- 1578 Okunma
- 14 Yorum
- 4 Beğeni
Teslis
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Benden iki yaş büyüktü. Kızların yaşlarının söylendiği yıllardı. Yine de onun benden daha hızlı koşmasının, daha iyi ağaca tırmanmasının ya da daha korkusuz olmasının ardında o iki yaşın yattığını sanmıyorum. İkimiz de aramızdaki farkın normal olduğunu kabullenmiştik. O daha iyiydi, ben değildim. Doğa böyle istemişti.
Dört yıl boyunca tek arkadaşım oydu. İstesem de başka arkadaşım olamazdı çünkü bir korunun içinde, ağaçların arasında kaybolmuş bir evde altlı üstü oturan iki ailenin çocuklarıydık. Her sabah birbirimizi arar, mevsimine göre ya dışarı çıkar, ya da birimizin evinde buluşurduk. Oyunlarımızdan “zaman” kavramı çıkarmamızı o önermişti. Artık oynamaya “Bilinmeyen bir zamanda, bilinmeyen bir yerde” diye başlıyorduk. Böylece tankları yelkenli gemilere bindirebiliyor, kahramanlarımız para kazanmak zorunda kalmıyor, insanlar ve hayvanlar niye katıldıklarını bilmedikleri bir konvoyda, nereye gittiklerini sorgulamadan yıllarca yürüyebiliyorlardı.
Bana kedileri o sevdirmişti. Nedense Amerikalı bir kızın kedilerine ad olarak Aslan ve Kaplan’ı seçmesi bana hiç garip gelmemişti. Yıllar sonra ben de kedilerimden birine Japonca isim verdiğimde aynı geleneği devam ettirmiştim. Zamanla kediler yavruladı, yavrular kayboldular ya da öldüler. Çocukların başına da kötü şeyler gelebileceğini o zamanlarda farkettim. Kimse dokunulmaz değildi.
Dört yıl boyunca Laureen’i bir kere etekle gördüm. Onun dışında şortla, kotla, eğer Cadılar Bayramıysa kedi kıyafetiyle dolaşırdı. Eteği şimdi hatırlamadığım önemli bir gün için giymişti: Belki bir düğün, belki de bir cenaze için.
...
Parlak mavi gözleri vardı. Uzun, kıvırcık saçlarından çok gözleriyle ilgi çekiyordu. İlginçtir, beraberliğimiz boyunca sözü hiç gözlerine getirmedik. Benim gözlerimden bile bahsetmiş olabiliriz ama onunkilerden asla. Bir tabuydu adeta. Mikroçiplerin gündelik hayatımıza nüfuzu ya da en iyi arama motoru veya FPS oyunlarda en iyi silahın hangisi olduğunu konuşmuştuk da sözü gözlerine getirmemiştik. Utandığımızdan ya da çekindiğimizden değil. Utansam ne onu dudaklarından öper, ne gömleğinin düğmelerini açar, ne de kendisini kelepçelemesine izin verirdim.
O gözler Nil’e soğuk bir hava verirdi. Davranışları da bu havayı destekler, karşınızda sizi umursamayan, bakışlarıyla sizi delen bir kişiye dönüşürdü. İşe de yarardı hani. Bir çok hayranı çekindiklerinden uzakta durur, Nil’e yaklaşmazlardı. Ama fazla da uzağa gitmezlerdi. O soğuğun kırılacağı, gülümsemesinin etrafı ısıtacağı anı beklerlerdi. Öyle bir anın geleceği sözünü ne Nil vermişti, ne haberlerde açıklanmıştı, ne de kutsal kitaplar yazmıştı. Ama beklerlerdi. Daha çok bekleyeceklerdi çünkü ben o gülümsemeyi kapalı kapılar ardında fazlasıyla görüyordum. Dışarı çıktığımızda o soğuk maskeyi takması rahatsız edici olmuyordu.
...
