- 662 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bu Böyleyse Kıyamet Nasıldır? (2)
Korkunç bir patlama ve kulakları sağır edecek derecede müthiş bir gürültü… İngiliz Konsolosluğu’nun olduğu sokaktan diğer tarafa doğru püsküren sıcak hava dalgasını fark edebiliyordum. Herkes gibi bende gayr-i ihtiyarî bağırıyorum. Çığlık atıyorum; ama nafile… Ben bile kendi sesimi duyamıyorum. Patlamalar hala devam ediyor. “Allah’ım! Artık bitsin!” diyorum. Kafamı ceketimin arasına almış yağmur gibi yağan cam ve moloz parçalarından korunmaya çalışıyorum. Koşmak istiyorum, fakat adım atamıyorum. Atılan bir taştan dolayı su nasıl etrafa dalgalar halinde yayılıyorsa yer de aynen o şekilde dalgalanıyor. Annem, babam, kardeşlerim hele de en küçük kardeşim, arkadaşlarım geçiyor gözlerimin önünden. “Yoksa bir daha onları göremeyecek miyim?”
Ve patlama nihayet bitiyor. Kafamı kaldırıp gözlerimi açıyorum. Aman Allah’ım! Bu bir vahşet! Keşke görmez olaydım. Herkes bağırıyor, kimi yaşadığı şoktan dolayı kendini kaybetmiş hıçkıra hıçkıra ağlıyor, kimisi de vücudundaki yaranın acısıyla inim inim inliyor. Gözüme piyangocu çocuk takılıyor; Kafasının üst tarafından bir parça kopmuş. Yanındaki yaşlı teyze (kendisi patlamadan hiç etkilenmemiş gibi) eşarbını çıkarmış onun kafasına tutuyor. Yara o kadar derin ki eşarp sanki kafasının içine giriyor. Ardından o iri yarı adamı görüyorum; önümden geçerken şişire şişire gösterdiği sağ pazusunu şimdi bir deri ceketle kapatmış. Yaşlı bir amcada onun yardımına koşuyor. Ceketi kolunun üstünden kaldırıyor. Dirseğinin üst kısmında çok derin bir yara var, kolu kopmak üzere. Az ilerde de o neşeli çiften sadece kızı görüyorum. Sokağın başına bitkin bir vaziyette oturmuş, başını ellerinin arasına almış, patlamanın olduğu tarafa bakarak sevdiğinin ismini sayıklıyor. Gözlerim arkadaşım Davut’u arıyor. İstiklâl Caddesinin yukarı tarafına bakınca onu görüyorum. Arkasına bakmadan koşuyor, ama koşarken önüne bakmadığı için sokak başlarında bulunan engellerden birine takılıp düşüyor. Sağ kaval kemiğinde derin bir yara oluşuyor. Hemen yanına gidiyorum. Kaldırıyorum yerden. Gözleri faltaşı gibi açılmış, korkudan titreyen elleriyle beni çekiştiriyor: “hadi! Çabuk ol! Kaçalım buradan. Hadi! Daha ne duruyorsun. Sana gidelim diyorum.” Bunları söylediği sırada tam önümüze bir moloz parçası düşüyor. Düştüğü zaman yere tam oturup hiç sekmeyişinden çok ağır olduğunu anlayabiliyoruz. Ben arkadaşımdan kolumu kurtarıp “sen git” diyorum “ben şimdi gelirim”. Arkamdan sinirlenip bağırmasına aldırmıyorum. Patlamanın olduğu sokağa giriyorum. Ve o gördüğüm dehşet sahnesini hala unutamıyorum.
20 Kasım 2003 Perşembe günü Ramazan ayının sonlarına doğru HSBC bank ve İngiliz Konsolosluğuna bombalı araçlarla saldırı düzenlendi. Haberlerde dinlediğime göre her iki saldırıda da ölenlerin sayısı toplam 27 kişiydi. Ama benim gördüklerim sadece İngiliz konsolosluğunda bile 27 kişiden fazla olduğuydu.
Yurda döndükten sonra elbiselerimi çıkarıp vücudumu didik didik kontrol ediyorum. Hala inanamıyorum. Bedenimde tek bir çizik dahi yok. Allah’ıma sonsuz şükürler olsun. Beni böylesine korkunç bir olaydan sağsalim çıkardığı için.
Şimdi daha iyi anlıyorum Iraklıların yaşadıklarını… Her gün çektikleri ızdırabı… Her an ölüme çok yakın olduklarını… Ve bu korkuyla yaşamanın her gün bin defa ölmekten farksız olmadığını…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.