- 857 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ANKARA' DA YOK OLMAK
Telefonun çalmasıyla irkiliyorum. Beni arayan arkadaşım Özlem, işleri nedeniyle biraz gecikeceğini söylüyor. Buluşma noktasını belirleyince arayın diyor, aceleyle konuşarak ve biraz da meraklı bir ses tonuyla soruyor yine yazıyor musun? Beni unutma diyor yazında, yüzümde bir gülümseme beliriyor seni nasıl unutabilirim. Gerçeği itiraf edecek olursam arkadaşım bana söyleyene kadar, aklımda yazmaya dair bir düşünce yoktu. Çantamdan eksik etmediğim not defterim ve kalemimi çıkarıp, başlıyorum kısa notlar almaya Ankara’dan dönünce notlarım çok işe yarayacak. Neyse artık konuya giriş yapsam hiç fena olmayacak… Şu an bile bu yazının sonucunda ne çıkacak bende bilmiyorum.
Uzun süreden beri hayalini kurduğum, Ankara gezimi gerçekleştirdim. Bir zamanlar yaşadığım bu şehirde, sıkça huzur bulmak için gittiğim Kuğulu Park’tayım. Büyük şehrin hengamesi içinde, adeta gizlenmiş bir cennet bahçesi burası. Sözleştiğimiz zamandan yarım saat önce geldim. Amacım biraz yalnız kalmak. Usulca merdivenlerden iniyorum… Hafta sonu olması nedeniyle çok kalabalık, ne beklenir ki? Sonuçta milyonlarca insanın yaşadığı bir şehir burası.
Aylardan kasım, sonbahar tüm ihtişamıyla sürüyor. Yaprakların bir bir dallarından kopup, yavaşça süzülerek yere inişlerini izliyorum. Güneşin kimi zaman yüzünü gösterdiği, kimi zaman bulutların arkasına saklandığı bu mevsim, beni çok etkilemiştir. İnsanların doğumu ve ölümü gibi, doğa anada bir doğuyor bir ölüyor. Yavaşça ilerliyorum kuğulu parkta, yine tüm güzelliğiyle ve zarafetiyle karşılıyordu, havuzun içinde yüzen kuğular beni, onların olmaması düşünülemez tabii. Adı üzerinde “Kuğulu Park” burası.
Doğanın sesini bastıran müzik sesine kulak veriyorum, bu hafta sonunu parkta geçirenlere müzik ziyafeti veriyor bir grup. Dillerinden çıkan nağmeler beni derinden etkiliyor, işte en sevdiğim şarkılardan biri, “Boş çerçeve” hemen arkasından, benim duygularıma tercüman olan bir şarkı daha; “Gurbete giden döner mi dönmez mi bilinmez…” Çoğu zaman, gurbete dair içimde nice savaşlar veriyorum. Bir gurbetçi olarak Türkiye’nin birçok şehrinde yaşadıktan sonra, hala bir yere sığamayan “Kayıp bir ruhum” var adeta.
Buluşacağım arkadaşlarımı rahat görebilmek için, koca bir çınarın etrafını sarmalayan bir banka oturuyorum. Kucağında küçük bebeğini uyutan genç anneye bakıyorum, derinden bir iç çekerek, bu günler çok geride kaldı diyorum çocuklarımı düşünerek. Sonrasında gözlerim hummalı bir çalışma halinde olan, şalvarlı köy kadınlarına kayıyor, kuğuluyu biraz daha güzelleştirmek için diktikleri çiçekleri görüyorum renk renk.
Etrafımda olup bitenleri izlerken, buraya beraberce geldiğimiz arkadaşım Oya geliyor aklıma. Kuğuluya geleceğimi biliyordu, şu anda yanımda olmasını ne çok isterdim. Bir anda güvercinler sarmalıyor etrafımı, hatta bir tanesi pisleyip gidiyor üstümü, hemen şans oyunu oynamalıyım diyorum kıkırdayarak. Neyse, ömrümün bir bölümünü geçirdiğim, bu koca şehirde olmak çok güzel. Hele bir de kopan bir parçan varsa, dönüp dolaşıp geliyorsun Ankara’ya…
Bir anda yaşadığım şehirdeki parklarla, burayı karşılaştırırken buldum kendimi. Belki de sadece parkları değil, şehirleri karşılaştırıyorum. Kendine has müziğini dinliyorum ülkemin, her yerinde farklı bir nota çalıyor adeta. Yürüyüşlerde doğanın sesine kulak veriyorum ve sanki onunla bütünleşiyorum. Kendi içimdeki yolculuğumda, kaybolmuş, yok olmuş, “beni” arıyorum.
Sonrasında anlıyorum ki, ben bu kocaman şehrin “Ankara” içinde kaybolmuştum. Hey beni gören biri var mı acaba?
H.Çiğdem Deniz.
YORUMLAR
Güzel yazı.
Ankara'ya yakışmış hani.
Karadeniz'in bin bir çeşit yeşili arasında doğmuş-büyümüş, doğanın güzelliğine aşık biriyim. Güzel vatanımızın dört bir yanını dolaştım, her bölgede uzunca süreler yaşadım.
Ankara var ya, bir başkadır hepsinin içinde.
Bozkırın göbeğinde, ayasın üşüyüşlerinde kurulmuş bir cennettir.
Hele de baharları...
İlk baharı, sonbaharı...
Ne güzel yaşanır...
Ne yazmalı?
Her bir şeyi yazmışsınız işte.