- 1463 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
MUSTAFA PEHLİVANOĞLU
Mustafalar ölür
Allah davası ölmez.
İçinde bulunduğumuz Ekim ayı, ardında bıraktığı 12 Eylül’ün Türk gençliğinin üzerinden silindir gibi geçtiği kara bir lekedir. Günün anlam ve önemine binaen, 12 Eylül cuntasının 8 Ekim 1980 yılında idam ettiği masum arkadaşım Mustafa Pehlivanoğlu’nu anlatmaya çalışacağım.
Mustafa Pehlivanoğlu, Ankara’nın Dikmen bölgesi Gökkuşağı Mahallesinde yaşayan; babası Necmi Pehlivanoğlu, annesi Zeynep, büyük abileri Halil, Oktay ve kız kardeşi Sevinç olmak üzere dört çocuklu bir ailenin üçüncü oğludur.
3 Mart 1958 doğumlu ve aslen Bilecik’ nüfusuna kayıtlıdır. Türk - İslam davası, Kızıl Elma ve Turan ideallerini ailesinden öğrenmiş, Türk örf ve adetleri ile Türk kültürüne hizmet aşkıyla gittiği Ülkü Ocaklarında uğruna can vereceği bir yüce davanın ilke ve ideolojisiyle siyasi olgunluğa erişmiş, çevresinde sevilen sayılan, efendiliğiyle gönüllere taht kurmuş bir vatan evladıdır.
Yaşadığı dönemin çift kutuplu dünya düzeni, Türkiye’yi sağ-sol çatışmasına sürüklemiş, sokaklar kan gölüne dönmüş, ülke; kardeşin kardeşe kurşun sıktığı bir hale bürünmüştü. Polis teşkilatı Pol-Der ve Pol-Bir diye ikiye bölünmüş, Pol-Der’li polisler eylem yapan solculara lojistik destek verirken, yakaladıkları ülkücülere ise işkence ile uydurma suçlar isnat ederek hapishanelere tıkmaya başlamışlardı. İnsanlık suçu olan işkence artık meşrulaşmış gibiydi. Akla hayale gelmeyen yol ve yöntemlere başvuruluyor, hazırlık dosyalarında ceza alacak şekilde ifadelere yer veriliyordu. İşte bu şartlar Türkiye gerçeği haline geldiği o kara dönemde Balgat’ta arka arkaya üç kahve silahlı kişiler tarafından taranmıştı. Bu kahvehanelerin biri solcuların oturduğu, diğeri sağ görüşlü kişilerin oturduğu kahvehane; diğeri de mahalle arasında sağcı ve solcuların oturduğu kahvehanelerdi. Bu kahvehanede Mustafa ve ağabeyleri de zaman zaman oturuyorlardı. Bu tarama olayında 5 kişi ölmüştü. Olayın olduğunda mübarek Ramazan ayıydı. Mustafa Pehlivanoğlu da orucunu tutuyor, namazını kılıyordu. İftarlarını ailece yapmışlar ağabeyi Oktay ve babası Necmi Pehlivanoğlu’yla Dikmen’de teravih namazını kılmak için camiye gitmişlerdi. Baba Necmi Pehlivanoğlu camiye girmiş, iki kardeş de ezan okunana kadar sigara ve çay içmek amacıyla kahveye girmişlerdi ki belediye otobüsünden inenlerden duydular Balgat’ta kahvehane tarandığını. Hatta İsa Armağan ve Mustafa’nın isimlerinin olayla beraber anıldığı söylenince ağabey Oktay, kardeşi Mustafa’ya dönerek “aslanım kaç saklan bir yere, yoksa bu suçu üzerinize işkenceyle yıkarlar” dedi. Mustafa panikler ve oradan hemen ayrılır. O dönem CHP iktidarda ve İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’ti. Pol-Der’li polisler gemi azıya almış, ya eylem yapan sol fraksiyonları kayırmakta ya da büyük eylemleri organize ederek suçu ülkücülerin üzerine yıkmaktaydı. O dönemleri canlı yaşamış biri olarak yaşanan bu tip olayların canlı şahidiyim.
