- 1721 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
LÜLEBURGAZ ,IN EN KARA GÜNÜ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
LÜLEBURGAZ’ IN EN KARA GÜNÜ
Acı olur bazen mürekkebin kıvrak izleri. Genizleri yakar, vicdanları kanatır, gözleri yaşartır. Düşen ateş gönülleredir ; yakar geçer de , beyinler daha vefalıdır , unutmaz.
Su gibi akıp gitti zaman, 23 Eylül 1981 den bu yana. O gün öğle vakti yediğimiz yemek midemizde zehir olmuştu. ” Korkunç bir kaza , Hayır intihar dalışı, yok canım uçak arıza yapmıştır, hayır olamaz sabotaj var bu işte” dedikoduları Haydarpaşa Askeri Hastanesinin her odasında, her koridorunda kulaktan kulağa yayılıyordu, yarım yamalak duyumlarla.
On dakika geçmemişti ki, baştabibin beni çağırdığını ilettiler. Odasına girdiğimde o ve yanındaki doktorların çok telaşlı olduklarını gördüm.
“Yüzbaşım. Uçak kazasından haberiniz vardır sanırım. Derhal büyük bir koğuşu, yanık odası haline getirelim. Yirmi kadar ağır yaralıyı biz alacağız. Diğerleri, öbür hastanelere dağıtılacak. Seksen civarında yaralı var. Derhal yönetmeliğe uygun tedbirler alınız.”
Bu kahredici kaza , ilk görev yerim olan Lüleburgaz 241nci Piyade Alayında olmuştu. Türk Milletinin gururu , yüksek vurucu gücü olan bu alayda dört yıl görev yapmaktan hep onur duymuşumdur. Alay’ın sancağında Kore altın liyakat madalyası takılıdır. Şimdi eski birliğimin kahramanlarına elimden gelen her şeyin en iyisini yapmalıydım, içim kan ağlayarak.
İlk işim kırk kişilik büyük bir hasta koğuşunun boşaltılması emrini vermek olmuştu. Koğuşta yatan hastalar , o kadar üzgün ve anlayışlı idiler ki, boşaltma işlemi en fazla üç dakika sürmüştü. Koğuşa hemen bütün temizlik ekibini sokarak , hem yerleri , hem camları yeniden sildirip , çarşaf ve nevresimleri değiştirip, dezenfekte ilaçları ile arındırarak, yarım saat içinde hazır etmiştik. Hem onlarca hademe ve hastabakıcı , hem de askerlerim olağan üstü bir gayret gösteriyorlardı.
İş ocaklarındaki, sucu ve tesisatçılar, hatta marangoz ve elektrikçiler çok acele olarak bitişikteki odaya atık su gideri de dahil olacak şekilde termosifonları kurmuş, küvetleri döşemiş güzel bir yanık yıkama yeri kurmuşlardı.
Bir saat sonra generale her şeyin hazır olduğunu söylediğimde , plastik cerrahi uzmanı binbaşı ile gelip hazırlanan koğuşu gördüğünde , teşekkür etmişti. Dışarıda ise hem helikopter alanı , hem de ambulanslar için gerekli boşaltmaları yapmış, gelecek olan yaralıları bekliyorduk. Bu hastanenin bütün personeli ile böyle telaşlandığını , hemşire ve doktorların böylesine bütünleştiklerini bir daha göremeyecektim.
Kadıköylü hanımlar , esnaf ve diğer hastaneler , restoranlar , buz makinaları ve buz torbaları ile bahçeye doluşmuşlardı. Hanımlar, gördükleri yerde beni sıkıştırarak, gözyaşlarını akıtarak bilgi almaya çalışıyorlardı.
İlk olarak gelen helikopterden iki yaralı çıkmıştı. Hani hepimizin ufak tefek bir yerleri yanmış olabilir ya. Ütü den, soba dan yanmış veya sıcak su dökülmesinden “Yandım Allah” diye ağlayanlara, “ Siz hiçbir şey görmemişsiniz. O yanık bile değil , kedi şeyini görmüş “diyebilirdim o an .
