- 403 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir boş kova...
Bütün zamanlar kendine çekilirken, insan, gerçekten durup bir nefes alıyor ve düşünce kıvrımlarında ruhunu geçmişin anıları ile besliyor. Anılara daldıkça asıl zamanı tadıyla yaşamak bu oluyor belki de...
Bir isim koymaya gerek yoktur aslında anıları seçerken, kendini belli eden bir silüet olması da gerekmez... Yalnızca düşünme erdemini harekete geçirmek yeterlidir dostları, arkadaşları, sevdiklerimizi hatırlarken. Düşünerek geçmişi tekrarlamak daha iyi düşünmeye teşvik eder insanı keza. Böylece artık ne yapması gerektiği konusunda bir çeşit kuvvet israfının da önüne geçebilir insan...
Benim de hayatımın içinde zamanında hak ettiği değeri veremediğime inandığım pek çok dostlarım, arkadaşlarım, sırdaşlarım oldu. İçlerinden birini seçerek o günleri anımsamak ise galiba eski bir yarayı kanatmaktan çok daha öte bir sarmala giden yolu açarken, geçmiş de her ne olursa olsun mutlu tebessüm bırakabilecek zenginliğini her zaman koruyor sanırım. Bir insan geçmişi neden değiştirmek ister ki zaten. Sadece görse yeter! Bu nedenle, o zamanlar söylenmemişleri şimdi bir bir dökmek gerekiyor belkide.
Adını yazma gereği duymadığım bir eski arkadaşıma hitaben olsun bu yazacaklarım, çünkü bu vicdani bir evrene sesleniştir ve yalnızca içimizde dağılanı toplamaya aracı olur.
Güzel arkadaşıma;
Bence, senin bir boş kovayı eline alıp, gökyüzüne çıkman gerektiğini düşünüyorum. Ya da öyle olmasını isteyen bir hayali önce kurup sonra devam ettiriyorum. Bu hayal içinde bütün yıldızları toplayıp kovaya doldurduğunu görmenin ardında, kap kara bir gökyüzü ile karşılaştığını bilmekte var.
Ne olursa olsun hayal bile olsa hiçbir şey statik değil, bir hareket mutlaka olmalıdır. Ki bu hareket, karanlık dolu bir resme bakmaktansa, aşağıya inip, başka bir kovayı eline almanın zamanını getirir, tabi bir de fırça öteki elindedir…
Bu andan sonra nasıl bir heyecanın seni yukarıya çıkardığını tahmin edemezsin!
Bence bir renk arzulamalısın gözlerini kapatıp o zirveye çıktığında… Kırmızı, sarı, çingene pembesi, yavruağzı, mor yahut açık yeşil… Hangisi seçimin olur bilemem, ama seni o şahikada anlatan bir renk olması gerektiğini düşünüyorum.
Daldırıp fırçanı kovaya, istediğin renge boyamalısın artık gökyüzünü. Böylece her yeri boşluk olan gökyüzünü dilediğin ebatta beneklerle kapatabilirsin. Olmadı mı, o halde dalga dalga yaparak gökyüzüne değişik bir armoni katabilirsin mesela. Her şey senin tercihin ama istersen pütürsüz ve pürüzsüz olsun diye genişçe de yayıverebilirsin. Baktın olmuyor, güzel bir şey yapmaya çalıştıkça anlamsız bir sürü gariplik ortaya çıkıyor ve yaptığını kendin bile beğenmiyorsan, istersen boca et gitsin tüm karanlığa sana ahenk verecek o rengi.
İşte o zaman biraz geriye bırak kendini, şöyle bir bak yaptığın esere…
“Olmamış, bir şeyler eksik.” de mesela. Sonra sanki düşercesine aşağıya inip, yıldızları doldurduğun kovayı kap ve uçarcasına yukarı tekrar çık. Kovadaki bütün yıldızları dilediğince serpiştir sağa sola, yukarı aşağıya. Gökyüzünün bir başkasının değil, senin gökyüzün olduğunu daha iyi anlayacaksın o zaman…
Unutma, hiçbir ressam gökyüzünü boyayamamıştır, bu senindir, bu senin yarattığın asumani gökyüzün olacaktır.
Bir boş kovayı eline alıp, gökyüzüne çıkman gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bir boş kovayı eline alıp, gökyüzüne çıkmakla başlar her şey.
Bunu yalnız bir gece için yapma ama. Ara sıra uygula. Yalnız geceleri mi, kendini miskin veya yorgun hissettiğin sabahları da yap, günün pembeyle başlasın örneğin, pembeyle gününün başlamasını istemez misin?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.