Taranan kahve olayı ses getirir lakin uydurma suçun failleri yakalanamaz. Polisler Mustafa Pehlivanoğlu’nun evini basarlar ve ailedeki tüm erkekleri Ankara Emniyeti Cinayet Masasına getirirler. Büyük ağabey Halil’i hastalığı, baba Necmi Pehlivanoğlu’nu ise yaşlılığı çok ağır işkenceden kurtarır ama ortanca ağabey Oktay tam dişlerine göredir. Günlerce işkence edilir ve vücuduna elektrik verilerek insanlık dışı muamelelere maruz kalır. Bildiklerinden başka bir şey söylemeyen aile bu işkenceye 10 gün boyunca maruz kalır. Sonunda sözde suçlular yakalanır ve onlara bu suçu kabullendirmek için ağır işkenceler yapılır. Mustafa yakalandıktan bir hafta sonra Zeynep anne ve Oktay abi Ankara Emniyetine giderler. Yanlarında duran iki kişi vardır. Gördükleri işkenceden her yerleri morarmış elleri ayakları şişmiş tanınmaz haldelerdir. Mustafa’yı görmek için sorduklarında görevli polis bankta oturan o şahısları gösterince çok şaşırırlar. Mustafa yanlarındadır ve tanınmaz haldedir. Mustafa’nın yanında Haydar Şahin de işkence görmüştür.
Bir gün Mustafa’nın ağabeyleri evlerinin elektrik aboneliği için Sıhhıye Toros sokaktaki EGO işletmelerine giderler. Başvuru dilekçesinde Pehlivanoğlu soyismi orada görevli azılı solcu militanlarda çağrışım yapar. Oktay ve Halil Pehlivanoğlu’na hiç bir şey hissettirmeden yarın gelmeleri söylenir. Ertesi gün oraya gidildiğinde etrafları sarılır. Oktay hasta abisine dönerek arabadan inmemesini söyler ama kendisi solcu militanların eline düşer, orada öldürülesiye dövülür. Oktay abi bir hafta süreyle bu olaydan dolayı komada yatar ve şikâyetçi olmasına rağmen görgü şahidi olmadığından bir sonuç alamaz.
Nihayet Balgat Katliamı’na iki suçlu bulmuşlar ve cezaevine atmışlardı. Aylar süren yargılamada İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanoğlu idam cezasına çarptırılır ve cezaları Yargıtay tarafından onanır. Ama infaz için mecliste idam dosyası görüşüleceği sırada yattıkları “Mamak Askeri Cezaevi”nden firar ederler. O yıllarda benim de oturduğum Topraklık semti Dilekler Mahallesi Ballık Sokakta oturan İsa Armağan; babası Şükrü, annesi Müzeyyen, kardeşi İbrahim, eşi ve kız kardeşiyle beraber kalmaktaydı. Gece yarısı eve gelen İsa Armağan üzerindeki asker elbisesini çıkarıp sivil kıyafetler giyerek evinden helâlılaşıp ayrılmıştı. Mustafa da aynı işi Dikmen’deki evine gelerek ağabeyi Oktay’ın takım elbisesini giyerek annesi babası ve yengesiyle helâllaşıp ayrılır. Cebeci semtinde bulunan ülkücü arkadaşları tarafından Ankara’dan uzaklaştırılan Mustafa Pehlivanoğlu, Kütahya’da bir bağ evine yerleştirilmiştir. Ceza evinden firar ettikten sonra kendilerine verilen emir, teşkilatlara uğramamaları yönündeydi.
Bir tarafta Mustafa’nın ailesinden Oktay, Necmi ve Zeynep Pehlivanoğlu, diğer taraftan da Şükrü, Müzeyyen ve İbrahim Armağan işkenceye alınarak sorgulanmaktaydı. O dönemde Topraklık Ülkü Ocaklarında idim ve tüm teşkilat sorgulanmıştı. İşkenceci polisler insanlık dışı işkencelerine ara verip zamanın sıkıyönetim savcısı Nurettin SOYER’i arayarak “efendim bütün bildiklerini söylediler nerede olduklarını bilmiyorlar” diye bilgi verdiklerinde, aldıkları cevap “işkenceye devam edin” olmuştur.
