- 675 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
YASAK OLMAYAN TEK ŞEY.
Her yeni doğan güne gözümü açıp nefes aldığımı hissettiğimde ilk yaptığım eylem; yatağımda doğrulup avuçlarımı açıp Yaradan’a ham-di senalar etmek oluyor.
Bana şah damarımdan daha yakın olduğuna inandığım Yaradan’a dileklerimi / dualarımı sunuyorum ardından kalbimin sonsuz huzuruyla.
O Allahü Teala ki: “Kulum bana ellerini kaldırır dua ederse. Ben o elleri mağfiretsiz red etmekten haya ederim.”
Ben de gözlerim nemli sesim titreyerek başlıyorum Dualarıma.
Öncelikle yeni bir güne başlamama. Adını zikretmeme. Dualarıma. Ve hayatın içinde deneyim kazanmama. Kusurlarım için tövbe etmeme. Aciz bir kulu olarak elimden geldiğince doğru, anlamlı, önemli ve güzel işlerin ardında koşmama fırsat verdiği için şükranlar ediyorum indinde kabul ve makbul olması dileği ile.
Günahlarımın affını.
Son nefesime değin, hoşnut olduğu kullarının amelinden eylemesini.
Bana bahşettiği ömrü; halis ve tertemiz duygular. İnsana yakışır emeklerle sürdürüp, vuslat vaktinin geldiğinde ‘ iki gün yatak üçüncü gün toprak ‘ sözünü bana da ihsan eylemesini dilemek oluyor Rabbimden.
Bütün bunları şu ana kadar hiç dile getirmemiştim.
Manevi duygu ve eylemlerin; Yaradan’la O’nun, o kıymetli kulları arasında hüküm sürmesi gereken en yüce en ulvi ve ‘şah damarı’ vasıtasıyla O’na ulaşan bir kulluk bir ibadet gerçeği olduğuna inanıyorum çünkü.
Peki hiç mi isyankar olduğum durumlar olmuyor?
Tabii ki oluyor! Nasıl bir suç işlediğimi bile bile üstelik.
Bunun en büyük temel nedeni toplumun her geçen gün daha da güvenilmez hale gelmesi.
Nasıl olur da insanlar bu kadar çok yüzlü olabilir?
Kendilerini olduklarından bambaşka bir karaktere büründürüp öyle lanse edebilirler?
Sözlerinde yazıp çizdiklerinde nasıl bu denli sahtekarca davranabilirler?
Dün övgülere boğduklarını bu gün hiç nedensiz nasıl görmezden gelebilirler?
Ve bir çok kimse de bunlara alkış tutmakta hiçbir beis görmez?
İşte bu gibi olaylara çok yakından tanık oldukça sükutta ve hoşgörüde oldukça zorlanıyorum doğrusu.
*
Kızımın yabancı uyruklu öğretmen bir kız arkadaşı fırsat buldukça; tutkunu olduğu tarihi kültürel ve doğa güzelliklerini görmek amacıyla ülkemizi dolaşıyor. Yemek içmek giyim kuşam ve eğlence onu hiç ilgilendirmiyor. Gittiği yerlerin fotoğraflarını çekip kızıma yolluyor.
Okulların yaz tatilinde güney gezisinin ardından MEİS ADASI diye bir adaya gitti. Ve kızıma adanın en görkemli alanına inşa edilmiş nefis bir cami resmi yolladı.
Tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi bu adada da; neredeyse insanlık tarihiyle aynı yaşta olan yapılar ve tarihi eserler ‘bir çivi dahi çakılmaksızın’ koruma altına alınmış.
Ve bunlar hangi medeniyete hangi ülkeye ait olursa olsun aynı titizlikle korunup gözetiliyorlar.
Oysa biz de: “pis gavurlar!” denilen ve aynı Yaradan’ ın kulları olan bu vatandaşlarımızın ibadet hanelerini yakıp –yıkıp, din adamlarını bombalayarak, silah çekerek öldürmenin inanılmaz vahşetinin aksine.
Tarihi eserleri her şekilde yok edip. Çalıp dış ülkelere kaçırmanın vatan hainliğinin tersine.
*
Türkler Meis diyor, Yunanlılar Meges.
Rodos’a çok yakın. Kaş’ın hemen karşısında yer alıyor. En aheste deniz aracıyla bile yarım saatte ulaşılıyor. Ada ruhani bakımdan doğrudan İstanbul Fener Patrikhanesine bağlı. Nüfus kışın birkaç yüz. Yazın kalabalıklaşıyor.
Suyu bir yerlerden geliyor. Tarihi sarnıçların yetmediği belli. Sebze-meyve Kaş’tan. Havaalanı var. Haftada iki kez Rodos’tan gelen geminin uğradığı bir köy. Dış dünyaya Kaş üzerinden bağlanıyor.
Lakin Kaş ne yapsa aynı turist kitlesini çekemez. Çünkü 30 yıl evvelki sempatik Kaş da betonlaşmanın kurbanları arasında.
İşin el ilginç olanı ise adaya herhangi bir şey ilave edilmesi bile yasak.
Eski binaların restorasyonu ve sıvası çok sıkı denetim altında.
Serbestçe yapılabilecek tek şey:
AĞAÇLANDIRMA..
YORUMLAR
DEVRİM DENİZERİ
Yorumunuz güç verdi bana bir kez daha.
Sonsuz selamlar.
Bu yazıyı okuyunca,
bir çok düşünce, bir çok hatıra,
ardı ardına yarış yapmaya başladı kafamın içinde.
Kaş'ı, dolayısı ile hemen yanı başındaki Meis'i sadece bir kez gördüm hayatımda.
O da,
1990 yılı yazında. Yani, günümüzden tam yirmi dört yıl önce.
Bu nedenle,
''Çünkü 30 yıl evvelki sempatik Kaş da betonlaşmanın kurbanları arasında.'' cümlesi,
normalden daha çok canımı yaktı.
Demek ki, benim hayalimdeki Kaş, zamanının güzelliklerini bünyesinde barındıran o küçük ilçe.
Bu günlerde, sevimsiz, taş yığını bir yerleşim bölgesi durumunda demek ki.
üzüldüm bu duruma.
Ve,
yazının şu giriş kısmı.
Çok ilgimi çekti, düşüncelere sevk etti beni.
İnanç konusunda oldukça hassas,
becerebildiğimce de Allah'a karşı ödevlerini yerine getirmeye çalışan bir insanım.
İnanın,
hiç bir zaman,
burada tarif edildiği gibi yüce Yaratan'a dua ettiğim olmadı.
Ve,
yazarın samimi ifadelerine, temiz yüreğine hayran kaldım.
Dersler de çıkardım kendime.
Sadece Yaratan ve kulu arasındaki sevgi, bağlılık, saygı ve özel bağ ne güzel şeydir.
Gösterişten uzak, olması gerektiği gibi.
Bence,
inanılmaz güzel bir çalışma.
Çok etkilendim.