Zeliha’yı üniversitede tanıdım. Gördüğümde de aşık oldum. Belki Zuhal Olcay’a benzediğinden, belki ekonomi hocamızı andırdığından, belki iri, kara gözlerinden, belki hüzünlü gülümseyişinden, belki de sırf o olduğu için aşık oldum. İlk senenin sonunda gülünç denecek bir not ortalamasına sahip olduğuma aldırmamıştım bile. Benim D aldığım sınavdan o A alamadığında onu teselli ettim. Hayallerini kurdum, resimlerini yaptım, hatta onun için iki de viyolonsel sonatı besteledim. “Güzel olmuş” demesine sevindim, sonatların bir kaydını istememesine üzülmedim. Ona kızdığımda bestelerimi yırtıp atmak yerine bir üçüncüsünü, bir dördüncüsünü yazdım. Mezuniyete yakın “Ben yurtdışına gidiyorum; bundan sonra yollarımız kesişmez. Kimse kimseyi beklemesin” dediğinde hayata küsmeyip ben de dışarı gitmenin yollarını aradım. Daha sonra okyanusu geçmiş olmanın sevinciyle aramızda kalan 664 kilometreyi az buldum. Dedim ya, ben aşık oldum.
...
İkimiz de evlerimizin en küçük bireyleri olduğumuzdan, sabahları korunun sınırına kadar gidip bekçi kulübesine bırakılmış günlük gazeteleri almak bizim görevimizdi. O sabah da birbirimizi aramış, sonra da evin önünde buluşmuştuk. Yol boyu Laureen’le neden bahsettiğimizi hatırlamıyorum. Çocukken konuşacak konu bulmak da zor değildir, suskun kalmak da. Ama lafımızın bir hırlamayla kesildiğini gayet iyi anımsıyorum. Taş yol boyunca uzanan duvarın üzerinde bir Alman kurdu dikiliyor, bize dişlerini gösteriyordu. İrkildik ama o kadar da korkmadık. Köpek aşağıya atlayacak gibi durmuyordu. Atlamadı da. Yürümeye devam ettik; o da peşimizden gelmedi.
Dönüş yolunda gazetelere göz atmayıp, sohbetimize kaldığımız yerden devam ettiğimizi hatırlıyorum. Gelirken köpeğin hırladığı noktada kimse yoktu. Aldırmayıp devam edecekken bu sefer hırlama arkamızdan geldi. Kurt köpeği bir şekilde duvardan bizim yürüdüğümüz yola atlamış, üzerimize geliyordu. Düşünecek vaktim olmadı, koşmaya başladım. Koşarken arkadan Laureen’in bağırdığını duyuyordum: “Koşma! Koşarsan peşinden gelir.” Panik içinde koşarken mantık yürütemiyorsunuz, atabildiğim en büyük adımlarla devam ettim.
Sonradan farkedeceğim üzere Laureen yanılıyordu. Köpek benim peşimden koşmak yerine ona yönelmeyi tercih etmişti. Dişlerini şortunun kenarına geçirmiş, çekiştirmeye başlamıştı. Laureen elindeki gazeteyi kaldırıp çığlık atınca, ürkmüş olsa gerek, kızı bırakıp uzaklaşmıştı. Laureen eve gidene dek bekledi. Varınca da annesine sarılıp ağlamaya başladı. Onu ilk kez ağlarken görüyordum. Sekiz yaşındaydım.
...
Sonbahar olmalıydı. İkimizin de üzerinde kalın giysiler yoktu. Yanyana yürüyor ama el ele tutuşmuyorduk. Nil’e yakışmazdı sokakta el ele dolaşmak. Ne bir kere ben elimi uzatmıştı, ne de o itmişti. Aklımızdan geçmeyenlerin listesinde bir de bu vardı: Toplum içinde yakınlık göstermek. Yürüyüşümüz gezinti olsun diye değildi; bir amacı vardı: A noktasından B noktasına gitmek. Kapalı mekanların insanlarıydık; açık havaya gerekmedikçe çıkmıyorduk.