Sonrasında, Mustafa’yı Kütahya’ya götüren arkadaşları Ankara’ya dönerken yakalanır, gördükleri işkence neticesinde Mustafa’nın kaldığı yer öğreninilir ve helikopterle bağ evine paraşütle inen ekipler tarafından yakalanırlar. Bu operasyonda Ankara emniyetinde cinayet masasında görevli polislerden Dürüst Oktay, Zeki Kaman ve Cafer Şahin görev almış ve Mustafa vakit geçirilmeden Ankara’ya getirilerek Mamak Askeri Cezaevine konulmuştur.
Cezaevi görüş günlerinde hasta olan ailenin en büyük oğlu Halil ve ailenin diğer fertleri Mustafa’yı ziyaret ettiklerinde, Mustafa; her seferinde ailesine karşı, suçsuz olduğunu, bir yanlışlığa kurban gittiğini, ilahi adaletin bir gün mutlaka tecelli edeceğine olan inancını anlatır ve kendisine inanmaları ister. Bunu zaman zaman ailesine ve nişanlısına yazdığı mektuplarda da görmekteyiz. Hatta bu mektubun zaman zaman siyasi istismar için devlet adamları tarafından sahte gözyaşıyla meydanlarda okunduğuna bile şahit olduk. “12 Eylül cuntacılarını yargılayacağız, suçsuz insanları astılar” dedikleri halde, ne 12 Eylül mağdurlarının mağduriyetini giderdiler ne de suçsuz yere astıkları insanlar için iade-i itibarda bulundular. Bizler biliyoruz ki hâlâ cezaevlerinde yatan 12 Eylül mağduru vatan evlatları vardır.
7 Ekim 1980 günü Mustafa Pehlivanoğlu kaldığı Mamak Askeri Cezaevinden Ulucanlar Cezaevine getirilmişti. Aile bunu duyar ve görüşüne gitmek isterler.
Ve tarih 8 Ekim 1980.
Gelin bugünü bütün ülkücülerin Necmi Babası, Mustafa’nın babası, Necmi Pehlivanoğlu (Fırtına) nın naklettiği şekliyle anlatayım:
Kütahya da yakalandıktan bir hafta sonraydı. Bir sabah, eşim Zeynep’in feryadıyla uyandım.
“- İçim yanıyor bey, kalk; şurama, bağrıma bir ağrı saplandı; nefes alamıyorum, içim yanıyor içim. Mustafa’nın ziyaretine gidelim, oğlumu kuzumu aslan parçamı göreceğim.”
“ - Hanım ben de isterim, yiğidim benim de burnumda tütüyor ama bu gün görüş günü değil ki nasıl görüşeceğiz?”
“ - Ben savcıya çıkar izin alırım kalk kalk duramam diyorum sana.”
Yola koyulduk. Ulucanlar Cezaevi önünde soluğu aldık. Ama nafile, o gün daha sıkı bir önlem alınmış cezaevi bir başka ruh halini yansıtıyordu. Herkesin suratı asık, ortalık kasvet içindeydi. Hemen savcıdan izin almak için Samanpazarı semtinde bulunan Ankara Adliyesine gitmek için yola koyulduk. Dolmuştan indiğimizde adliye yanındaki büfe önünde günlük gazetelerin manşetlerinde Mustafa Pehlivanoğlu ve Necdet Adalı’nın sabaha karşı infaz edildiği yazıyordu. Dünya başıma yıkılmış gözlerim görmez, dizlerim yükümü çekmez olmuştu. Bir sızı yüreğime düşmüş, evlat acısı nefes almamı engeller olmuştu. O anda yanı başımda Mustafa’nın annesi fenalık geçirmiş üstünü başını yırtıyor ve bir ağıt tutturmuş ağlıyordu. Hemen avukatımız olan Can Özbay’ın Denizciler Caddesindeki bürosuna gittik. Haber doğruydu. Avukatı da infaz için çağırmışlar fakat “benim yüreğim dayanmaz” diye gitmemişti. Karşıyaka Mezarlığına gitmeye karar verdik. Toprağına el sürüp yanan yüreğimden korlar bırakacaktım. Mezarlığa geldiğimizde mezar başında bir manda askerin nöbet tuttuğunu gördük ve feryad ederek yaklaştığımızda askerlerin dipçik darbelerine maruz kaldık. Yaklaştırmıyorlardı. Ne yaptıysak ne ettiysek nafile.. Sıkıyönetim onu da yasaklamıştı. Ailece perişan olmuş acılar içinde evimize döndük ve acımızı içimizde hiç bitmeyecek şekilde yaşamaya başladık.”
