- 806 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
EYVAH CÜZDANIM YOK! -2-
Oğlumun susuzluğu geçmişti, ama sıkıca sarılıp göğsüne bastırdığı ‘bu benim mm,’ dediği su matarasını vermeye hiç niyeti yoktu. Su matarası zorla elinden alınan aynı yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim küçük kız dudaklarını bükmüş, ha ağladı ha ağlayacak haldeydi, onun başını okşayan annesi anlayışlı görünüyordu. Bir yandan da telaşlı halime bakıp, müşfik bakışlarla;
- Çocuk işte… Üzülmeyin hanımefendi, diye bize hoşgörülü izlerken kızının başını okşuyordu.
- Anlayışınıza teşekkür ederim hanımefendi, oğlumun da aynısı var, evde unuttuk. Kendisinin sandı. Haklısınız, çocuklara söz dinletmek kolay değil.
- Olsun, o sizde kalsın… Ben kızıma bir yenisini alırım, siz üzülmeyin.
--
Gülhane Parkı’nın çıkışındaki duygusal trafiğimizi atlatıp, bir taksiye bindiğimizde ancak rahatlamıştım. Taksinin arkasında iki çocuğumun –su matarası- çekişmesi devam ederken ben sürücüye adresi söyledim. Bir yandan da içimden eşimin annesi evde olsun, diye dualar ediyordum.
Trafik çok tıkalıydı. Sirkeci’ye geldiğimizde yol ve kaldırımlar iğne atsan yere düşmez misaliydi. İnsanlar karıncalar gibiydi. Havanın sıcaklığı bir yandan egzozdan çıkan benzin atıkları midemi bulandırmıştı.
İkindi güneşinin sarı ışıkları gökyüzünü sımsıcak kucaklıyor, Mavi Marmara’nın su buharı gözle görünür derecede havaya yükseliyordu. Direksiyon simidine sıkı sıkıya yapışmış sürücü ellili yaşlarda, diksiyonu düzgün İstanbul beyefendisine benziyordu. Onu yandan şöyle bir bakıp, ‘acaba cüzdanımı kaptırdığımı ona söylesem mi,’ diye içimden geçirirken arkada su içmek isteyen, matarayı ‘hayır, bu benim… vermicem işte…’ diyerek aralarında çekişen oğlumla kızımın söz savaşının arasına girdi:
- Aa, sen küçüksün. Ablalara saygılı ol bakayım. Ver bakayım o su matarasını bana! Şimdi arabadan indiririm sizi, az susun kafamız şişti burada…
Sürücü bu sözlerden sonra bana dönüp;
- Siz rahat olun, ben emekli bir öğretmenim, demişti.
Tam arkaya dönüp, onları azarlayacaktım ki, su matarasını alan sürücü sakin bir ses tonuyla;
- Lütfen hanımefendi bakın sustular, bile…
Başımı arkaya doğru çevirdiğimde çocuklarım gerçekten –dut yemiş bülbüller- gibi arkalarına yaslanmış hareketsiz oturmaktaydılar. Su matarasını bana uzatan sürücü, ortalığı sakinleştirmenin başarısını vites kullanan elinin başparmağı ile –başardık- işareti yaparak belirtmişti.
Taksi Kabataş’a geldiğinde trafik biraz soluk almışa benziyordu. Kıyı boyunca uzanan yeşil çimenler insanlarla doluydu; asırlık çınar ağaçlarının gölgesinde insanlar mangal keyfi yapıyorlardı. Kıyıları piknik alanına çevirmişlerdi.
Oğlum bu arada ablasının omzuna başını yaslamış, şekerleme yapmaktaydı. Sürücü trafiğe kızmaktaydı.
- Emekli ikramiyemle bu taksiyi aldım, ikinci iş yapayım, diye… İnanın pişman oldum! Bu çile çekilir gibi değil.
- Kaç sene öğretmenlik yaptınız?
- Otuz beş sene, siz ev kadını mısınız?
