İFRİT - SON (4.Bölüm)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İFRİT - SON
“Ne olur bana yardım edin. Çok fazla vaktim kalmadı. Karnımda giderek büyüyen bir yarık var. Bacaklarım tutmuyor. Ayaklarımda kesikler var. Sürünür haldeyim. Evimin adresi Atatürk caddesi. Başak apt. 160/B kat:5 Ne olur yardım edin. Buradan başka iletişimim yok. Telefonum yok. Tek yapabildiğim şuan parmaklarımı hareket ettirebilmek… Çok az vaktim kaldı. O geri gelmeden ne olur birisi gelip beni alsın. Bu gerçek. Herhangi bir yazı diye bunu okumayın. Ne olur. Yalvarıyorum. Ambulansı arayın. Bir şeyler yapın. Yeter ki o şey geri gelmeden siz gelin. Kurtarın beni yalvarıyorum.”
“Rabbimiz! Bizlere merhamet et. Senin yolunu bırakıp şeytanın yoluna uyduk.”
1 Gün Önce
Etraflarındaki fısıltıları duyabiliyorlardı. “Sakın sağa sola bakmayın. Dümdüz yürüyün ve sakın korkmayın!” dedikten sonra tek gözüyle çalıların bitiminde onları bekleyen şeyi gördü Muhammed. “Bismillahirrahmanirrahim.”
Bir süre bakakaldılar. Çalıların sonunda onları bekleyen şey yarım saat evvel taksisine bindikleri adamdı. Fakat insan suretinden çıkmış olabildiğince çirkinleşmiş ve yanında üç tağut daha vardı. Boyları oldukça uzun, ayakları sadece kemik gibi. İpince, etsiz, sarı. Çalıların içine adım atamıyor gibiydiler. Sanki bir güç onların oraya girmelerini engelliyordu. Bir süre sonra arkalarını dönüp uzaklaşmaya başladılar. Muhammed, Ali ve Yusuf biraz bekledikten sonra yürümeye başladılar. İçlerindeki ürperti çalıların bitimine kadar onları takip etti. Fısıltıların eşliğinde çalıların sonuna geldiklerinde Muhammed arkasını dönüp kulübeye doğru baktı. Ahmet hoca elinde bir kitaptan bir şeyler okuyordu. Kitabı kapatıp sert bir bakış fırlattı Muhammed’e. O kadar mesafe olmasına rağmen o bakış Muhammedin kalbini acıtmıştı. Burnundan derin bir soluk aldı. Çalıları bitirip yola çıktılar. Üzerlerindeki o kasvet kalkmış gibiydi. Ürperti dinmişti.
****
Ahmet hoca kulübesine girdikten sonra dolanmaya başladı. Ellerini arkasına bağlayıp söyleniyordu. “Tağutlar büyüyü yapabilmek için gerekli her şeyi öğrenmişler. Ah ahhh! Aptal çocuk. Her şeyi söylemiş. Halleriniz ne olacak şimdi. Çok geç. Her şey için çok geç.” Sözünü bitirdiği sırada duvarda asılı duran deri üzerine yazılmış vefk ön yüzü görünmeyecek şekilde yere düştü. Ahmet hoca sakince başını duvara çevirdi. Duvarın üzerinde yavaş yavaş ve artarak beliren siyah lekeler ortada toplandı. Grimsi bir yüz şekli belirdi. Tiz ve fısıltılı bir şekilde odayı sesler doldurdu. “Eğer seni o çocuklara yardım ederken bulursam bütün ordularımı üzerine salarım, ölüm gelinceye kadar kendi içimizde sana yapmadığımızı bırakmayız. Tağutların yüz karasısın. Eğer benim ordumda değilsen sakın karşıma çıkma.” Sesler yoğunlaşmıştı. Ahmet hoca kaşlarını çatıp;
“Size o haberi getiren ancak şeytandır, (sadece) kendi dostlarını korkutabilir. Onlardan korkmayın, eğer mümin iseniz benden korkun.” 3:157 ayetini okudu. Okur okumaz etraftaki sesler birden kesildi. Hiçbir şey olmamış gibi düşen deriyi alıp yerine astı. Cübbesini giyip dışarı çıktı. “Nasıl bulaştınız buna. Nasıl!?
