OTTAN İŞLER
Adamın yüzü beş karıştı. "Şahtı şahbaz oldu" diye karşısındaki kadını inceledi göz ucuyla. Yaşananlar bir bir zihnine akın etmeye başladı. Birini atlatıp, on gün geçmeden diğeri gelen ot olayları… Kaşığının tersiyle yine kıvamının tutmadığına emin olduğu yumurtasının tepesine vurdu. Kabuğun arasından akan yarı pişmiş beyaz, düğün gününü anımsattı ona.
Kız tarafını kuaföre götürecekleri saatte gelinin evindeydiler. İçerde bir hengame… Melisa’nın parlaklık verir diye sürdüğü yumurta, sıcak su ile karşılaşınca " kızın bugün düğünü var" dememiş başlamış saç tellerinin arasında saklambaca. Suyun bir türlü sobeleyemediği yaramazları def etmek için ev halkı seferber…
Geçenlerde yeni aldıkları dolabı taşıyan delikanlı "ağabey, onca eve gidiyoruz, böyle ev kokusu duymadım. Çok değişik. Nedir bu ya” diye sorunca adam, sinirden "sana ne kardeşim" diyecekti ki vazgeçti. İçimi dökecek birini yolladı Allah diye karısının ot delisi olduğunu, bu durumun ondan kaynaklandığını anlatıp durdu karşısındaki şaşkın gözlere.
Doktora gitmek yerine şifayı başka yollarda aramak, onun en gıcık olduğu şeydi; dayanamadı söylenmeye başladı.
- Ben sana demedim mi öyle bildik bilmedik her şeyi deneme diye. Bir gün bir yerlerde kalacaksın kadın, benden söylemesi.
Melisa çenesini açamaz halde önündeki peynir ekmekle bakışıyordu. Yine de ruhsuz adam, n’olucak diye düşünüp savunmaya geçti kendini.
- Tabii, çeken sen değilsin. Kahrolasıca doktor, doğru dürüst yapamadı işte boyun fıtığı ameliyatını. Başından savmak içinde o herife yolladı. Oldu bir kere, basiretim bağlandı, n’yapayım.
Bunları söylerken Levent Kırca’nın Olacak O Kadar skeçlerindeki deli Makbule tiplemesine benzetti kendini. Onunkiler gibi olmuştu kulakları. Şiş şiş, zonk zonk; canı öyle yanıyordu ki. Bir şey olur mu acaba diye korkarak "boyun ağrısından kurtulmak uğruna başıma gelene bak" diye hayıflandı. Teselliyi daha önce denediklerinin olumlu sonuçlarında buldu. Bu sefer bir aksiliktir oldu. Ben alternatif tıbba inanıyorum diyerek düşüncesini onaylarken kocası üstelemeye devam etti.
- Ya sen ne korkusuz kadınsın. Dene deseler boş mezara girersin lafını sokuşturup benimle de adım Ekin olduğu için evlenmiştir kesin diye düşündü. Allah’ım, bir yerini kırmasın bu kadın yoksa kırık çıkıkçıya gider de ne yaparız sonra diye endişelenip bardağında kalan çayı dikti tepesine.
Yetmiş beş kilo olduğu zaman içtiği sıvıyla nasıl ellili kilolara hatta kırk beş kiloya düştüğünü hatırlayan kadın gururlanarak şöyle bir göğsünü kabarttı.
Melisa’nın hamileyken adı Toprak olacak diye tutturduğu evin oğlu," sabah sabah bir uyutmadınız" sitemiyle salona girerken gözü annesinin kulaklarında takılı kaldı.
- Ne oldu sana? Bu ne ya? Akşam bir şeyin yoktu?
Babası fırsatı kaçırmadı.
- Ot uzmanımızın son harikası!
Kadın, bu adamı daha fazla çekemeyeceği anlayıp kahvaltı sofrasını toplamaya başlarken savını kuvvetlendiren düşünceler sıraladı. Kardeşim, ben o limonlu suyu aç karnına içtim de kilo verdim mi? Verdim. Bak bir daha alıyor muyum? Mideme kronik gastrit yerleşti ama olsun onu da meyan kökü, kudret narı ile tedavi edip yaşayıp gidiyorum işte.