Nereden peydahlandığını bilmiyorum, bir sokak köpeği fırladı. Köpek bize doğru koşuyor, koşarken de havlıyordu. Çocukken olduğu gibi tabana kuvvet kaçacak halim yoktu. O zaman ben de elimdeki tek seçeneği kullandım ve Nil’in arkasına geçtim. Genç kadın benimle köpeğin arasında kalmıştı. Tüm soğukkanlılığıyla köpeğe bağırmaya başlayınca hayvan önce havlamayı kesti, sonra da gerilemeye başladı. Ne zaman ki güvenli bir mesafeye vardı, Nil’in arkasından çıktım.
...
Aşıktım ve mevsimlerden bahardı. İsviçre’deydik. Tepelerdeki uzun otların arasında yatıyorduk. Zeliha kollarımdaydı; daha önemlisi ben onun kollarındaydım. Nefesi, fısıldaması yüzüme çarpıyordu. Bedenimiz, bacaklarımız birbirine dolanmıştı. Bir elim onun eteği çoktan sıyırmıştı. O da ...
O fazla bir şey yapamadan ağaçların arasından bir köpek havlayarak bize saldırdı. Üstte ben vardım, ister istemez kendimi tehlikeye daha yakın buldum. Nasıl ayağa fırladığımı ve bayır aşağı koşmaya başladığımı hatırlamıyorum. Zeliha otların arasında, yarı çıplak yatıyordu. Belki bağırmamıştı bile. Duyacak halim yoktu. Düzlüğe varana değin koştum.
YORUMLAR
Ben hep daha uzun yazmanızı istiyorum. Ya da bir romanınızı okumak. Öyle ki, okumayı ne zaman bırakacağıma ben karar vereyim istiyorum, siz değil. Ayrıca bu tarzı sevdim. Başkalarında kopukluk görüyorum. Bu öyküde ikinci bölümde kopuk gibi geldi ama ilerledikçe karar vermekte acele ettiğimi fark ettim. Başka ne diyeyim. Sizi yazıyor bulmak çok güzel.
Bir zamanlar size yazdığım bir yorum geldi haklıma. Hay Allah, hala aynı fikirdeyim. Bir yerlerden kıs kıs bize gülüyor olabilirsiniz.
İlhan Kemal
Bu öykünün formatını yazmadığım bir başka öykümden aldım. İkinci bölümleri birincilerden ayırmak zorunda kaldım; yoksa ilk olayın tamamını okuduktan sonra ikinciyle üçüncüde olacakları tahmin etmek kolaylaşıyor, anlatılar da rutinleşiyordu. Böylece ister istemez kopukluk riski de oldu.
Anılardan yola çıkılarak yazılan öykülerde hep zorlanıyorum. Tamamen kurguya dayalılarda bu sorun yok. Örneğin bir Bay Thornton hayal etmek, onu arabasına bindirmek çok kolay. Başıma gelen bir detayı bu öyküye yedirmek de zor değil. Garaj kapısı yukarı doğru kalkarken, kapıdan aşağı sarkan, zehirli bir yılanı öyküye dahil edebiliriz. Baş aşağı bir kobra gibi danseden yılanı görünce Bay Thornton sakince arabasından çıkar, bagajdan pompalı tüfeğini alır ve ... diye devam edebilirim. Ama aynı yılanla benim karşılaşmamı öyküleştirmeye kalktığımda çok zorlanıyorum (Belki de bagajımda pompalı tüfek taşımalıyım)
Teslis'i yazarken bu anlamda pek zorlanmadım (Demek değil ki öykü güzel oldu) Bir anlamda korkumu yendim.
Diğer öykü tarzlarımdaki kopukluğa ise başka bir gün değiniriz.
Okumanıza ve yorumlamanıza çok sevindim. Ama daha sık öykü yazdığınızda daha da sevineceğim. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Romanda çok başarılı olacağınızdan çok eminim. Sizde hiç gereksiz tasvir benzetme şu bu yok. Tadında hikayeler. Amerikan romanlarında olduğu gibi. Ben bekliyorum açıkçası.