Ali zili duyduktan sonra kimseye fırsat vermeden kapıya yöneldi. Açtığında birkaç saniye Ahmet Hocayla bakıştılar. “Çekil artık!” Ahmet hoca gergindi. İçeri girdiğinde Muhammed ve Yusuf ayağı kalktılar. “Hocam şöyle geçin buyurun.” Dediktenten sonra Muhammed Aliye “geç otur şuraya” der gibi bakış attı. Ahmet hoca telaşlıydı ama olabildiğince belli etmemeye çalışıyordu. “Bakın çocuklarım size yardım etmek beni hayli zora sokacak. Ama sizden tek istediğim şey nasıl bu hale geldiniz. Hepsini bilmek istiyorum. Her şeyi bana anlatın. Yoksa sonunuz pek hayır değil.” İçeride bir sessizlik oldu. Ali, Muhammed ve Yusuf birbirine baktılar. Muhammed kaşını kaldırıp Yusuf’u işaret etti. “Anlat hadi!”
Yusuf yerini aldı kuruldu. “Hocam şimdi açıkça anlatıyorum. Biraz utanç verici ama bilmiyorum ben… Şeyy hocam ya işte.” Lafı ağzında geveliyordu. Ahmet hoca ensesinden tutup yüzünü Yusuf’a yaklaştırdı. “Eğer şimdi anlatmazsan ve ben bilmezsem yarına sağ bile kalamayabilirsin. Anladın mı!”
“Anladım hocam tamam. Benim kız arkadaşım var Mine diye işte onların yazlıktaydık hepimiz. Öyle takılıyoduk ediyoduk falan. Arkada hamak yerimiz vardı baya beş altı tane kurulu hamak vardı. Mineyle oraya çıktık. Sonra Muhammed, Ali geldi. Bi kaç daha kız vardı. Söz muhabbet büyüden, cinlerden açıldı. İçimizde de bu konuya en hakim sağlam hikayeleri olan Muhammed. Anlattı da anlattı anlattı da anlattı. Hatta bir ara sizin bile isminiz geçmişti hocam. Sonra içeri geçtik herkes korkuyo tabi aynı odadayız bi kitap bulmuş Ali. Getirdi. Baktık eski de bişey. İlgimizi çekti. Tam konuyla alakalı cinler alemi falan anlatıyo. Bi yere çok takıldık ama insan suretine bürünebilen cinler falan vardı. Ben dedim ne güzel olur bi arkadaşımız olsa fena mı yani. Gülüştük. Sonra konu kapandı. Uyudu millet. Bi işte ben, Muhammed ve Ali kaldık. Kitabı açtık. Orda edinmek için tılsımlar falan vardı. İşte çizip yastığın altına koyup uyuyosun odaya asıyosun falan bir sürü şeyler. Ali de ben kadın cin istiyom diye dalga geçiyodu. Sonra işte birer tane tılsım çizdik hepimizinki farklıydı yani o içine yazdığımız rakamlar falan varya arapça. Onlar değişikti. Muhammed’in tılsımını yazıp birini ateşe atmak gerekiyormuş öyle yaptık, Ali’nin tılsımı kızların odasına koyduk, benimkini de toprağa gömdük. Öyle hocam yani sonra olanlar belli. Mine yanımda Tağuttt diye bağırıyodu, Muhammedin gözü gitti şeytanı gördüm diyo. Ali simsiyah elbiseli bi kadın gördüm diyo..”
Ahmet hocanın yüzü düşmüştü. Yusuf’a dönüp ;”O çok istediğiniz cin arkadaşlığı var ya. İşte artık istediğin olmuş Yusuf. Tağut; insan suretinde yürüyen, yaşayan cin demek. Taksici mesela.” Kafasını Aliye çevirdi; “O çok istediğin kız cin. Görmüşsün işte. Nasıl. Hoşlandın mı?” Son olarak Muhammed’e baktı. “En kötüsü ise senin Muhammed. Ateşe attığın tılsım… En arsızı, en acımasızı bu ifritlerin, senin bedenini ele geçirmeden durmayacak. Ya öleceksin ya da bir daha kendini hiç bilmeden, nerde olduğunu bilmeden, acılar içinde başka bir alemde çürüyüp gideceksin.” Biraz çocukları süzdükten sonra devam etti. "O kitabı bulmamız gerek belki o zaman bir şeyler yapabiliriz ve o odaya koyduğunuz, toprağa gömdüğünüz tılsımları çıkartmamız gerek. Ateşe atılansa bir daha geri gelmeyecek. Bunu biliyorsun değil mi Muhammed?”
Muhammed çaresizce; “Bu duruma geleceğini bilmiyordum. Bu kadar basit olamazdı. Yani bir tılsım…” Ahmet hoca araya girdi; “Evet bir tılsım. O bir tılsımın neler yaptığına bak. Hayatına mal olabilir.”