Toprak temkinli olmalıydı. Suya sabuna dokunmayarak… Hem annesinden hem babasından tırtıklayacağı paraya ihtiyacı vardı bugün. Facebook’tan tanıştığı bir kızla buluşacaktı. Modern tıpla geleneksel tıp bir arada uygulanmalıymış; hiçbir zaman birini diğerinden ayırmamalıymışız gibi fikirlerini sıraladı ardı ardına.
Melisa, la havle çekti içinden. Bunu duyan da, tıp fakültesinde öğretim üyesi aynı zamanda da alternatif tıp kürsüsü başkanı zanneder. Bilmez ki yirmi dokuz yaşında, bütün gün evde pinekleyip parmakları lap topa yapışık gezen açık öğretim emekli namzedi olduğunu diye düşünerek bir sevgilin eksikti, fare giremediği yere atasözünü tamamladı zihninde.
Oğlu modern ve alternatif tıp karşılaştırmalarını havada uçuştururken annesi öğleden sonra kulaklarını bu hale getiren adamın canına okumayı planlıyordu. Isırgan ekstresiymiş diye tısladı dişlerinin arasından. Gözünün önündeki içi yeşil sıvı dolu büyük boy şırıngayı kovmaya uğraştı. Çatır çatır kulak kepçelerine batırılan… "Küçük boy enjektör kalmamış, ne yapalım bununla idare edeceğiz." denilen.
Ekin, dört senedir yapışıp rengini ağarttığı salondaki malum koltukta zap yaparken sakalını sıvazladı iki gün daha idare eder diyerek. Eline batan sert kıllar, vaktiyle işyerinde rahatsızlanıp kendini eve attığı güne götürdü onu. Kapıyı anahtarıyla açıp içeri girdiğinde yatak odasından duyduğu ay, of, oh sesleriyle irkildi. Bunu da mı yapacaktın bana kadın cinnetiyle birden geri döndü. Salondaki çekmeceden silahını aldı. Evlerinde, üstelik onların yataklarında ha! Olayı kan temizleyecekti. Elinde tabanca ile hışımla açtığı yatak odasının kapısında ağzı açık kalakaldı.
Melisa kocasının onu sinir edip sonrasında böyle dakikalarca dalıp gitmesine illet oldu.
- Bir daha “sırtıma kupa çek” dersin. Nane limon yap diye sızlanırsın. Senin sülalen de böyle; hasta olurlar zırt telefon, aman ne yapalım diye. Ben olunca, adım hastalık hastası. Ne sık hastalanıyor muşum da, dinle dur. Hem n’olucak, şimdi pelesenk yağı sürerim kulağıma; geçer.
Adam pişmiş kelle misali sırıttı.
- Yoksa o yağı da mı sen çıkarttın?
Melisa, Ekin’in onun otuna, yağına takmasını bir türlü hazmedemiyordu. N’yapsındı? Gençliğinden beri tutkusuydu sağlıklı yaşam ve bitkiler. Bazen sınırları aşıyor olsa da… Evlerinin bodrumunu basan böcekler için hazırladığı zehir gibi. Haşladıktan sonra asit borikle karıştıracağı patatesleri vitaminleri ölmesin diye az suda, kabuklarıyla pişirdiğini fark ettiğinde bundan kimseye bahsetmemeliyim diye kendi kendine az mı gülmüştü.
Oğlan, akşam yapacağı çapkınlığa temel atma malzemeleriyle salona geldi.
- Alın bakın, iki dalın karşılaştırmasına ait yazılar çıkardım internetten. Konuşuyorum, dinlemiyorsunuz. Bari okuyun.
İnternet… Evet ya! Ne çok bitkisel öneri vardır orada. Siyatiğe iyi gelen tarifi de oradan almamış mıydı? Pazar pazar aranıp bulunan ısırganlar önce yıkanmış, sonra belden aşağısı çıplak Melisa ile yatağa atmışlardı kendilerini. Isırganların, kalçalara süpürür gibi hızlı hızlı vurulması gerekiyordu. Vicdansızlar, onu hayli bağırttırmış, kalçalarını puf puf kabartmışlardı ama hastalığına da iyi gelmişlerdi. O iyileşmişti de ya elinde tabanca ile aval aval bakakalan kocasının ruh hali…
Ekin’in biraz önceki yavşak sorusuna soruyla cevap verdi
- Nasıl çıkarayım ben o yağı?
