SEVGİ SEVDİĞİNDE KAYBOLMAK DEĞİL MİDİR*
“Uzakdoğu’da bir Budist tapınağında geçmiş bir olayı anımsadım. Bu tapınak bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu ve burada geçerli olan incelik, anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, kapıda tokmak ya da çan, zil türünden ses çıkaran bir gereç yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki "bilgelik arayıcısı" kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı.
Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
İçerdeki bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve kabı yabancıya uzattı. Bu "Yeni bir aracıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz" demekti.
Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını dolu kabın içindeki suyun üzerine bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.”
Erdal Atabek’in bize sevgi üzerine yazdığı , yeniden yeniden okumamız gereken bir yazısından alıntıdır bu paragraf.
Ne oldu dersiniz suyu taşırmayan gül yaprağından sonra.
Yine yerimiz yok diye, içinden geçirmiş olsa dahi, bilgelik arayışında yol almamış demektir.
Gül sevgiydi, güle her zaman yer bulunurdu.
Dikkat edersek sevginin hayatımızdak yerinin giderek azaldığını görürüz.
Düşünürsek sevgiyi konu edinen şeyler ilgimizi çekmiyor. Daha çok şiddet, daha çok entrika ilgimizi çekiyor. İzlediğimiz dizilere bakarsak sevginin yanında olmadığımızı çok rahat görürüz.
Okula başladığımızda okulu sevmeyiz ama okumamız lazımdır. İstemediğimiz mesleği seçebiliriz pekala, olanakları daha fazla diye.
Komşumuzu sevmeyiz, tanımayız ki. Bırakın komşuyu hane halkı ile yabancılaşmamız günden güne hız kazanır. Çoçuğumuzun başını yasak savma kabilinden okşarız. Eşimizle şöyle baş başa güzel bir gece geçirmeyeli yıllar olmuştur.
Yaşlanan anne babamızı miyadı dolmuş bir şey gibi görmeye başlayalı ne kadar olmuştur kim bilir. En son annenizin ya da babanızın gözlerine bakarak, onun eski günlerini yad etmesini ne zaman dinledik, dersiniz.
Arkadaşlar ne alemde? Gerçekten kalbi duygularla sarıldığınız kaç arkadaşınız var.
Kaç kişi ile selamlaşırsınız sabah ya da akşam evinize gelirken. Trafikte, kaç kişiye yol veriyorsunuz gülümseyerek. Yoksa kaşları çatıp, ağzımıza geleni mi söylüyoruz.
Diğer canlıları sevmek nasıl bir şey derseniz. Uzaktan bakıp ta “ah ne güzel” ya da “ ne şirin”, “ vah vah “ demek midir. Ne kadar yakınındayız hayvanların. Doğadaki diğer canlıların ne kadar farkındayız?. Geçenlerde bir kitapta gördüm.Kadın bir kazana süt döküyor kazanın çevresinde yüzlerce fare toplanmış kaba konulan sütü içiyorlar. Bu kadar da değil der gibisiniz ,haklısınız. Bu kadar da değil ama hayvanların da birer canlı olduğunu, sevgi gösterdiğimiz de, bize o sevgiyi fazlasıyla geri verdiklerini unutmasak.
Aslında daha kapsamlı düşünürsek sevilecek ne kadar çok şey var. Bize kocaman bir gönül lazım. Bu kadar büyük gönlümüz olursa ne koyacağız içine. Çok boş yer kalır gibi.
Ne dersiniz hayamızda sevgi ne kadar yer kaplıyor.?
Hadi bir ölçelim isterseniz.
Önce kendini sevmekle başlayalım. Ne kadar kendinden memnunuz, ne kadar kendi ile barışık.Kendimize en son ne zaman ihtimam gösterdiniz. Öyle yalap şalap , alel acele değil. Gerine gerine….
En yakınımızda kim var. Eşiniz mi? Eşinize ne sıklıkta “ onu sevdiğinizi söylersiniz” Mırıltınızı duyar gibiyim. “Sevmesem evlenmezdim” Ne çok duyarız bunu değil mi? Ama sevgi sözcükleri değil bunlar.
Çocuklar. Cocuğunuzla Ya da çocuklarınızla en son ne zaman kaliteli zaman geçirdiniz. Onların hizasında oturup sevgiyle baktınız. Televizyon izlerken ya da internet başında iken “onların” size bir şey diyecekleri durumlarda kaç kez “ dur şimdi önemli bir şey var “ diyerek onları savuşturdunuz.
Aile büyüklerimiz, annemiz, babamız hatta akrabalarımız. En son ne zaman annenize vakit ayırıp O nu ziyarete gittiniz. Onu özlediğinizi söylediniz. Babanızın elini okşayıp onunla yarım saat geçirdiniz.
Ne zaman bir hayvanı okşadınız? Ya da parkta bir yerde alelade sarı çiçeği gözünüzle sevdiniz?
Hep yetiştirilmesi gereken işleriniz var. Hep aceleniz var. Aslında arkadaşlarınızla bir araya gelip de bir süre havadan sudan konuşmaya bile zamanınız yok.
Koşuyoruz. İş- ev- tv- yatak- iş- ev- tv-yatak…
Dolap beygiri misali dönüp duruyoruz.
Bir çıkartıyoruz at gözlüklerimizi ki; aaaaaaaaaa yapılması gereken hiç bir şey kalmamış. Ne çocukların büyümesini görebilmişiz. Ne sevebilmişiz doya doya. Ev birtakım görevlerin yerine getirildiği mekana dönüşmüş. Yuvamız yok olmuş. Sevgimizi erteleye erteleye, unutmuşuz.
Sahi sevgi neydi? Sevgi sevdiğinde kaybolmak değil miydi?
Sevgi öfkeden güçlüdür.
Sevgi unutulunca yerini öfke, şiddet giderek nefret alıyor.
Sevgi insanı insanlığına ne kadar yaklaştırıyorsa, nefret de o kadar uzaklaştırıyor.
Kendi özümüzden uzaklaştıkça önce kendimize, sonra çevremize yabancılaşıyoruz.
Hep bekliyoruz, bir gün içimizin sevgiyle dolacağını zannediyoruz. Sevmek insanı manen zenginleştiren en güzel duygulardan değil mi?
Sevgiyi ne zaman taze tutacağız?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.