- 1185 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
ESKİ YARIMADANIN UMUTSUZ AŞKLARI
1-DRAMAN
Derin bir nefesten sonra,
-Senin için öldüğümü biliyorsun ama üç yıl oldu daha tenine dokundurmadın. Bu nasıl aşk?
Kadın erkeğin serzenişlerini, hemen her buluşmalarından sonra olduğu gibi, bu sefer de, bir yandan kısa saçlı başını okşarken, bir yandan da şımarıkça söylediği sevgi dolu sözlerle geçiştiriyordu.
.
*Öykümde kullandığım fotoğraf/resim bana ait değil, internetten alıntıdır.
YORUMLAR
Her ne kadar satır aralarında ero(man)tik(!) tatlar serpiştirildiyse de yasak bir ilişkinin anlatıldığı (a)romantik bir hikâye. Romantik diyemeyeceğim, çünkü değil (naçizane bana göre), zira ortada bir aşk yok. Hani derler ya seven ne yapmaz diye. Bir kere seven en başta bunu yapmaz. Neyi yapmaz; “o şerefsize veriyon ama” kelimelerini sevdiğinin yüzüne karşı bir arada kullanmaz. Çüş oğlum çüşş !.
Erkek; her “sana hastayım, ölüyorum” şeklinde yalanlar sıraladıkça, Pinokyo’ nun burnuna nazire yaparcasına başka bir yerleri uzuyor. Neredeyse testosteron komasına girecek kerhaneci. Ve bu kadar testosteron yoğunluğu üç yılda iflah etmez, götürür adamı. Araştırmalar gösteriyor ki gaza bir kere bile basamadan üç yıl boyunca sadece kontak anahtarıydı, dikiz aynasıydı, torpido gözüydü vites koluydu vs donelerle avunmak bırak sanayide bir oto tamircisini bir evliya için bile çok uzun bir süre (ateşle barut mevzuu)
Sana hastayım! Nereme? İnce beline, iri kalçalarına, çıplak kırmızı ojeli ayaklarına, uzun siyah saçlarına ve en son olarak o derin kocaman hüzünlü gözlerine. (Bu arada memeler atlanmış, hâlbuki ortada gerçek bir aşk olsa idi sıralamada direk gözler birinci sırayı alacak diğer mıntıkalar pas geçilecekti) Evet erkek aşık maşık değil hasta, hasta bir ..msalak. Peki kadın, o aşık mı veya hasta mı? Erkek kadar olmasa da kadınında ufak çapta hasta olduğunu; erkeğin kaslı kollarına, omuzlarına ve tüm vücut detaylarına olan isterik yavelerinden anlıyoruz.
Aslında yaşandığı mevki itibari Draman-tik başlayan öykü üstelikte mezarlıkta cereyan eden (kaldı ki bu işler için daha müsait, Hacı Osman bayırından başlayıp taa Çatalca’ya kadar uzanan uçsuz bucaksız Belgrat ormanları ortada duruyorken) ultra aykırı bir hadiseye (aykırılık hadisenin kendisi değil mezarlıkta olması) rağmen (o bölge hattı zatında bir Roman bölgesidir!) ağır ağır romantizme kayıyordu. (Benim gibi meraklısına. Hiç belli etmem ama severim romantik her türlü durumu) . İşte o kelimeler bütün romantizmi tuz buz etti.
Kadının; erkeğin deyimle koklatıp da vermemekteki endişesi “evlenmeden asla” şeklindeki ahlaki kaygılardan ziyade eğer verirse(!) erkeğin bir nevi Nirvana’ya ulaşıp kendisini terk etmesi korkusu gibi duruyor.
Belki biraz zalimce bir değerlendirme olacak ama hani sözleşip beraber intihar etseler(di) ortada bir “aşk” var diye ikna olacaktım. İşte “romantizm” budur diyecektim.
