- 849 Okunma
- 8 Yorum
- 1 Beğeni
Bedavaya Yurt Dışı Seyahati...3(Portatif tuvaletinizi yanınıza almayı unutmayınız.)
Not: Gezimizin bu bölümüne, Sevgili Sami Hocamın, en mahzun anlarımızda bile, dudaklarımıza tebessümlerin gölgesini düşürmeyi başarabilen güzel hikayelerinin esintilerini taşımaya çalıştık. Ufaktan ufaktan yolu argoya düşen cümlelerimizden dolayı, gönül dostlarından şimdiden özür diliyoruz.BTH
Kötü bir sürpriz oldu Gürcü ninemin vefatı. Oysa ne çok istiyordum bir kez daha ona sarılmayı, pamuk ellerini öpmeyi. Ailem ile de tanışması ne hoş olacaktı. Çocuklarıma örnek gösterecek; dil, din, renk gibi unsurların, sevgi dediğimiz sihirli olgunun önüne asla geçemeyeceğinin canlı tanığı olarak, hatıralarının önemli bir sayfasına kaydetmelerini sağlayacaktım onu.
Yüreğime çöreklenen hüzün bulutları eşliğinde ayrıldım oradan. Ana caddeye çıkmak için kullandığımız ara sokak, hala on iki yıl önce bıraktığım gibiydi. Terk fark, her yanı kaplayan çukurların, şimdi biraz daha derinlik kazanmış olmasıydı. Komşu evlerin döküntü görünüşü, yamalı bohça gibi duran uyduruk çitler, bakımsız ağaçlar, sağda solda gelişigüzel büyümüş çiçekler... Tenha, sessiz, yorgun ve bezgin sokaklar...
Şehirleşme açısından gerçekten mükemmeldir Poti. Rioni nehrinin hemen yanı başında yer alan ve şehrin tek park alanı niteliğindeki büyük koruluk merkez kabul edilerek, ardı ardına sıralanmış yarım daire biçimindeki caddeleri seyreden, genellikle iki katlı ve bahçeli evler inşa edilmiş, böylelikle de gerçekten çok hoş bir şehir yerleşim planı hayata geçirilmiştir orada.
Bu büyük koruluğun tam orta yerinde, mimarisi oldukça gösterişli ama son derce bakımsız merkez kilise bulunmaktadır. Kilisenin büyük balkonu ve önünde uzanan geniş alan, orada yaşadığım zaman zarfında, çok sık rast gelmediğim tören ve konserlere ev sahipliği yapmaktaydı.
Bu geniş toplantı alanına hakim bir köşede, oldukça yüksek bir kaide üzerine oturtulmuş, elinde kılış tutan harika bir kadın heykeli vardır.Rus’ların, gerek Gürcistan, gerekse Azerbaycan’da bıraktıkları eserleri gördükçe, bu tür sanatsal faaliyetlerdeki başarılarını taktir etmek gerekiyor gerçekten.
Poti’nin, çok gezilecek, görülecek bir tarafı yok aslında. Zamanında güzel bir sayfiye şehriymiş burası. İnsanlarının önemli bir geçim kaynağı turizm ve buna bağlı olarak da pansiyonculukmuş o zamanlar. Bu günlerde ise, ekonomik durumları oldukça vahim gerçekten. Bu yörenin önemli transit noktalarından biri durumundaki limanı, dünyanın unutulmuş kentleri kervanına katılmasını engelliyor bu mahzun şehrin. On iki yıldan beri, bir adım bile gelişememiş olmaları, bunun en bariz göstergesi zaten.
Önce, şehirde bir araç turu atıyoruz bizimkilerle. Ana caddeden kuzeye, deniz istikametine doğru yol alıyoruz oldukça düşük bir hızla. Hiç bir şey değişmemiş kentte, bıraktığım gibi korumuş sevimsizliğini binalar. O çok sevdiğim mimoza ağacı yine yerli rinde...Saç tıraşı olduğum Gürcü bayanın evi... Hala salonunda saç kesip, mutfağındaki lavaboda da baş yıkama işlemini gerçekleştiriyor mudur acaba?