12 Eylül bir ailenin elinden umutlarını almıştı. Ve bir gün avukat Can Özbay Necmi babaya gelir ve “sıkıyönetim komutanlığı soyadınızı değiştirmenizi istiyor” der. O tarihten sonra artık Pehlivanoğlu soyismini bile kullanmalarına izin verilmemiştir. Ailenin soy ismi FIRTINA olarak değiştirilir. Mustafa’nın annesi Zeynep anne oğlunu görememenin, eliyle dokunamamanın acısıyla hem psikolojik bunalıma girer hem de kısmi felç geçirir. Bütün aile bu acılarla kıvranırken zaten hasta olan evin büyük oğlu Halil, kardeşinin acısına dayanamayıp Hakkın rahmetine kavuşur. Aile bir kez daha yıkılmıştır. Acılar kederlere katık olmuş ve şansızlık peşlerini bırakmamıştır. Zeynep Fırtına oğlunun öldüğüne bile inanmamakta her gün Mustafa’m gelecek diye yollara bakmaktadır. Her gelene oğlunu anlatır ondan bahseder, onun sevdiği yemekleri yapar ve o gelmeden sofraya kimseyi oturtmazdı. İşte bu tedavi sürecinde Zeynep annenin doktoru bu halin geçmesi için mezarın özel bir izinle açılması ve oğlunun kemiklerini bile olsa görmesi gerektiğine aileyi inandırır. Başka yol, denenmemiş tedavi sistemi kalmamıştır. Mustafa’nın infazından tam dokuz ay sonra kabrinin açılması için savcıdan izin alınır ve artık Zeynep anne oğlu, yiğidi Mustafa’nın kabrinde kemiklerine dokunacaktır.
O gün gelir çatar. Bu çok özel gün ancak bir elin parmağı kadar aileye yakın kişilerce bilinmektedir. Rahmetli Necmi babadan izin alarak ilk defa şehitler diyarı Çanakkale’de paylaştığım o özel günü yine ailenin hayattaki tek oğlu benim de ağabeyim olan Oktay Fırtına’dan aldığım izinle burada paylaşacağım.
“ O gün gelmiş çatmıştı. Savcılık bir görevli vermiş, Mezarlıklar Müdürü ve iki mezarlık görevlisi Mustafa’nın infazından sonra onu kabre koyan imamı tekrar kabir açılışında görevlendirmişti. Kızım Sevinç, eşim Zeynep, oğlum Oktay ve bir komşumuzla Mustafa’nın kabri başındaydık. Elimizde Kuran’lar hepimiz okuyorduk. İnfazında görevli bulunan imam da Kuran okuyor, görevliler de kabri açıyordu. Kabir açılmış üzerindeki topraklar temizlenmiş ve mezar çukuruna inen imamın gözleri irileşmiş rengi atmıştı. Bizler de yaklaştık. Gördüğümüz şey karşısında hayretle donup kalmıştık. Mustafa kabre daha dün konmuş gibi bembeyaz kefeniyle yatıyordu Leke yok, çürüme yoktu. Mezarlıklar Müdürü ve görevli imamlar gördükleri karşısında gözyaşına boğulmuşlar ve öylece kalmışlardı. Daha sonra kabirde Mustafa’nın yüzü açıldı. Aman Allah’ım. Gördüklerimiz karşısında ikinci bir sıradışı olayı yaşıyorduk. Mustafa boynunda infaz anındaki ip izi haricinde hafif sararmış benziyle ve yüzü güler bir şekilde gözleri açık öylece yatıyordu. Sanki toprağa dün konmuş gibiydi. Mezarlıklar sinekten geçilmezken Mustafa’nın kabrinde bir tek bile sinek yoktu. İmam bize dönerek “bu hal kimseye nasip olmaz, ne mutlu size” dedi ve oradan oğlum Mustafa’nın masumiyetinin bir mükâfatı olarak Yüce Rabbimin onu cennetine aldığına inanarak evimize döndük”
Yukarıda anlatılan her şey bir dönemin karanlık ilişkilerini ve onların maşalarını ortaya çıkartmıştır. Mustafa Pehlivanoğlu’nun infaz edilişinden az bir zaman sonra Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde DHKP-C’ye ait bir hücre evinde Balgat Katliamı diye anılan toplam üç kahvehanenin silahla taranması ve 5 kişinin öldürülmesi olayında kullanılan silahlar ve polis elbiseleri bulunmuştur. Olay Kenan Evren’e de bildirilmişse de bir şekilde kapatılmıştır.