Ahmet hoca ayağa kalktı. “Şimdi yapmamız gereken şey şu. Yusuf ve Ali. Siz benimle geliyorsunuz. O kitabı bulup tılsımları çıkartacağız. Kitap olmadan Muhammed’in olayını çözemeyiz.” Muhammed’e döndü, elini omzuna koydu. “Bak aslan parçası. Biz gelene kadar abdestsiz durmamaya çalış. Tuvalete çok girme. Banyoya da aynı şekilde.” Cebinden bir muska çıkartıp verdi. “Bunu yanından ayırma. En geç yarın gece burada oluruz.” Muhammed; “tamam hocam.” Demekle yetindi.
******
Duvarda süzülen bir siyahlık fark edip irkildi. Arkasına baktı. Yanından bir şey geçer gibi oldu. Lamba sallanıyordu. Zihninde çirkin suretler canlanıyordu. Gözlerini ovuşturdu. Belinde bir baskı hissetti. Baskı gittikçe kuvvetleniyordu. Sanki bir şey sivri bir cismi beline bastırır gibiydi. Öğürme geldi içinden. Midesi bulanıyordu. Bacakları karıncalanmıştı. Bir adım ileri attı. Olduğu yere çöktü. O sırada ışık kesildi. Odadaki eşyalar deprem oluyormuş gibi sallanıyordu. Fısıltılar…. Bu fısıltılar hiç yabancı gelmemişti. İçini dolduran korku midesini hayli bulandırıyordu. Fısıltılar arttıkça dayanılmaz bir hal almıştı. Kulaklarını kapadı. Bağırıyordu. Hemen karşısında bir şey belirdi. Gri suratlı uzun boylu bir şey. Kulakları sivriydi elleri ise bir kol kadar uzundu. Vücudunun bazı yerleri lavla kaplanmış gibi siyahlı kırmızılıydı. Gözlerinden ateş çıkacak gibiydi. Sadece bir saniye bu görüntüye dayanabildi. Uykuyla uyanıklık arasında bir yerde kalmış gibiydi. Ne tam gerçek, ne de çok hayal. Ayırt edemiyordu. Beyninde bir yerden ses bıçağı eline almasını emrediyordu. İradesini yarım dahi kullanamıyordu bıçağı almıştı sonunda. Tekrar aynı ses bıçağı karnına doğru götürmesini istiyordu. Elleri onun değilmiş gibi bıçak karnına yavaşça giriyordu. Hemen farkına varıp çıkardı bıçağı. Ardından ses tekrar bıçağı saplamasını emrediyordu. Direnmek için bile gücü kalmamıştı. Beynindeki sesle verdiği mücadele sırasında bıçak bacaklarını parçalamıştı nerdeyse. Sesler birden kesildi. Odanın içindeki fısıltı bitmişti. Kendine geldiğinde ayaktaydı. Sanki uykudan uyanır gibi hissetti. Karnından yere akan kanları görünce başı döndü. Elini duvara yaslayıp gözlerini kapadı birkaç saniye düzenli nefes alıp verdi. “Sakin ol… Sakin ol…” Derken her şey eski haline geldi. Lamba yandı. Eşyaların tıngırtısı durdu. Hemen karşısında laptopu gördü. Az evvel ortalığı kasıp kavuran şey şimdilik ortada yoktu. Etrafına bakındı. Odanın içi kanlara boyanmıştı. Telefonu aldı. Çalışmıyordu. Kapıyı zorladı. Açılmadı. Ahmet hoca ve çocukların gelmesine daha vardı. Sekmede duran, yazılarını paylaştığı edebiyat sitesi geldi aklına. “Oradan yardım bulabilirim.” Diye düşündü. Böylece daha fazla insan görebilir ve yardım hızı artabilirdi. Hemen yerdeki sandalyeyi alı düzeltti. Oturdu. Göbeği katlanınca kan daha fazla çıktı. Yatağından çarşafı çekip karnına bastırdı. Açık olan sekmeye girip yarım bıraktığı yazısını sildi. Tek eliyle karnına bastırırken diğer eliyle de yazmaya çalışıyordu. “Umarım inanırlar.”
“Ne olur bana yardım edin. Çok fazla vaktim kalmadı. Karnımda giderek büyüyen bir yarık var. Bacaklarım tutmuyor. Ayaklarımda kesikler var. Sürünür haldeyim. Evimin adresi Atatürk caddesi. Başak apt. 160/B kat:5 ESKİŞEHİR. Ne olur yardım edin. Buradan başka iletişimim yok. Telefonum yok. Tek yapabildiğim şuan parmaklarımı hareket ettirebilmek… Çok az vaktim kaldı. O geri gelmeden ne olur birisi gelip beni alsın. Bu gerçek. Herhangi bir yazı diye bunu okumayın. Ne olur. Yalvarıyorum. Ambulansı arayın. Bir şeyler yapın. Yeter ki o şey geri gelmeden siz gelin. Kurtarın beni yalvarıyorum.”