Rioni nehri, olanca güzelliği ve sakinliği ile, bir kaç yüz metre ilerideki Karadeniz’e, ezeli ve ebedi sevdasına kavuşacak olmanın heyecanı içinde, aheste aheste akmaya devam ediyor. Nehir kenarına sıralana yaşlı söğüt ağaçlarının uzun ve gösterişli dalları, yine kana kana su içmek istiyorlarmış gibi boyunlarını eğmişler suya,akışın tesiri ile yavaş yavaş dalgalanmaktalar.İrili ufaklı, renk renk, çeşit çeşit ördekler,hiç bir şeyi umursamadan, yine nazlı nazlı dolanıp durmaktalar nehirle dansa duran bu yeşil dallar aralarında.
Hatıralarım ile günün tatlı kıyaslamasını yaparken, limana geldiğimizi fark ediyorum birdenbire. Gümrük sahası olduğu için giriş yasak ama, yük boşaltan-yükleyen kocaman gemileri ve yanı başında dolanıp duran devasa vinçleri görebiliyoruz yüksek duvarların ardında. İşte, imalatında ter akıttığım petrol tankları da sol yanımızda arz-ı endam etmekte.
Yolumuza devam ediyoruz. Yüz metre ilerideki küçük kiliseden sağa kıvrılıp, Poti-Tiflis demir yoluna erişinceye kadar ilerliyoruz. Gelip geçen Türk tırlarının şoförlerine, sigara ve bisküvi gibi ufak tefek şeyler satarak okul harçlığını çıkarmaya çalışan, ürünlerini de her akşam bir el arabasına doldurarak, çalınma ihtimalini ortadan kaldırmak amacı ile evine taşıyan sevimli Gürcü kızının büfesi yerinde yok. Okulda öğrenmeye çalıştığı İngilizcesine pratik yapabilmek için, her gün dört gözle yolumuzu gözleyen o küçük kız... Örgülü sarı saçları, çilli yüzü, gök mavisi gözleri ve insanlardan asla esirgemediği cömert tebessümleri ile, yorgun günlerimize hep güzellikler taşıyan kız... Kim bilir nerelerdedir şimdi? Çoktan evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış, hayatın meşakkatleri ile mücadeleye başlamıştır muhtemelen.
Demiryolundan da sola dönüp, artık araçlar tarafından kullanılması nerede ise imkansız hale gelen yolu takiben, uzunca bir süre bize ev sahipliği yapan eski fabrikaya ulaşıyoruz. Etraf en basit tarif ile harabeye dönmüş. Bu köhne fabrikanın, benim zamanımda da çok albenisi yoktu ama, şimdiki kadar da perişan bir görünümde değildi.
Fazla oyalanmıyoruz orada, bu sevimsiz mezbelelikten sıyrılıp,tekrar caddeye çıkıyoruz. Yolun hemen karşısında yer alan sıra sıra evlerin önlerinde kimsecikler gözükmüyor. Nerede insanlar bilemiyorum. Oysa o günlerde, yol boyu dizilmiş alçak mimoza ağaçlarının sarı sarı çiçek açtığı serin bahar öğle sonralarında, tüm mahalle halkı bu caddenin kenarına toplanır, hoş sohbetlerle zaman öldürürlerdi. Az yemeklerini yememiş, sohbetlerine ortak olmamışımdır o iyi kalpli insanların. Haklarını helal etsinler diyorum. Belki tanıdık birine rastlarız diye duraklıyor, özlemle sağa sola bakınıyorum ama, tek bir canlıyı dahi görebilmek mümkün olmuyor. İnsanlardan geçtim, mahallenin köpekleri bile kaybolup gitmişler. Öyle sessiz, öyle sakin ortalık...
Güzel günler geçirdiğim bu kenar mahalleden de ayrılıp, şehrin merkezine yöneliyoruz yeniden. Bu şehirlerde, alışverişin ana merkezi pazar yerleridir. Dükkanlara yeni yeni rağbet göstermeye başlamış insanlar. Pazar yerinde aradığınız, ihtiyaç duyduğunuz her şeyi bulabilirsiniz. Taze et, taze ve kurutulmuş balık, her türlü sebze-meyve, hayvansal ürünlerin tümü, meşhur Gürcü şarabı, çiçek, tuhafiye, züccaciye, nalburiye gibi, aklınıza gelen her şeyi temin etmeniz mümkündür oralardan.
