EYLÜL DEĞİL SEVGİSİZLİK ÜŞÜTÜR
Bu gün Eylülün On Altısı , benim adım Gülsabır. Ne biçin isim değil mi? Ben de acayip biriyim zaten. Okuyunca hak vereceksiniz.
Beni örtün! Örtün üstümüüü!
Yok ki. Üstümü örtecek.
B i r A L L A H ‘ ı n k u l u yok.
Alamıyorum battaniyeyi. Kaldıramıyorum . Kollarım beni dinlemiyor. İki yanıma düşüyorlar. Halim yok. Bütün takatim buharlaşmış gibi. Akıl edip sürüklüyorum ben de.
Siz de görüyor musunuz ağzım bile çarpılmış. Dudaklarımı bir araya getiremiyorum. Sanki beni dinlememek için yapıyorlar.
Hahahaahaha ,aynaya bakıyorum. O gördüğüm ben değilim. Sizde gördünüz , mümkün değil. Ben olamam. Gözlerim , gözlerim beni dinlemiyor. Kendi bildikleri yöne kaymış gibiler. Bakışlarım aynanın ötesinde, ait olmadığım bir dünyaya bakar gibi. Hiçbir organıma istediğim gibi hükmedemiyorum.. Zeki Alasya Metin Akpınar’ın “Bu Adamlar Nereye Bakıyor” film afişi bile bakışlarımdan çok şey anlatıyor.
Saçlarııııııııııım. Neden öyle ?Cereyana kapılmış gibiyim. Saçlarımın her bir teli başka yöne gitmiş. Hani ünlü biri vardı hah, Albert Eisntein ‘in saçları yanımda sönük kalıyor.
Kanepeye oturuyorum, yüzümü kapatıyorum ellerimle, gözlerim kan çanağı, bangır bangır ağlıyorum. İçim içime sığmıyor. İçlene içlene ağlıyorum. Ağlıyorum. A Ğ L I Y O R UM.
Ne kadar mı. Zamanı bıraktım bir yerlerde, nerde onu da bilmiyorum. Bulsam zamanı , derken¸ babamın resminin yapışık olduğu, Urfa’dan getirdiği saate bakmak aklıma gelmiyor ki. Oysa karşı duvarda asılı.
Hahhahahahahaha .
Hahahahahaha.
Şimdi de avaz avaz gülmeler başladı. Gözlerim bir ağlamaktan bir de gülmekten nasıl bakacağını şaşırmış ,haksız da değiller hani. Cin gibi bakmayalı aylar oldu. Melül mahzun mu baksınlar yoksa süzgün işveli mi? Şaşırdı zavallılar. Bir öyle bir böyle bakayım derken boş bakışlarda karar kıldılar.
Aylardan Eylül müşşş.
Eylül kırılma noktası hayatımın. Okula başlama ayı, işe başlama ayı, aşık olma ayı şimdide bu hallere düşme ayı. Eylül mü suçlu girdaplarımdan, yoksa anaforlar bu güzel aya mı denk geliyor?
Her şey nasıl da sarmal gibi. Bir varilin içinde yuvarlanıyorum. Sanki biri yokuşun başında bir tepik vurmuş, önce yavaş yavaş , sonra hızlı hızlı dönüyorum.. Kilometrelerce mesafe var önümde. Hayatım kadar. Bazen bir taşa denk geliyor zıplıyorum belim ağrıyor. Bir o çepere bir bu çepere çarpa çarpa ilerlerken bazen yavaş sonra ,giderek hızla ilerliyoruz. Üstelik aynı güzergahta da değil. Hatta sokağı bırak şehir değişiyor yuvarlanırken. Nerde mi bitiyor ? Bende bilmiyorum ki! Daha bitmedi ki, hala yuvarlanıyorum.
Ellerim, ellerim titriyor. Eylül ya ,ondan olmasın. Üşüyorlar mı? Başka Eylüllerde üşümediler mi ki. Ellerim tutmuyor aynı zamanda. Bıçağı denk getiremiyorlar ki elmayı soyayım. Vazgeçiyorum ısırıyorum ben de. Düşlerim titremiyor nedense . Onlar yerli yerinde
Birine telefon etmeliyim. Kim olursa olsun bir ses duymak istiyorum. Bir SES. Yoksa yeniden başlayacağım ağlamaya.
Ne çok göz yaşım varmış. Aka aka bitmiyor. Şurada bir yerlerde günlüğüm olmalı. Bulup ta gücüm yeter alabilirsem ,(aman canım öyle on kiloluk bir şey sanmayın), bana ağır geliyor. Aklıma bir kg pamuk mu ağır, bir kg demir mi sorusu geliyor. Bana yer çekimi çoğaldı gibi geliyor son zamanlarda. Defteri de nereye koydum-sa. Olup olacağı ajanda. Bulduğum ajandaya yazarım. Geçen liseyi bitirip de Üniversiteye gittiğim yıl sevgilimin aldığı pembe kaplı hatıra defterim geçti elime. Neler yok ki içinde. Bir tek ruhumu açabileceğim, açabildiğim İNSAN yok. Hiç de olmayacak sanırım.
Gittiğim konser biletleri, oynadığımız oyunlara dair adisyonlar, bir gül kurusu, gözyaşlarım, iç hesaplaşmalarım. Acaba benim kadar kendini sorgulayan biri daha var mı? Kendimi didiklemiş durmuşum. Hep sormuşum, usanmadan bıkmadan sormuşum kendime. İşte o sırada bir kırılma yaşasaydım , bir el uzansaydı, başka mı olurdum acaba?
Yine geldi ağlama nöbeti. Sesli ağlama moduna geçtim .Avaz avaz. Duyulacağını mı ümit ediyorum nedir. Boşuna olduğunu bile bile ,kendi kendine bağır bağırabildiğin kadar.