“ağır ağır,sallana sallana, hemen hemen, koştura koştura, koştur koştur, sessiz sessiz, yavaş yavaş, izleye izleye, koşa koşa, kardeş kardeş, sıkı sıkı, ayrı ayrı, hızlı hızlı, derin derin, saklana saklana,”
Yukarıda tırnak içine aldığım yinelenmiş kelimelerin istiap haddini aşması dışında yazım dili sürükleyici ve etkileyici. Tebrikler
Sürçi lisan ettikse affola
Selamlar, saygılar
nitemtran
öyküme yaptığınız bu ilham verici eleştiriye vereceğim karşılık uzun olduğundan ve eleştiri-karşı eleştiri konusunda 'düzeyli bir ilk' başlatmak için cevabımı Eleştiri Konularım ikonunun altına yazıyorum.
Sağlıcakla...
nitemtran
içi boşalan evlilik kurumları, imkansız aşklar, aşka dair mesajlar, hergün binlercesinin olduğu ama hepsinden bihaber olduğumuz ilişkiler, günahlar, hem de tüm cazibesiyle..
her ne kadar sadece filmlerde dile getirilse de, hayatın ta içinden bir durumla yüzleştirdiniz bu sefer. yine İstanbul'a ait harika tasvirler ve tanıdık bir kurgu.
e tabi yazan bizzat eski yarımadanın eski sakini olunca, her yazdığı ayrı bir tat veriyor.
elinize sağlık, kaleminiz daim olsun..
Öncelikle ufak yazım hataları olsa da, kurgu güzeldi.
Özellikle son paragrafın böyle bitmesini beklemiyordum.
Sanırım paragraftan önceki üç nokta okuyucunun hayal gücüne bırakılmış.
Öyküde çok hoş cümleler de yakalamadım değil;
"Biliyordu ki ölümsüz aşk yoktur, olmaz... Biliyordu ki zaman aşkın katilidir. Biliyordu ki, doyulmamış her dokunuş ne kadar beslerse aşkı, tüketilmiş her dokunuş o kadar hızlı öldürür, tüketirdi aşkı..."
Doğru da aynı zamanda.
Farklı ve hoş bir yazıydı.
Ellerinize sağlık.
Sevgiyle kalın.
nitemtran
Bir de yazıyı bitirmemle, edit etmeden koymamdan kaynaklandığını düşünüyorum. Eğer bir örneği yazarsanız kıymetli vaktinizi ayırıp, beni ziyadesiyle memnun edersiniz.
Teşekkür ederim.
aşk öyle çabuk ölmemeliydi. güzel yazınız için tebrik ederim. aslında kavramlara getirdiğimiz dokunulmaz tanımlar yol haritamızı çiziyor.
nitemtran
nitemtran
Sağlıcakla...
mustafaonur.orhan
mustafaonur.orhan
nitemtran
Öykünün bel kemiği, taşıyıcı teması kavram olarak yanlış bile olsa, kadının aşka dair inandığı şeylerdi. Ve zaten o yüzden kendi yaşamına son verdi.
Öykünün baştan sona kadının sıradan, sakin konuşmalarıyla vermek istediğim kadının güçlü kişiliğiyle aşkı son bulacağını düşündüğü çıkmaza götürmeme çabasıydı.
Fakat sizin bu eleştiriniz bana çok net bir eksikliğim olduğunu göstermesi açısından çok faydalı oldu. Yazar kurguladığı öykünün tüm detaylarını kafasında yarattığından, okurun da aynı hisleri duyacağı hatasına çok düşer.
Sizin bana gösterdiğiniz şu oldu; "lk konuşmasında kadının söyledikleri hayli yavan ve heyecansızdı. Zira bunu bilerek yaptım. Aktarmak istediğim şey, erkeğin şikayeti ve bunu kanıksamış kadının bu diyaloğu ilk değil, onlarca kez hem de bıktıracak kadar tekrar eden bir süreç olduğuydu. . Fakat bunu kendi tasarım ve kafamda olduğundan ben biliyorum, okur değil. Bunu vurgulayacak bir şeyler yazmamak bir hataydı. Bu yorumu yolladıktan sonra ilk yapacağım bunu vurgulamak olacak.
O konuşmaya, "kadın erkeğin bu onlarca kez tekrarlanan serzenişini bir yandan kısa saçlı başını okşarken, bir yandan da şımarıkça söylediği sevgi dolu sözlerle geçiştirdi."
Sağlıcakla...