Pazara yakın bir yere aracımızı park ediyoruz. Küçük ve nüfusu fazla kalabalık olmayan bir şehir burası. Araç trafiği de gerçekten çok seyrek. Park problemi ile karşılaşmıyoruz. Bizim büyük şehirlerimizdeki gibi, her köşe başını parsellemiş değnekçiler flan da gözükmüyor ortalıkta.
Eşim ve çocuklarımın şaşkın bakışları arasında, Türkiye’nin yirmi-otuz yıl önceki vaziyetini hatırlatan insan ve iş yeri manzaralarını seyrederek, pazar yerine doğru ilerliyoruz. Buradan, eşimize dostumuza götürebilmek için hediyelik bir şeyler alabileceğimizi umuyoruz. Pazar yerinin hemen arka tarafındaki küçük alanda bulunan, elinde tuttuğu kartal ve bindiği at ile birlikte, oldukça ihtişamlı bir görünüşe sahip olan heykeli de göstermek istiyorum bizimkilere ama, evdeki hesap yine çarşıya uymuyor burada da.
Pazar yerinin girişine yönelmiştik ki; ’Bir tuvalete gitseydik.’ diyor eşim. Zaten bizim ailenin kronik hastalığıdır bu tuvalet meselesi. Nereye gidersek gidelim, gezilecek-görülecek yerlerin tespitinden önce, tuvaletlerin nerelerde bulunabileceğini araştırmak, vücudumuzdaki stok durumunu ona göre ayarlamak zorundayız biz.
Hayda!...İyi ki hatırlattı eşim. Anında her birimizin tuvalet ihtiyacı nüksediyor,tüm dikkatimiz ve ilgimiz, boşaltım sistemlerimizin nihayetine odaklanıyor. Öylece çakılıp kalıyoruz yerimizde. Gürcistan dahilindeki en büyük sorunumuzla karşı karşıyız şu anda. Tuvalet...
Al başına belayı işte. Şimdi nasıl soracağız, nasıl öğreneceğiz tuvaletin yerini? Hatıralarımın derinliklerini yokluyorum, bu şehirde yaşadığım bir yıl boyunca, iş yeri ve evimden başka bir yerde ihtiyaç gördüğümü hatırlamıyorum. Bu memlekette umumi tuvalet yok muydu yahu? Sağa sola bakınıyorum ama, aslında gördüğüm bir şey yok. Düşüncelerin karmaşasında kaybolmuş vaziyetteyim. Bizimkiler de, doğal olarak çözümü benden beklemekte, çok kısa bir zaman zarfında bu problemi sonuçlandıracağımı ummaktalar. Bilmiyorlar ki, kazın ayağı hiç düşündükleri ve umdukları gibi değil.
Bir kaç kişiye sormaya, tarif etmeye çalışıyorum ama, müthiş bir dil problemi ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini sindirmem gerektiğini fark ediyorum önce. Gerek Gürcüce, gerekse Rusça konusunda dil fakiriyiz.(Tek kelime hariç) Onlar da, Türkçe ve İngilizce bilmiyorlar. Şimdi, nasıl sorup soruşturacak, nasıl şeklini çizeceğiz tuvaletin? Gerçi Allah, işaretle anlaşma yeteneği bahşetmiş bana, bu sayede çokça yabancı ile sorunsuz teşrif-i mesaide bulunmuşum iş hayatım boyunca ama, bu durumu, yani boşaltım ihtiyacını işaretle nasıl anlatabilirsiniz insanlara? Üstelik de, çevrenizdeki şehir sakinlerinin nerede ise tamamı bayan iken.