Üşümekten içim buz kesti, sevgisiz bir kimsesizlik içindeyim.
Kimse gelmiyor hatırıma . Bana sarılacak bir kimsenin adı gelmiyor aklıma. Zaten olmayan kişinin adı olur mu? Yok işte. Bir anlam veremediğim yalnızlık üşütüyor beni. Çorap mı giyilirdi bu durumda. Çorap mı? Başına çorap örülür ya bazen insanın, acaba ne renk örülür. Kişinin sevdiği renk mi olur? Yoksa örenin zevkine göre mi?
Varilde çorap falan öremez ki insan. Şişler durur mu durduğu yerde. İyisi mi ben vazgeçeyim örgü işinden.
Ne yapacaktım ben , of bir de unutmasam. Neydi, hah buldum. Ajandamı bulacaktım. Kendime talimat vermek için.
Erdem bey bu yaptığımı iyi bulmuştu. Erdem bey kim mi? Doktorum. İkimiz de ilk görüşme sonrası otobüste uyuyakalmıştık. Bir buçuk saat sürmüştü görüşmemiz. Ne çok anlatmıştım, ne çok dinlemişti. Sonunda bitap düşmüştük.
Ajandam kahverengi yumuşak kaplı. Isıtıyor ellerimi. Sadece ellerimi mi , içimi de ısıtır defterler. Bak içimi ısıtan bir şey varmış. Canlı olması şart mı?
Ben galiba okulda takılı kaldım. Liseye kadar okul çatısı altında güven içindeydim. Mezun olup da hayata atılınca savunmasız kaldım. Kimse elimden tutmadı ihtiyacım olduğunda. Kendi kendime yordam lama ne öğrenebildiysem. Gerisinde kaldım hayatın. Hazırlıklı olamadım . Hayatın acımasız yönüne açık tım. Safiye-timi korumaya çalışırken, güçlenmeyi akıl edemedim.
Bu çatı katında , hepten tecrit edilmiş hissediyorum kendimi.
Ev işlerini neden yapmıyorsun diyor komşular. Kimseye süpürgeyi nasıl kullanacağımı unuttuğumu diyemiyorum.
Ağlamakla gülmek arasında helak olmuş bir durumda sadece uykuda ara vererek ayakta durmaya çalışıyorum. Evet evet ayakta durmaya, var oluşumu sürdürmeye çalışıyorum.
Bazen ölümü özlüyorum. Sonra bir lütuf bize yaşamak düşüncesi dönüyor kafamda. İlaçların yardımıyla uzaklaştırıyorum ölümü. Uykuya sığınıyorum. Hahahahahah ilacı ilk aldığımda üç gün kesintisiz uyumuştum. Sadece zorunlu ihtiyaç molası.
Kafamdaki olur olmaz düşüncelerin hızı ondan sonra yavaşladı. Yoksa patlayacak gibi oluyordum. İyi ki uyudum onca gün.
Şu defteri getirdim açalım bakalım ne bulacağız. İlk sayfada adım yazıyor Gülsabır. Hiç tanıdık değil gibi. Sisler içinde bir kadın.
”Üşümek tir yalnızlık ”diye yazmışım . Dur bakalım yazarını da yazmış mıyım. İşte, Fırat Sırtlan diye biri. Sırtlan soyadlı kişi şair olmuş. Bana komik geldi.
Hayatın garipliği işte.
Mevsimlere dokunmak. Bazen insan acayipliğin içinde bulur kendini. Benim gibi. Hiç kimseyi sevmemişim gibi. Hiç kimseye emek vermemişim gibi, çevremde kimse olmamış gibi hatta. Yapayalnız bu delikte hayat denilen şeyi sürdürmek .Nedir hayat sahi. Birileri için geçirilmiş günler toplamı mı. Yine sayrıları m başladı……. Hayat bize Allah’ın armağanı aslında.
Eylül sadece üşüdüğüm yalnızlıkları barındırmadı. İşe girişim, aşık oluşum, okula başlamam ,çoğaldığı m zamanlardı. En koyu yalnızlığımı bebeğimi kaybettiğimde yaşadım. En çok da o zaman üşüdüm.
Ajandamı yana yakıla aradım, bulunca da nedenini unuttum . Plan yapacaktım. Dr. la randevumu yazacaktım. Çok yoğunum ya(!) Ondan değil, unutuyorum.
Bir daha gittiğimde muayene için beklerken uyuduğumu söyleyeyim Erdem beye.
Sevgisizlik üşütüyor , sevgisizlik, yalnızlığın Eylül hali galiba ……
YORUMLAR
Harika bir yazı okudum,farklı,şiirsel ve içten... Gülsabır'a tavsiyem sokağa çıkıp aşık olsun,eylülün en güzel hali bu bence.Sararmış yapraklar ayaklarının altında çıtırdarken bir ela gözlüyü düşünmek mesela...
mymartin
Gülsabır'a ajandasını uzatsak, ya hatırladıklarını yazsa ya da şimdi eylüllerde üşümelerini yazsın demeyeceğim, Gülsabır baharları hatırlasın kollarına derman gelip üşümesin diye yüreğini ısıtsın eylüllere inat...
Bir sonbahar fırtınasına sarılı bir ömrün derin bir üşümesi gibiydi okuttuğunuz yazı...
"Hayat bize Allah’ın armağanı aslında". ne güzel bir cümle...
Gülsabır üşümesin hiç dışarıda varsın sarı bir eylül üşüsün...
Okuttuğunuz güzel yazı için teşekkürler...
saygılarımla...
mymartin
DİLEK YILDIZI
teşekkürler...en derin saygılarımla...