUMLAR
Çocukların o kendilerince kamaşık ama aslında basit ve ufacık sebeplerden kaynaklı olduğu halde, ruhlarına çöken derin tedirginlik duygusunu pek bi güzel yansıtmışsınız...Hastalıklarda ne kadar masum ve çaresizdirler...
Güzeldi...
nitemtran tarafından 10/13/2014 12:18:57 AM zamanında düzenlenmiştir.
İşte bu...bir önceki bir başka kalem miydi ki, dedirten bir anlatım. Sıfır hata... Sanırım çok iyi bildiğiniz bir durum anlattınız ki, her cümle, her duygu planlanmış / kurgulanmış gibi anlatılmış. Hatta finalde noktayı koyduğunuz yer profesyonelce olmuş.TEBRİKLERİMLE, SAYGIYLA