Dünya lisanlarındaki, tuvaletle ilgili tüm bildiğim isimleri sıralıyorum ardı ardına.Keneften tutun da, ta ayak yoluna kadar işte... Uzun uğraşılar sonunda, bir yol buluyoruz, utana-sıkıla derdimizi anlatıyor, yalan-yanlış bir tarif alıyoruz bir delikanlıyı yakalayıp. İki yüz metre geride bir iş yerinin, kocaman, yeşil renkteki reklam panosunu gösteriyor parmağı ile. Orada sormamız gerektiğini anlatıyor işaret diliyle. Dönüp gidiyoruz tekrar geldiğimiz istikamete, tarif edilen yerdeki bir iş yerine dalıyoruz kızımla. Bir konfeksiyon mağazası burası ve içerde kimseler yok, in-cin top oynamakta. Kapının açılışını duyan satıcı genç kız, sevinçle koşup geliyor müşteri geldi düşüncesi ile. Bizim derdimizin başka olduğunu öğrenince, sanırım epeyce bir hayal kırıklığı yaşıyor. Ona da derdimizi bir şekilde anlatıyoruz. Kızgınlığından mıdır, yoksa gerçekten mevcut olmadığından mıdır bilemiyorum, öyle bir hizmeti bize sunamayacağını belirtiyor.. Mahcup ve çaresiz bir şekilde terk ediyoruz iş yerini, kaderimizin sevimsiz realitesine geri dönüyoruz.
Durumun vahameti gittikçe artmakta, ufukta bir ümit ışığının gözükmemesi de, psikolojik olarak vücutta oluşan tazyikleri körüklemekte. İhtiyacı daha ön saflarda olanlar, usuldan usuldan malum kıvırtma hareketlerine çoktan başlamış durumda.
Koskoca memlekete, en güzel elbiselerimizi, en yeni pabuçlarımızı giyerek;sinek kaydı tıraşımızı olarak, tertemiz, pırıl pırıl gelmişiz; gerisin geriye altımıza kaçırmış olarak mı döneceğiz şimdi? Kendi memleketimizde olsak, her türlü riski göze alır, bir kuytu yere ihtiyacımız görürüz. Ama burası elin yurdu, elin şehri, caddesi, bağı-bahçesi. Yakalanırsak nasıl anlatırız durumu, nasıl tarif ederiz çaresizliğimizi? Birisi çıkıp;’Ulan, ülkemize s.çmaya mı geldiniz siz?’ derse, ne yaparız?
Soğuk soğuk terleyerek, en güvenli yere, aracımızın içine atıyoruz kendimizi. En azından, sevimsiz bir şeyler olacaksa, kendi malımızın içinde olsun diye düşünmekteyiz. Gezme-tozma fikrinden vaz geçiyor, geldiğimiz yöne, Batum istikametine doğru yola çıkıyoruz ümitle. Alışmışız ya Türkiye’den, akaryakıt istasyonlarında ihtiyaç görmenin mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Bizi bekleyen yeni sürprizlerden haberdar değiliz henüz.
Gördüğümüz tüm istasyonlara uğruyor, ihtiyacımızı karşılayıp karşılayamayacağımızı soruyoruz ama,bir çoğundan olumsuz cevap alıyoruz. Oğlumun kafası bozuluyor;
-’Baba yahu!...Bu adamlar, tuvalete flan gitmiyorlar mı hiç?’ diye soruyor öfkeli bir ses tonu ile.
-Ne bileyim oğlum? Gitmiyorlar herhalde. Ya da, kendilerine özgü bir yolla hallediyorlar o işi.
-Nasıl yani?
-Bir çok yolu var bu işin. Tarlası var, bahçesi var, ağaç altı-çalı dibi var, nehir kenarında manzara seyrederek halledileni var. Hatta ve hatta, Karadeniz’in engin maviliği ile yarenlik yaparaktan çözüme kavuşturulması dahi mümkündür. Temizlik işinde de, taş, yaprak, ot, dere-deniz suyu gibi çözümler üretebiliyor insanlar. Olduğu gibi, akışına bırakanlar da oluyordur muhtemelen.