öykü yazamıyorum çünkü bir tane romana başlamıştım. 92. sayfada vazgeçtim. Başka yazmaya başladım. her halde böyle devam eder giderim.
Saygılarımla.
İlhan Kemal
Geçen bir roman bitirdim. Yazar otuz yıl kadar önce bir 70 sayfa kadar yazmış, sonra yürümüyor diye kenara atmış. Yıllar içinde de roman kaybolmuş. Yakın dönemde konuyu tekrar ele almaya karar vermiş. Bulamadığı 70 sayfanın üzerine soğuk su içip tekrar başlamış (Metnin tüm uzunluğunun 1,160 sayfa olduğu düşünülürse ilk 70 i yeniden yazmak çok da büyük kayıp olmamalı) Belki sizin romanlarınız da tekrar dönmek üzere kış uykusuna çekiliyorlardır. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
İlk cümlede sözünü ettiğiniz durum bana sıkça olur. Akla güzel bir hikaye konusu gelir; üzerine düşünmeye başlarsınız. Epey de yaratıcı fikirler ortaya çıkar. Yazmaya oturduğunuzda ise beyin artık yaratıcı modunda değildir. Sadece daha önceden düşündüğünüz noktaları hatırlar, yeni bir şey ekleyemez. Üstelik yazarken de düşünme anındaki ışıltıcı, akıcılık kaybolmuştur. O hikayeden hayır gelmez. Bu yüzden aklıma bir şey gelirse yazana değin düşünmemeye çalışıyorum.
'yazma külfet haline gelmişse': Roman yazmadım. Ama romanı yazarken metodik ve belirli bir disiplin içinde olmak gerektiğini düşünüyorum. Yoksa uzun bir metni tamamlamak kolay değil (Doktora tezimden biliyorum) Bu yüzden çok haz da almasak günün aynı saatlerinde romanın başına oturmak gerekecek. Başta bundan hoşlanmayabilirsiniz ama çok geçmeden alışkanlık yapacağına inanıyorum. Uzun metinler boğuşulan, kavga edilen metinlerdir (Öyküyle de kavga edebilirsiniz ama bu daha çok trafikte 'Sinyal versene!' tarzındaki bağırışa işarettir. Diğer araba yan yola sapar, siz devam eder ve onu unutursunuz).
Dediğim gibi kolay gelsin.
erkekligin kacta kaci kacmakti:) onu yapmissiniz
yakisir kacmak erkege:) her konuda
gülümsetti
evet tam da bu olmaliydi diyerek
İlhan Kemal
-Sude Nur Haylazca-
oysa biz kadinlar her duygumuzu sizden daha yogun yasarken sevdiklerimize kalkan oluruz, en büyük korkumuz sevdiklerimizi koruyamamaktir.
eee can canandan tatli hesabini yapmiyoruz biz
sizden bir kac yil fazla yasamisiz cok mu :) ki biz zaten sacimiz süpürge yasadigimiz icin ömrün kisaligi bizim icin daha hayirli:) size veriyoruz kalan ömrü
kacin diye
asktan kacin
köpekten kacin:) vs vs,
İlhan Kemal
Pek sanmıyorum. Bir yandan koşuyoruz, bir yandan da hayatı film şeridi kıvamında seyrediyoruz. Kesin bir kaçırmıyoruzdur.
=> oysa biz kadinlar her duygumuzu sizden daha yogun yasarken sevdiklerimize kalkan oluruz, en büyük korkumuz sevdiklerimizi koruyamamaktir.
Bu konuda kesin bir karşı argümanım yok.
=> sizden bir kac yil fazla yasamisiz cok mu :) ki biz zaten sacimiz süpürge yasadigimiz icin ömrün kisaligi bizim icin daha hayirli:) size veriyoruz kalan ömrü
Gözümüz sizin fazladan yaşamanız da değil, bizim az yaşamamızda. Herkes uzun uzun yaşasın, birlikte gömülsün (ya da yakılsın ya da kurda kuşa yem olsun)
-Sude Nur Haylazca-
demem o ki gülümsettiniz yazinizla
sadece o kadar
tesekkürler
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Allah hakkı üçtür derler..