-Yayınla- butonuna bastığı gibi artık yüzlerce kişi o yazıyı görebiliyordu. Nefesini içine çekip kendini sıktı. Gözleri kısıldı. Bütün vücudu uyuşmaya başlamıştı. Dudakları morarmıştı. Uzanmak istedi. Tam sandalyeden kalktığı sırada sırtına güçlü bir darbe alıp yüzüstü yere düştü. Arkasını dönmeye çabalarken gördüğü şey artık her şeyin bittiğini anlatır nitelikteydi. Gidip gelen ışıklar odanın içinde kaos yaratıyordu. Her ışık gecikmesinde kendisine doğru yaklaşan şey gittikçe daha çirkin bir surete bürünüyordu. Çat pat duyduğu ses; “ Benim kabemi yapmakta hamal olarak çalışacaksın.” Sesi bütün odayı dolduruyordu. “Benim boyutumda ifritlerin arasında Nusaybin ahalisinin kölesi olacaksın.”
Muhammed besmele çekmeye çalıştıysa da dili müsaade etmedi. Gözlerini kapayıp derin ve ancak kıyametle bitecek bir karanlığa merhaba demek için kendini boşluğa bıraktı.
Ertesi Gün Sabah
Sitedeki yazıyı değerlendiren polisler kapıyı çaldıktan sonra cevap gelmeyince kırarak içeri girmişlerdi. Odanın içinde gördükleri dehşete düşmelerine yetmişti. Her yerde kan vardı. Et parçacıkları, duvarlarda garip semboller ve odanın ortasında birikmiş küller. Olmayan tek şey ise Muhammed’in cesediydi. Komiser etrafı incelerken bir görevli; “Amirim, telefon size.”
Telefonun diğer ucundaki adam yazlık evde ölü bulunan iki gencin Muhammedin arkadaşları olduğundan bahsediyordu. Adlarının Yusuf ve Ali olduğunu söyledi. “Kafaları kopartılarak öldürülmüşler. Birinin kafası topraktan diğerininki ise yazlığın bir odasından çıktı. Bedenlerini henüz bulamadık. Ekip araştırma halinde. İyi Çalışmalar amirim."
SON
Bahattin BERKDİNÇ
YORUMLAR
mutlaka ölümle bitiyor değil mi?
asla kurtulan olmuyor!
oysa ki
Allah insanı onlardan üstün yaratmıştır?
ilginç olan şu insan uykusunda bile rahatça okuyabildiği ayet-el kürsi, nas, felak surelerini dili dönüp de okuyamıyor ya işte o çok fena bir noktada olduğunu insanın yüzüne çarpıyor
allak bulak oluyor kişi ifriti cini vb. düşünmekten ziyade ben nasıl bir müslümanım muhasebesi başlıyor o an kadar zamanda kendine bir kızıyor insan olmadık sözler verebiliyor kendine de yine de kurtulamıyor
Allah'ın izni olmadan insana dokunamadıklarını bilmek daha fena vuruyor insanı. Allah korusun.
Şeytan-ı Racim filminde ki hoca geldi aklıma hocanın cin hanımı vardı bu da yardım istenecek en son kişinin o olduğu anlamına gelir ki filimin finali de zatenseyirciye bunu ispatlamıştı.
güzeldi, hele giriş :-)))
tebrik ederim.
Böyle sıradışı yazıları çok fazla okuma şansı bulamıyoruz. Öncelikle bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür etmek istiyorum.
Diğer taraftan, yazı benim için akıcı gelmedi. Çünkü merak uyandıran ne varsa hemen cevaplanıyordu. Bir de konu sıradışı olmakla birlikte içeriğin işlenişi bana çok sıradan geldi. Ben bu yazıda daha gerçekdışı şeyler aradım. Basit bir tılsımla cin falan gelmez, bunun için ciddi bir çalışma ve birikim gerekir.
Siz konuyu fikirsel olarak başlatmış, geliştirmiş ve bitirmişsiniz. Sonrasında yazıya aktarmışsınız bu ise bü tür yazıların can damarı sayacağımız merak ve şüphe olgusunu yok etmiş. Keşke yazıya aktarırken daha sabırlı ve objeleri ve çevreyi eleveren bir üslupla anlatsaydınız.
Gök BİLGE tarafından 10/7/2014 3:10:28 AM zamanında düzenlenmiştir.