Aracın içinde patlayan kahkahalar, boşaltım kapılarında zor zapt edilir hale gelen tazyiki arttırıyor tabi ki. En kısa zamanda bir çözüm bulmamız lazım; yoksa, seyahatimizin kalan kısmı, bol ve hoş olmayan kokular eşliğinde geçeceğe benziyor.
Eli yüzü düzgün bir akaryakıt istasyonu çıkıyor karşımıza bir müddet sonra. Çevre düzenlemesi güzel, temizlik konusuna titizlik gösterilmiş.
-’Tamam.’ diyorum.’Burada muhakkak vardır aradığımız tuvalet.’
Aracı park etmeye çalışırken, görevlilerden biri yanımızda bitiveriyor hemen. Güler yüzlü, efendiden bir oğlan. Ona da, işaret dili ile durumu izah ediyoruz, anlıyor ve ofisten tuvaletin anahtarını getiriyor hemen. Hepimiz çok seviniyoruz bu duruma. Arapça dahil, bildiğim bütün lisanlarda teşekkür ediyorum adama. İyi ki,teşekkür ederim anlamına gelen ’Spasiba’yı öğrenmişim Rus dilinde. İşe yaradı burada sözün doğrusu.
Önce bayanlar diyoruz, oğlumun kıvranmalarına aldırmadan eşimi gönderiyoruz tuvalete. Sorunu nihayete erdirmek üzereyiz ya, herkes bir rehavete kapılmış durumda; bunun sonucu olarak da kapıları kilitli tutan bağları koyverme aşamasındayız. Hatta benim oğlan, seyrek de olsa, donuna damlatmaya başladığını itiraf ediyor sırıtarak. Sıkıntılı mimiklerin yerini, dudaklarımızda sere serpe gezinen hoş bir tebessüm esintisi alıyor.
Eşimin, tuvalete gitmesi ile gelmesi bir oluyor. Hayal kırıklığının sevimsiz maskesi yüzünde, bakışlarında ise çaresizliğin üşüten gölgeleri...Merakımızı, her zaman yaptığı gibi kısacık cümlesi ile gideriveriyor;
-Bu tuvaleti kullanmamız mümkün değil.
Hiç soru sormuyoruz. O teşhisi koymuş ise, ailenin diğer bireylerinin yorum yapması abesle iştigal olur diye düşünüyoruz geleneksel olarak.İstasyondaki görevliye tekrar teşekkürlerimizi sunuyor, tüm işini halletmiş ve oldukça rahatlamış insan pozlarında anahtarı teslim ediyor, işkencelerle dolu seyahatimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Sık sık durmalarımız ve araştırmalarımız neticesinde, yirmi kilometre kadar ilerdeki bir ’Stantsiya’da’ umumi tuvalet olduğunu öğreniyoruz. Al işte bir sıkıntı daha. Zaten ihtiyaç gidereceğimiz mekanın adresini zor bulduk, bir de bu ’Stantsiya’ çıktı başımıza. Ne olduğunu nasıl öğreneceğiz şimdi? ’İş olacağına varır.’ atasözünü boşuna sarf etmemiş büyüklerimiz diye düşünüyor,yirmi kilometrelik mesafeyi tezden kat etmek için gaza basıyoruz. Hedefe yaklaştığımızı tahmin ettiğimiz bir bölgede duraklayıp, stantsiya’yı soruyoruz tekrar. Parmak işareti ile, iki-üç kilometre ilerde olduğunu tarif ediyor yol kenarına kurduğu küçük tezgahta sebze satma çabasındaki yaşlı bir manav. Bu tuhaf yolculuğun nihayetinde, araç yolu ile demir yolunun yan yana geldiği bir noktada kurulu olan küçük bir tren istasyonu çıkıyor karşımıza. Bu stantsiya dedikleri şeyin, istasyon olduğunu anlıyoruz böylece. Sormaya utanmıştık, yaşayarak öğrenmiş oluyoruz. Bir kez daha şahit oluyoruz burada; yabancı dil, okumakla değil, yaşamakla öğreniliyor.