Üçünde de ısırılmadan kurtarmışsınız.
O değil de... Her kurtuluştan sonra o üç bayanın yüzüne bakacak hal kaldı mı? Onu merak ettim.
Saygılar,
İlhan Kemal
Billur T. Phelps
Korku başka bir şey zira.
Olan sadece çizilmiş karizmaya olur o kadar .
:)
İlhan Kemal
Billur T. Phelps
Tamam öyle olsun
:)
İlhan Kemal
Billur T. Phelps
Daha doğrusu siz de var mı yok mu o kısmı bilmiyorum.
Hikayeden yola çıkarak ve de var sayarak yaptım yorumumu..
:)
Ah..tam bana göre bir yazı.
Yemyeşil koruluğun içinde kaybolmuş bir ev. Tek arkadaş. Zaman kavramının kaybolup gittiği, mekanın bilinmediği düşsel bir yolculuk..Ne güzel...
Selamlar. Teşekkürler.
İlhan Kemal
Yine akıcı üslupla yazılmış etkileyici yazı...Kadınlar aşklar ve köpek korkusu. Kahramanımız köpek korkusu karşısında başarısız olmuş.
Köpek hiç bir zaman saldırmaz. Ancak kendini tehlikede sanarsa ısırabilir...
Öykü harıkaydı sabah sabah gülümsettiniz...
İlhan Kemal
Bu konuda sizinle pek hemfikir olamayacağım. Hatta elimizde örnek de var: Öyküdeki son anekdotta çift yatıyorlar. Bir süredir uzanmışlar. Hayvanlar bu pozisyonu tehdit olarak algılamazlar. Ama köpek yine de saldırıyor (Köpeğin civarda yavruları bile olsa daha önce müdahele ederdi gibi geliyor).
Yazının amacı köpekleri karalamak değildi zaten. Sadece insan ilişkilerine beklenmedik anlarda müdahele eden mekanizmalardı. Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Sevgilerimle.
İlhan Kemal
Üç kadın ve tek değişmeyen korku üzerine akıcı anlatımınızla hikayenin içinde o köpek korkusundan nasıl kurtulabiliriz ? Bir insan kaç defa aşık olabilir ve hangisi daha ağır basmıştır acabayı sorgularken kendimizi bulduğumuz ve hikayeyle birlikte çocukluğumuzdan günümüze kısa bir zaman yolculuğuylada sabahımızı şenlendiren bir hikaye okuttunuz.saygılarımla.
İlhan Kemal
Sabah gülümseyerek güne başlamak ne güzel...Teşekkürler dostum böyle bir öyküyü okuttuğun için...Kendi adıma söylemek isterim ki seni okumak büyük mutluluk benim için...
En derin saygılarımla...
İlhan Kemal
aşkın içeriğinde sevdiği uğruna cesaret göstermek şart mı değil mi tereddütte kaldım. özel üç kadın ve işleri bozan köpekler. öykünüz çok akıcı ve güzeldi. canı gönülden tebrik ederim
yahyaoguz tarafından 10/8/2014 12:25:02 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Tereddütte kalmayın. Öyküdeki tüm kadınlar (ve kızlar) hem kendilerini, hem de kahramanı kurtarmak için yeterince cesaret gösteriyorlar.(Kahraman kelimesi pek yakışmadı ya) Saygılarımla.
Benim köpek fobim de öyle bir şey işte... sesini duymaya göreyim; yeterli... yanımdaki hatun isterse dünya güzeli olsun...Alla htan hikayenin kahramanı kadar şanssız değildim...Sizden ilk kez değişik üslupla yazılmış bir öykü okuduk, gene keyfettik. Kaleminize kuvvet...Saygıyla
İlhan Kemal
Köpeklerle ilgili şunu söyleyebilirim: Onlar da en az bizim onlardan korktuğumuz kadar bizden korkuyorlar; özellikle de sokak köpekleri.
Öykümü ziyaretiniz için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.