LEYLİ MECCANİ ÖĞRENCİNİN BAYRAM GÜNÜ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Erenköy Kız Lisesini kazandın dediklerinde, sıralar kara tahta, öğretmen gelmişti aklıma. 12 Yaşında biri için okul bunlar demekti. Demir kapıyı aşıp ta bahçeye girdiğimde farklı bir yere geldiğimi hissetmiştim. Tarih kokuyordu. Şaşkın ürkektim, kayıt sırasına girdiğimde önümde duran kız bana gülümseyince yalnız olmadığımı anladım.
Bu basamaklara hep birkaç kişi otururduk. Bu gün basamaklar ıssız. Bu gün bayram. Yatılıların çoğu evci çıktı. Ben çıkmadım. Topu topu on on beş kişiydik yemekhanede. Yemeklerinde tadı yoktu. Üç masaya sığışmıştık. Yemekhane hüzün kokuyordu . Evden, aileden uzakta olmanın hüznü. Ben çoğu tatillerde gitmezdim zaten eve ama yine de kendimi yalnız hissediyordum. Yakın arkadaşlarıma da gitmek istememiştim bu defa.
Geçen bayram Şefikalarda idim. Babası iki kızına üst baş alırken beni de unutmamış bir etek buluz almıştı . Hem sevindim hem de içim burkuldu biraz. Şefika’nın evi kara yollarında idi. İki katlı geniş bahçeli yol üstünde bir ev. Yola bakan kısmı bir uçtan bir uca balkondu. Sık sık giderdik bu eve. Selahattin amca genelde şehir dışında olurdu. Maden mühendisi idi. Uzun boylu, yapılı, mavi gözlüydü. Ona okulda iyi notlar aldığımızı söylediğimizde mavi gözleri gururla parlardı. İki kızını kucaklarken kollarında bana da yer açmayı unutmazdı.
Mübeccel teyze, ah sevgili Mübeccel teyze. Gittiğimizde donatılmış sofrayı hazır bulurduk. Zeytinyağlısından etlisine. Elimizi hiçbir şeye sürdürmez, “ siz bir hafta yoruluyorsunuz, şimdi dinlenme zamanı “ derdi.
Bizi doyurmakla kalmaz zaman zaman sırdaşımız, zaman zaman terzimiz olur, annelik duygusunu üzerimizden eksik etmezdi. Ufak tefek, gösterişsiz biri olmasından mıdır nedir çok becerikli idi. Isparta’nın Emet ilçesinden geldiğini hiç unutmasa da İstanbul hanımefendisi tutumundaydı. Yıllar sonra karşılaştığımız kıyı kasabasında bir akşam üstü sırtıma elleriyle yerleştirdiği kahverengi beyaz hırkayı hala giyiyorum. Ruhları şad olsun. Gül kokuları içinde yatsınlar .
Bu gün buruk bir yalnızlık içinde olduğuma bakıp da hep böyle olduğumuzu sanmayın. Böyle tatil günleri kültürümüzün geliştirilmesi için bir fırsat olurdu. Geçen bayramın hemen ertesi Pazar gününe denk gelmişti. Suadiye sinemasından biletler ayırtılmış arzu eden bir gurup öğrenci “ Bir Delinin Hatıra Defteri’ni seyretmiştik. Genco Erkal oynamıştı. Diğerlerini bilmem ama ben ilk defa tiyatro izliyordum. Hayranlıkla , soluksuz izlemiştim oyunu. Çok da etkilenmiştim. Gelemeyenlere de ballandıra ballandıra anlatmıştım.
Bakarsınız bu bayramda filme gideriz. Reks veya Özen’e. Şöyle korkusuzca ilk filmi de okulca gittiğimiz Reks sinemasında seyrettim. Babam nedense sinemanın kötü bir şey olduğu fikrine sahipti. Bize yasak koymuştu. Orada ahlakımızın bozulacağına inanıyordu. Ben altı kızı olduğu için vehme kapıldığına hükmederdim. Büyükşehir her şeyi ile korkutuyordu onu. Her şey çok hızlı gelişiyordu ona göre. Sinemada en çok locayı severdim. Loca mahremiyet, biraz da üstün, ayrıcalıklı olmak demekti benim için. Okul yıllarında pek tabidir ki locadan film seyretmedim. İlk loca deneyimim Beyoğlu’nda Dünya sinemasında oldu.
Bu yıl sonbahara denk geldi bayram. Geçen yıl yaz sonu idi. Milâs’a gitmiştik. Esmaların köyüne. Ege şivesiyle Amatlı diyorlardı köye. Ahmetli olduğunu tabeladan okumuştuk. Esmanın bir kız bir erkek kardeşi vardı. Annesi güzel beyaz tenli bir kadındı. Esma ona benzemiş, duru beyaz tenini ondan almıştı. Babası orta boylu tıknazca idi. Ağır oturaklı bir toprak adamıydı. Sanki şehirden Kaymakam gelmiş gibi davranıyorlardı. Okuyana çok saygı duyuyorlardı. Bakla bazlamasını saçta çevirirken Zehra ana sürekli tarlada işin çok zamanına denk geldiğimizden dert yanıyordu. Köylük yerde iş bitecek gibi değildi ona göre. Okuyup şehir kadını olmalıydık.
Bayram gelmiş neyime kıvamında , kukumav kuşu gibi bayram anılarına dalmışken merdiven başında ,ana kapıdan beri iki küçük kız göründü. Gözlerime inanamıyordu. 4-5 yaşlarındaki kardeşlerimdi bunlar. Önce hayal zannettim. Bir iki adım geride babamı görünce onlara doğru koşmaya başladım. Okul bahçesi çiçekle dolmuştu sanki. Havuzdaki balıklar neşelenmiş zıplıyorlardı.
Önce kardeşlerime sonra babama sıkı sıkı sarıldım. Hasret kokuyorlardı. Ama buradaydılar. Bir başıma lığım sona ermişti. Bahçedeki fıskiyenin altına oturduk. Hala inanamıyordum. Bayram aile demek, sevgi demek bir arada olmak, hatırlanmak, değer verilmek, iyi ki varsın demektİ. Çoğaldım...
YORUMLAR
Çok güzel anılardı.
Bayram demek gerçekten aile demek, sevginin bolca önümüze konduğu anlar yaşamak demek.
Ancak şimdilerde bayramları sadece hüzünlü karşılıyanlardanım. Hatta daha bir kaç gün öncesinde
stres yaşamaya başlıyorum. Bir an önce gelip geçmesi için.
Zira koşarak ellerini öpmeye gideceğim aile büyüklerimin hiç biri hayatta değil ve daha nicesi.
Ama yine de unutulmasın bu güzel kutlama günleri.
Sevgiler,