Buralarda evi-barkı, ya da kendine mahsus bir çalı dibi olmayan insanların, bir bakıma kurtuluş ümidi sayılabilecek o meşhur istasyonu bulmasına bulmuştuk ama, etrafta tuvalete benzer bir şey göremiyorduk. Bozuk olan moralimiz iyice tavan yapıyor tabi ki bu durumda. Damarlarımızdaki kanla gezinip duran Karadenizli inadımız var ya,(Biraz da mecburiyetten tabi ki.)işte onun sayesinde teslim bayrağını çekmiyoruz hemen hayal kırıklığının sevimsiz akışına kapılıp. Ne kaybedecek zamanımız, ne de mesanede stok yapacak en küçük bir boş alanımız var artık.İki gruba ayrılıyoruz, istasyonun binasının her iki taraftaki kapılardan aynı anda paldır küldür içeri dalıyoruz. Gemileri yakmışız artık. Ya bu işe bir çözüm bulacak buradaki görevliler, ya da bu istasyonun içine etmemize kimse engel olamayacak.
Gezmek, güzel yerler görmek, hoşça vakit geçirmek için çıktığımız seyahat, tam anlamı ile bir işkenceye dönüşmüş; zamanımızın büyük bir bölümü, bu tuhaf memlekette s..... yer aramakla geçmişti.(Devam edecek)
Bir tutam hayat-25.09.2014-Azerbaycan
YORUMLAR
yazdığınız gibi okudum, hatta değerlendirmeyi yaptım ve güne gelmesini çok istedim lakin başka yazılar gelmiş sağlık olsun dedim.
öncelikle sami hocam'ın yazıları tadında bir yazı olmuş gayet hoş ve eğlenceli.:))
benim de sülalenin bir kısmı dede tarafından Batum'a dayandığı için o coğrafyalara aşinayız. ama sizin anlatımınızla daha bir vücut buldu ve o coğrafyada gezindik. sonuç olarak güzel bir yazıyı yeniden okudum yine aynı tadı aldım. devamını sabırsızlıkla bekliyoruz. elinize sağlık..
Bir tutam hayat
Gitmemişseniz, muhakkak gidin.
Şu pasaport flan yokken, gerçekten çok rahat oluyor.
Ata diyarını görür,
değişik kültürler tanırsınız.
Ama,
tuvalet işi gerçekten problem. Gümrükten geçmeden, stoktakileri boşaltmada fayda var.
Bizi kimse uyarmadı, yanlış yaptık, zorda kaldık.
Batum merkezde bir cami var. Oraya gidersiniz artık.
Bir de Botanik Bahçesi var Batum'da.
Oradaki tuvaletler de güzel.
Bu tür yazı yazmamıştım hiç.
Aslında normal hayatta çok şakacı bir tipimdir.
Tüm Karadenizliler öyledir ya...
Bu kez, yazıya da aktarayım dedim.
Bir bukle başarılı olabilmişsek, ne mutlu bize.
Güzel yorumunuza teşekkür ediyorum.
Bugün yağmurlu bir hava ve beraberinde bir yorgunluk var.Bu kadar uzun süren bir yaz mevsiminden sonra hırçın yağmurlarına, soğuk sinirli rüzgarlarına alışamamışız memleketin.
Ama bütün yorgunluğumu okuduğum bu güzel yazıda attım sanki. Okumaya başlamamla son cümlesine kadar o seyahati sanki ben yapmışım da sıkıntınızdan tutun birçok duyguya da eşlik ettim.
Bir de bitince güldüm kendi kendime;
O kadar dalmış gitmişim Poti- Tiflis yollarına.
Güldürdü de düşündürdü de hatta en önemlisi gezdirdi bizi...
Cümleler ,paragraflarla ve bütünüyle gezi yazısı-anı tarzında uzayıp giden bu güzel yolculuk için teşekkür ederim hemşehrim.
Şu karadeniz damarlarımız olmasaydı halimiz nice olurdu :))
Sevgim ve sonsuz saygılarımla.
Bir tutam hayat
İnsanlar, gezmeyi, yeni yerler görmeyi, yeni kültürlerle tanışmayı sevmiyorlar mı nedir?
Oysa ben bayılırım bu tür yazılara.