Yıllar geçmesine rağmen Mustafa Pehlivanoğlu dava arkadaşları tarafından unutulmamış ve her an yüreklerde yaşatılmıştır. Karanlık bir dönemin kurtarıcısı gibi gelerek Türk Milliyetçilerine zulüm ve işkence edenler onların Türk siyasetine yön vermesinden öyle korkmuşlardı ki çareyi onları ya idam sehpalarında asmakta, sevenlerinden koparmakta ve dava arkadaşlarına gözdağı vermeye çalışmakta ya da cezaevlerinde yıllarca sorgusuz sualsiz yatırarak yıldırmaya çalışmakta bulmaya çalışmışlardı. Çok uğraşmalarına rağmen bunu başaramadılar. Bir Mustafa öldü bin Mustafa dirildi Taş medreselerde yatanlar ise orada bir edep ve ocak terbiyesi içerisinde olgunluğa erişerek Türk Milliyetçiliğinin vazgeçilmez kadroları olarak siyaset sahnesindeki yerlerini aldılar. Milletler mücadelesi devam ettiği sürece Türk milliyetçileri çileye talip olmuş, ülküsünü sevda bilip vatan ve bayrak aşkıyla yanmayı bir erdem olarak seçmişlerdir. İşte bu hasletleri yüzünden bu gün de küresel güçlerin hedefi haline gelmişlerdir. Ülkücüler bu vatanın temel harcı olarak ebed- müddet var olacaklardır.
Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin.
İsmail TIKIROĞLU
YORUMLAR
dost 13 haziran 1972 yılında bir kamyonun ezmesi sonucu şehit edilen rahmetli Dündar TAŞER ilk suikasta uğrayan şehidim izdi ondan sonra her şey karıştı üçüncü kişiler girdi devreye sağ sol alevi Sünni laik laik olmayan vs. vs. diyerek bizleri kırdırdılar rahmetli Mustafa PEHLİVANOĞLU DA onlardan biri şimdi tüm köşe başlarında o dönmeler bizleri birbirimize düşürüp dururlar ancak kızıl elma ülküsü etrafın da toplanarak bizler bu şerri yenebiliriz... millet olarak harika bir yazı bravo kalemin çok güçlü dost sen yaz biz feyizle nelim dost kal sevgilerde esenlik içinde...
Bu yazıyı okuyupta gözünde yaş olmayan bu davayı hissedemez..
Böyle bir kutsal davaya canını adayan ailesini de peşinden sükükleyip acılar çektiren, Şehilik mertebesine kavuşan Pehlivanlar olduğu sürece bu dava ölmez..
Günümüzde var mı tartışılır..
İsmail hocam bize bu hissi tekrar yaşatan o müthiş kalemine kocaman yüreğine sağlık. Allah razı olsun..
Mustafa Pehlivanoğlu şehidimizi ve bütün şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyor Mekanları cennet ruhları şad olsun...
Hocam selam eder saygılarımı sunarım..