Sedyede koşturarak koğuşa aldığımız ilk yaralılar hemen yıkanarak tedavilerine başlanmışlardı. Yatakta epey fazla et takılmış ,iki döner kebap kıvranıyordu. Allah’ım, “ Döner “ kelimesini onları anlatabilecek başka hiçbir kelime ve benzetme olmadığı için özür dileyerek kullanmak zorunda kaldım. Gözleri akmış, ağız yapışmış, kulaklar tam duymuyor ve yanmayan tek bir yeri kalmamış . Yolda ilk müdahaleyi yapan sağlık ekibi , gırtlaklarını kesip hava alabilmeleri için, içi çıkartılmış tükenmez kalem sokmuşlar.
Doktor bana “Siz bakmayın yüzbaşım, dayanamazsınız “ dedikçe , bakmam gerektiğini bilerek yanlarından ayrılmıyorum. Hemşirelerin beyaz lastik eldivenlerine , deriler ve yağlı etler yapışıyor. İçlerinde dayanamayıp istifra edenler var. Kapıdan çıkan doktorun ellerini açıp ,”Allah’ım onları böyle yaşatma. Al canlarını , bu ıstıraptan kurtar” diye dua ettiğini duyuyorum.
Öyle bir yanık ki bu, uçak benzini ve infilak ile oluştuğu için adeta bir ateş yumağının içinden çıkmışlar gibi. Kimse ne olduğunu ve kaç yaralı , kaç şehit verdiğimizi de bilmiyor üstelik.
İşte ilk ambulans ; önde polis eskortu ve bizim inzibatların yönlendirdiği alana bir yaralı daha getiriyor. Emniyet , kazanın olduğu Lüleburgaz’ dan hastanelere kadar bütün yolları açık tutmakta. Yaralının üzerindeki elbisesi yanmış ve yok ama postal ayağında duruyor. Botu çıkardıklarında yanmamış bir ayak görmek bile bizi mutlu ediyor. Ne yazık ki bu yaralı da kurtulamayacaktı.
Ambulansın şoförü ve astsubayını yanıma çağırıyorum. Biraz bilgiye çok ihtiyacım var. Aptalca şeyler söylüyorlar. İkisi de şokta aslında . Düşen uçak düşman uçağıymış, belki de bomba atmışlar mış. Sadece bağırış ve çığlıklar duymuşlar . Bu yaralıyı daha hafif yaralı olanlar battaniye ile getirmişler. Bu bilgilerin hiç biri beni tatmin etmiyor. Derken konvoy halinde altı ambulans ve iki Jeep daha geliyor. Bu sefer daha büyük bir karmaşa var . Koğuşa girmeyi doktor ve hemşireler dışında yasaklıyoruz.
Mevcut morfinler bitmek üzere. İlaç depoları neyse ki hemen kapılarını açıyorlar. Neredeyse bir kamyon sargı bezi , alt bezleri , sıvı solüsyonlar, serum ve bol miktarda morfin geliyor. Bunca ilaç ve morfine rağmen bağırışlar, inlemeler kesilmiyor.
Akşam olmak üzere , kimse hastaneyi terk etmek istemiyor. Ambulanstaki sıhhiyeler ve sivil hastanelerden yardıma gelenler , çok şehit olduğunu bildiriyorlar. Allah kahretsin , hemen morgu hazırlatmam lazım. Elimde beş adet tabut var. İş ocaklarına emir verip , derhal tabut imalini başlatıyorum . Bu sefer de, iki tabuttan sonra kereste bitmiş. Asteğmeni yollayıp Karaca Ahmet Mezarlığından on tabut getirtiyorum , gecenin on ikisinde .
Durmadan yaralı geliyor. Yıkama ünitesini iyi ki kurduk. Kadıköy’ deki iki restorandan buz makinalarını aldım. Çocukları buz biraz rahatlatıyor . Gece çok zor geçti . Canlarımın , Mehmetçiğimin inlemeleri , kanımı donduruyor adeta. Koca hastanede çıt çıkmıyor, insanlar fısıltı ile konuşuyorlar adeta. Gece yarısı ordu komutanı ve kurmay başkanı geldiler. Tam kadro karşılayıp izahat verdik.