- Hayır, çalışıyorum.
- Nerede?
- AKM’ de memurum.
- Güzel bir iş yeri, kültürlü insanlarla birliktesiniz. Ben yoruldum. Tayinlerim, bozuk sistem, anlayışsız velileri eğitirken, yanlış yetişmiş eğitimle elime verilen çocuklarla koca bir ömür tükettim. Yorgunum…
- Haklısınız, insanlarla uğraşmak zor. Hele çocuklarla… Ben şu iki çocukla fıttırıyorum! Ki, siz 40-60 kişilik bir sınıfı eğitiyorsunuz…
- Evet, aynen dediğiniz gibi. Eşiniz de devlet memuru mu?
- Evet, o da müdür. Ankara’da… Protokol ziyaretleri işte…
- Güzel, Allah sağlık versin de…
Kısa sohbetimiz az önceki düşüncelerimi de bilemişti. Bir cesaretle konuştum:
- Parkta başımıza bir iş geldi, hiç sormayın!
Sürücü merakla sordu:
- Hayırdır hanımefendi!
- Yankesiciler cüzdanımı çaldı.
- Aa, geçmiş olsun! Umarım kaybınız fazla değildir?
- Açıkçası kaybımdan ziyade üzüntüm şu an size ödemeyi nasıl yapacağım endişesi içindeyim…
- Lütfen, siz o konuyu dert etmeyin. Sizden ücret almayacağım. Kimlikleriniz de içinde miydi?
Sürücünün babacan tavırları içimi rahatlatmıştı. Üzerimdeki ağırlık da kalkmış, hafiflemiştim.
- Anlayışınız için sağ olun beyefendi. Ödemeyi size mutlak yapacağım, borçlu kalmayı sevmem, dediğimde ön paneldeki numaratöre hafiften göz-atmıştım.
Aracın tekeri her döndüğünde sayılar –fırdöndü- uçuyordu sanki. Sürücü teselli konuşmasını sürdürüp yaşadığı olaylardan yola çıkarak çalıntı/kayıp öykülerini, deneyimlerini anlatmaya başlamıştı. Bende bu arada babaannemizin evde olması için dualarıma… Cüzdanımın içinde sadece kimliklerim yoktu… Öyle ya eve nasıl girecektim? Kaptırdığım çantamın içinde evimizin ve işyerimdeki odamın anahtarları da vardı!
Beşiktaş Ihlamur Caddesindeki evimize geldiğimizde çocuklarla araçtan indim. Sürücüye ısrarla biraz beklemesini rica ettim. İstemeyerek de olsa beyefendi ‘peki’ dedi kontağı kapatıp bekledi.
Hızla merdivenleri tırmanıp, birinci kattaki dairemize ulaştım. Kapıyı telaşla hızlı hızlı elimle vuruyor, parmağımla da zili çalıyordum.
- Anne benim çişim geldiii!
- Benim de geldiii, altıma yapacağım şimdi!
İki çocuğumla kapıdaki görüntümüz evlere şenlikti.
Aa, o da ne kapı aniden açılmaz mı?
Eşimin annesi kapıda bir melek gibi görünmüştü gözüme. Hem de dünyanın en güzel meleği idi!
Emine PİŞİREN/İstanbul Anılarım
YORUMLAR
Kapıda ki o görünen melek, "kayınvalidem"i haketmiş bence...:) Saygı değer Emine hanımefendi, gene pek çok şey attınız bilincime, bundan sonraki yazılarımda yararlanabilmem için. Tebriklerimle...Bu arada sizi yakalamışken, Yeni Edebiyat Galerisine yazı girmeyi hala beceremedim.Giriş için bir menu bulamadım. Anlayamadığım, ismim kayıtlı, yoksa çıkarılmışımdır diyeceğim...Lütfen yardımcı olunuz. Eski menüde de sizin yol göstericiliğinizden yararlanmıştım bu konuda.SELAM VE SAYGILARIMLA