3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
987
Okunma
ÇILIZ PINARDAKİ SU…
Her düşen bomba camları daha da bir sarsarken üşümek, ya da ısınmak kırık çamlara kalıyordu durmadan. Darma dağınık suskun sokakların kenarında devrilmiş koca binaların içinde canlılar, can çekenlerin çığlığı… Karartmalar karanlıklarda ilan edilirken insan seviciler sevişmeye başlamıştı Mona-Lisa’nın karşısında…
Ve sanat topraktan seramiklerle işleniyordu. Tüm tarih yazıcıları içliğiyle ölümü Tanrı’lar adına kutsayarak kağıtlara döküyordu kendilerince. Taşlar ağlıyordu mağaralarda, bir nehre söylenmek düşüyordu sadece… Kabuk bağlı yüreklerde tüm insancılığın ihanetle örülü ağları bahar kokularına karışıyordu. Arap çöllerinde yaşayanlara, azizler petrol kokulu ölüm bahşetmemişti oysa…
Bahar geldi.Adı kara tenli sarı topraklardaki insana. Çocuklar çiçek açtı , verirken son nefesi ker/piç bir evin köşesinde. Gökten milyonlarca yıldız milyonlarca parladı, her kayan bir ölüm, bir de IŞIK saçtı.
Nedense kuru toprağı bu yüzden ıslamaya düşer henüz gençliğini görmemiş bedenlerin ıslak kanları. Belki de içine tükürmek bu yüzden güzeldir yerlere…
Kendilerini Tanrı’nın adaleti sunduğunu sananlar ! Neden korkmaz ki içindeki ruhlarını yangına atmaya. Her ölen çocuk yaşarken değil de ölürken bir çiçeğe benzetilir ki. Ve neden kendini Şeytan’a satar ki koltuk sevdalıları ruhlarını…
Mayın tarlasının etrafını saran gazlara tek müdahalemiz yüzümüze sardığımız bezlerdi. Benim yüzümde onun kutsal saydığı kitabın kılıfı, onun suratında kızı Ahşa’nın oyalı tülbendi. Şimdi birkaç ay önce karşımda çatıştığım bu insan olsaydı hiç kuşkusuz onu deli sayıp hiç ateş bile etmezdim.
O ölü kızının dün başında dururken - ki o beyaz kireçleri dökülmüş duvarlar bana tek şahitlik edeceğini umarak- daha önce hiç ama hiç duymadığım bir lisanın Tanrı’yla konuşmasını dinledim. Ona sarıldı. Kısa kara saçlarını okşadı. Bombalardan uzak ama gazlara az yakın bir mağaradan dışarı baktığımda köyün tüm nefes veren lambaları sönmüştü. Karşımızdaki meşe ağacına tünemiş son ardıç kuşu da düştüğünde anladım ki kutsal Meryem her şey için ağlıyormuş…
Şafak sökerken Abdullah beni kaldırdı. Onun göz altındaki halkalar bir ağacın maktasındaki gibi yılların yorgunlunu sunuyordu sanki. Hemen doğrulup onun ardından yürümeye başladım. Akşam konuştuğumuz gibi o ağacın dibine geldiğimizde önce avucuyla o su içti ardından ben. Cılız bir pınarın kenarında o abdestini aldı. Ben dönüp dün gece bombalanmış o köyün yanan alevlerine baktım. Abdullah olur da bana gözlerin neden ıslak diye sorarsa cevabım zaten hazırdı…
Ya sigara külünü ya da bir toz parçasını bahane edecektim. Koca bir dünyada kendini Tanrı sananların komiğine gitse de gelse de…. ikimiz birden onunun kızını son kez yıkamak için biraz su taşıdık. Cılız bir çeşme kenarında su topladık, bir yanımızda Tanrı diğer tarafımızda Şeytan’ın ulaklarından kalma davetler ve çığlıklar kulağımızın dibinde şırıltıları…