Bu gün 24 Eylül 1981 . Güneşli ve sıcak bir sonbahar havası var. Bakalım Tanrı yine neler sokacak üç günlük hayatımıza, acı soslu Meksika garnitürü cinsinden. Nizamiyeden arıyorlar , beş adet cenaze arabası , 10 şehit getirmiş. Onları morg önüne aldırıyorum. Hastane imamı, o gece yaralılar için dua edip , onlara telkinde bulunmak için , camiyi sabaha kadar açık tutarak dualar etmişti.
İmam Musa ile gelen cenazeleri soğukluğunu artırdığımız morg raflarına koyuyoruz. Bizim morgda o zamanlar 10 cenazelik yer var. Morgdan tam çıkarken plastik cerrahinin hemşiresi arıyor. İlk gelen yaralı vefat etmiş. Doktorun duası geliyor aklıma.
Gelen cenazelerin kimlikleri belli değil. Morg defterini boş tutup , sonradan gelen şehidi de ortaya, sedye üzerine yatırıyoruz . Diğer hastanelerden yanık üniteleri yetersiz olduğu için yaralıları bize sevk ediyorlar. 20 kişilik demişlerdi , ben iyi ki 40 kişilik yatak hazırlatmıştım. Altı ranza daha sokuyorum koğuşa. Üç doktor daha takviye olarak geldiler. Ünite oldukça güçlendi, iki yaralıya bir hemşire ve bir de hastabakıcı düşüyor.
Sabah komutan sekreteri Müjgan’ın yanına uğradım . Bu çok mert ve iyi kalpli kızı çok severim. Bana çay ve börek getirtti . Yanımıza başhemşire Hacer Hanım da geliyor. Tam börekten iki çatal alıyorum ki komutan odasına çağırıyor.
Komutanın yanında bir yüzbaşı ve bir de çavuş var. Gece yola çıkıp gelmişler. Üzerlerine uçak düşen bölüğün komutanı ve çavuşu bunlar. Başhekim beni onlara takdim ediyor. Yüzbaşı Rıfat adeta hipnoz olmuş gibi, boş gözlerle bakıyor etrafına. Tam bölüğünden tekmil alırken uçak onların yan tarafında duran sekiz aracı ,kuyruğu ile sürükleyerek esas duruştaki karargah bölüğünün üzerine yığmış ve orada infilak ederek bu kazadaki can kaybını artırmış. Yüzbaşıda da ,ufak tefek yanıklar var ama evlatlarını kaybetmenin acısıyla onlara aldırmıyor. Tekmil veren teğmen de yaralıların arasında.
“Yüzbaşı Rıfat ve çavuşumla önce bizim morgdan başlayarak , bütün hastaneleri dolaşacak , yaralı ve şehitlerimizi tespit edeceksiniz.”
Hayatımda pek çok görevi başarı ile tamamlamış olan biriyim. Ama bu görevin ne demek olduğunu , üzerimde ne etkiler bıraktığını sizlere anlatmama kalemimin mürekkebi yetecek , kalbim daha fazlasına dayanabilecek mi bilmiyorum. Olay , o sene yapılan “Yıldırım 81 “ tatbikatı sırasında Pancar köy- Karabatak mevkiine temsili düşman kuvvetlerine alçak dalış yapan F-5 savaş uçağının o anda oluşan arıza nedeniyle ,burun kaldıramaması neticesinde , yoklama alan bölüğün önce araçlarına çarparak erlerin üzerine yığması, sonrada aynı noktada infilak etmesiyle olmuştu. Hava Pilot Yüzbaşı Mustafa Özcan da , rahmetli olanların arasındaydı.
Önce bizim hastanenin morguna gidiyoruz . Üçü yerde yatan, on üç şehidimiz var. Örtüleri açıp incelemeye başlıyorlar . Birinin sağ elinin parmağında alyans yüzük var. İçinde “ Ayşe “ yazıyor . Onun üzerine “Ayşe’nin nişanlısı “ yazarak devam ediyoruz. Dört tespit yapabildik. Çavuşun elinde iki yüz kişilik bir liste var.