Adam bıyık altından sırıtarak
- Ne bileyim. Geçen sene park park dolaşıp yağını çıkaracağım diye atkestanesi toplayan ben değilim
Bu kinayeli cevaptan sonra zıvanadan çıkan kadın, kendini banyoya atmaya heveslendi. Ilık su ile bir duş kulaklarının zonklamasını alırdı belki de; ama gözlerini salonda gezdirince eli ayağı kesilip her günkü gibi şikayetlerini içine attı: Etrafa bak! Topla topla bitmiyor. Atan atana. Ya bir kere de aldıklarını yerine koysalar dişimi kıracağım. En kötü oda da oğlanınki. Dağınıklık ötesini mübarek…
Toprak, yazıları okudun mu diye annesinin yanında bitiverdi. Cevap bile vermedi öğlene ne yemek yapacağını düşünen kadın.
Evet! Evet! Brokoli çorbası, zeytinyağlı pırasa, sebzeli makarna, kabak tatlısı. Akşamdan ıslattığı fasulye ile de piyaz yapardı; tamamdı işte. Adını koymuştu ya rahatladı. Kocasına hesap sormanın tam sırasıydı şimdi.
- O topladığım atkestanelerinin ne zararı oldu sana?
Adam soruya cevap vermeyerek Melisa’nın biraz önce düşündüğü menü malum olmuşçasına
- inşallah, öğlene köfte falan yaparsın hanım.
- Sen benim soruma cevap versene.
- Günlerce kaynama kokusunu çektik bir. Aylarca Kırkpınar güreşçisi gibi yanımda yattın iki. Yanına yaklaşamadım üç. Daha ne olsun?
Of! Aklı devamlı şeyinde diye düşündü Melisa. Bana da layık zaten. Sen tut adamın yemeklerine kat o afrodizyak bitkileri. Gördün işte gününü. Her gece, her gece. Ne yapayım ama durmadan orgazm taklidi yapmaktan bıkıyor insan.
Karısının gözlerindeki hiddetten huylanan adam, ettiği köfte lafına pişman, şimdi bunun hırsını alır, içimiz dışımız daha beter ot olur. Bir çayıra salmadığı kaldı bizi zaten. Anasına bak kızını al. Nişanlıyken her ziyaretimde gördüğüm zeytinyağlı yemekler boşuna değilmiş meğer. Korktuğum başıma geldi işte. Aman neyse ya, anjiyoda kapalı çıkan damarlarım için iyidir diye kendini teselli ederken hissettiği şey, pijamasının üstünü aşağıya çekiştirmesine neden oldu.
- Of meret. Dün gece olmayınca tabii… Yok kulağım, yok ağrım diye. O da bir eziyet zaten. Git gel yıka. Bir çamaşır suyuna yatırmadığı kalıyor zavallıyı.
Yanına yaklaşan Toprak’ı fark eden adam gazeteyle örttü önünü. Babasının omzuna elini attı oğlan.
- Millet boşuna mı yedi sene okuyor tıp fakültesinde derken çok haklısın vallahi baba; ama ben annemin otlarına da inanıyorum ha. Yalnız şu uyurken ışıkları açık bıraktığımda yaptığı ’melatonin hormonun çalışmaz’ muhabbeti yok mu? İşte o öldürüyor beni.
Bu arada aklına gelen dahiyane fikri söylemek için mutfak balkonunda kendi yetiştirdiği maydanoz, dereotu ve ebegümecileri toplayan annesine koştu.
- Bence eczaneye sor anne kulaklarını. İstersen sen çıkma, ben gidip sorayım.
Melisa hayretle baktı delikanlıya. Oğlu, sanal dünyadan ayrılıp onun için eczaneye gidecekti. Artık Toprak’ın akşama kızı sinemadan sonra yemeğe çıkaracağına adı gibi emindi.
Sevgi ÜNAL