Üstü açık bir Jeep ve minibüsü hazırlattım. Polise de bilgi vererek önce Gümüşsuyu Askeri Hastanesine, oradan da Kasımpaşa Deniz Hastanesine gideceğimizi söyledim. Hastanenin bahçesi yaralı ve şehit yakınları ile dolmuş vaziyette. Ama sorularına bizler bile net cevaplar veremiyoruz. Şehit dediğimiz başka bir hastaneden çıkıyor, yaralı dediğimiz başka bir morgdan.
Koğuşa özel kıyafetler ve maske takarak girdiğimizde 46 yatağın da dolmuş olduğunu görüyorum. Daha hafif olan bazı yaralıların tesbitini hemen yapabiliyoruz. Ancak öyle birkaç kişi var ki; gözlerin ikisi de akmış , yüzleri şişmiş ve solunum cihazına bağlılar.
Yüzbaşı soruyor:
“Oğlum , sen hangi takımdansın? Uçaksavar cıysan parmağını bir kere, havancıysan iki kere, keşif takımındaysan üç kere, piyadeysen dört kere……. “
Çocuk sadece parmaklarını oynatarak cevap verebiliyor. Bunu yirmi yaşında , aslan gibi bir delikanlıya , nemli gözlerle bakarak seyretmek ne kadar zor. İnsan dayanamıyor, çok zor duruyorum ayakta.
“Peki oğlum, keşif takımında , manga komutanın Ahmet Çavuş ‘sa bir kere, Mustafa Çavuş’sa iki kere….”
Çavuş oradan atılıyor, elindeki listeye göre o mangadan üç eksik var . Yüzbaşı tekrar soruyor.
“Yavrum senin adın İsmail ise bir kere, İlyas ise iki kere , Talat ise üç kere….”
Sonra kapıda bekleşen yakınlardan bazılarına net bilgiler vererek , süratle Gümüşsuyu’ nda da aynı işlemleri yapıp , Kasımpaşa Deniz Hastanesine geçiyoruz. Önce yaralılarla işlemleri tekrar edip morga iniyoruz. Başhemşire de bizimle geliyor.
Çekmecelerin hepsi dolu , cenazeleri getirenler pek usul bilmedikleri için olsa gerek , bazılarının baş tarafı dipte , bazılarının ise çekilen kulp tarafındaolarak yerleştirmişler. Rafları teker teker çekip , cenazeyi birisine benzetmeye çalışıyorlar. O kadar zor ki; göz yok, kimlik veya tanıtıcı her şey elbise ile birlikte yanmış, kimin zayıf ,kimin şişman olduğu da belli değil. Çünkü cesetlerin hepsi alabildiğine şişmiş vaziyette. İnsan, o masum çocukların , ana kuzularının ne hale geldiğine bakamıyor bile. Hayatımda görmediğim, korkunç etkisinde kaldığım , kadersiz bir kaza bu . Boyun künyesi olanların kimlik tespiti kolayca yapılıyor.
O ana kadar gördüğüm gerçekle , son olarak bir de kucaklaştım: Hani bazı raflara cenazeler ters konmuştu demiştim ya , işte orta raflardan birini , cenazenin yüzünü görebilmek için sonuna kadar çektiklerinde , rafın bağlantısı birden kırılmaz mı? Tam karşısında duran benim üzerime ,epey iri yapıda olan aslan Mehmet’ im , adeta ayağa kalkarak yığıldı. O koca gövdeyi kucaklayarak , yardım istemeye başladım . Ama sanki canlanmış gibi korkan herkes dışarıya kaçınca içeri giren cesur bir hemşirenin yardımıyla altta kalmaktan kurtulup , yiğidimi yerine tekrar yatırabildik.
“Çok erken , benim henüz zamanım gelmedi, hayatıma doyamadım, bana kıymayın, beni bırakmayın komutanım “ der gibiydi.
Üstüme o unutamayacağım yanık et ve benzin kokusu sıvanmıştı. Önemli değildi benim için. Yıkayınca ellerimi ve yüzümü , ben eski halime dönecektim. Ya o yirmi yaşındaki genç , ya onu bin bir emekle aslan gibi yetiştirip asker eyleyen ailesi , yavuklusu, kardeşleri? Eminim benim suratıma bulaşan yanık etlerini ellemek, koklamak veya yüz sürmek için neler feda edebilirlerdi.
67 cenaze de listede yerini hemen hemen bulmuş , sıra Rıfkı Yüzbaşı’yı Lüleburgaz’ a uğurlamaya gelmişti. Hep beraber bir yemek yiyebilmek için Kasımpaşa’da bir restorana girmiştik. Yüzbaşı, şoförü ve çavuş, bütün ısrarlarıma rağmen et yemeği yiyemediler. Ben ise , birlikte olduğumuz muhafız ve şoförüme döner ısmarladım . Çocuklar zorla , emirle , içleri bir tuhaf ola ola yediler. Rıfkı Yüzbaşı ve yanındakiler ise bizim tabaklarımıza bakamadı bile .
Keşke o gün ne pahasına olursa olsun yiyebilselerdi. Çünkü yıllar sonra rastladığım Rıfkı Yüzbaşı , et yemek bir yana kasaptaki eti bile görmek istemiyor, o etkiden kurtulamıyordu.
Bu sene 33 yılını geride bıraktığımız 67 şehidimizin , onların talihsiz kaza ile kahrolan aile ve arkadaşlarının hatıralarını yad etmek için ,içine girip çıktığım acı hatıralarını sizlerle paylaşmak istedim. Allah hepinizi böyle kazalardan korusun, evlatlarımızın acı günlerini bizlere göstermesin.
E.Yaşar Ovalı 9.10.2014
YORUMLAR
Ruhları şad olsun,anlamlı ve vefalı yazı kaleme alınmış içindeki her heceden ,her kelimeye kadar acıyı
paylaşıyorum,selamla,tebriğimle.
kukurikuu
Yiğitlerimizi anmamıza gösterdiğiniz hassasiyetiniz
için teşekkür eder saygılar sunarım.
kukurikuu
Nasılsınız? Sizin de Lüleburgaz suyundan içmeniz var,
Bu çok ciddi kazayı inanın hatırlayan sayısı çok az.
Çünkü asker dile dolanmasını pek istememişti galiba.
Vatan evladı, nerelere gömmedik ki. Hala insanın insana yaptığı katliam bitmiyor Hocam.
Saygı ve sevgilerimle.
Of!!! Çok korkunç...
Okurken adeta yaşadım hastanedeki koşuşturmacayı ve çekilen acıları.
Yanık çok acı veren bir durum. Allah kimseyi yakmasın. Benim 3-4 sene önce ayağımın üzerine erimiş ağda dökülmüştü. Böyle bir acı yok yanı. Hastane de 1.derecede yanık oluştuğu söylenmişti. Güzel bakıldı ve bir izi dahi kalmadı ama hatırlıyorum kasığa yaptığı ödemden bir ay sünnet çocukları gibi yürümüştüm, ama o askercikler halini düşünürsek benimki hiç kalıyor yani.
Hikaye acı, kalem güzel,
Sevgiler.
kukurikuu
Hastaneler şifa verebilmek için vardır. Bu kazada ne yazık ki
o yiğitleri gömmekten öteye gidememiştik. Allah böyle kazalar göstermesin.
Çok acı duyduğum günlerden birisidir.
Saygılarımla.
Yazınızı büyük ilgi ve üzüntüyle okudum...Ruhları şad olsun...Balıkesir de olan uçak kazasıda sanırım 83 veya 84 yıllarıydı kan vermek için hastanelere koşmuştuk...Lise yıllarının en üzücü hatırasıdır benim için...Saygıyla.
kukurikuu
Gerçekten günahsız gençlerin ölümü ve
bunun saklı tutulmaya çalışılması çok üzücü.
Saygılarımla.