Şu kaleme aldığımız seyahati, en az dört-beş gezi yazısında okumuşumdur.
Biz, gezmeyi, gezilecek yerleri keşfetmeyi seviyoruz galiba.
İnanın,
olayın fazlası var, eksiği yok.
Bu yazılanları bire bir yaşadık ailece.
Problem de çözülmedi hala.
Gelecek bölümde çözmeye çalışacağız.
Bayramda, memleket yolculuğu gözükmekte.
Türkiye'de deftere yolumuzu düşüremiyoruz.
O nedenledir ki,
şimdiden bayramınızı kutlayayım ben.
Ne olur, ne olmaz.
Güzel yorumunuza da çok teşekkür ediyorum.
Sihirli Kalem
Eminim ki memleket havası çok iyi gelecek size:)
İlk okuyuculardan biriydim yüzüme eşlik eden tebessümün nezdinde.
Bir kez daha okumak için geldim sayfanıza ve tebriklerimi bırakmak adına.
selamlarımla...
Nice nice paylaşımlarda buluşmak adına...
Bir tutam hayat
Belki tebessümleri taşıyor dudaklarımıza ama,
gerçekten bizleri zor durumda bırakan bir meseleydi o olay.
Buralara gezmek için gitmeyi düşünenlere bir mesaj vermekti aslında gayemiz.
Arada bir,
bu tür yazılar da kaleme almamız gerek kanaatindeyim.
Çok sağ olun.
senin yazılarını okumayı seviyorum hatta ara ara öncekileri yeniden okuyorum
Bir tutam hayat
Bu köşelerde adınızı görülmesi bile,
yazılarımıza renk kazandırmakta.
Hoş geldiniz.
Kıymetli dostum
Yazınızı okuyunca o coğrafyada yaşadıklarım geldi aklıma. Sovyet döneminin uygulamalarından mıdır nedir? Bilmiyorum ama gerçektende çok enteresan yaşam kültürleri var.
Şimdilerde çok değişti tabi fakat ilk dönemlerde o bölgedeki ülkelerde umumi tuvalet pek yoktu nadiren bulduklarınızda da enteresan bir şekilde tuvaletlerde paravanlar yoktu şaka gibi ama insanlar o ihtiyaçların görürken bir birlerini de göre biliyorlardı. Bazı tuvaletlerde paravan varsa da onlarında kapıları yoktu.Bizler konuşmasın dan haya ederken,bu konudaki rahatlıklarına hayret etmiştim.
Doğruluğundan emin değilim ama İlerleyen zamanlarda öğrendiğime göre bu kominizim rejiminin bilinçli bir uygulamasıymış. Sebep; rejim’in aleyhine bir faaliyet olmasına engel olmakmış.
İnsan düşünmeden edemiyor insan orda rejimin aleyhine ne yapa bilir ki en fazla Lenin’in yâda Stalin’in resmine)) tövbe tövbe hayret bir şey
Birde berber meselesi var tuhaf olanlardan biride oydu. O dönemlerde ne berbere nede kuaföre rastlamak mümkün değildi. Bu yüzdende gitmeden saç tıraşımı olur giderdim döndüğümde saçlarım uzamış olurdu.
Tuhaf yaşam kültürleri vardı, gerçi şimdilerde bu konularda epeyi bir mesafe aldılar.
Benim dostumun asaleti gereği yazabileceği argo bu kadar olur işte.:)
Gezi anılarınızı İlginç ve değişik bölümünü okuduk.
Kaleminize yüreğinize sağlık
Saygı sevgi selamlarımla.
Bir tutam hayat
Gerçi,
Bakü'de, körfez bölgesinde genellikle yapılan modern peysaj çalışması neticesinde,
bu konuda oldukça müsbet adımlar atılmış durumda.
Çok temiz ve modern umumi tuvaletlere rastlayabiliyorsunuz.
Ülkenin öteki tarafları ise, Gürcistan'dan çok farklı değil.
Bu açıkladığınız konu çok ilgimi çekti.
En kısa zamanda araştıracağım be becerebilirsem bir de yazı yazacağım.
Güzel yorumuna teşekkür ederim dostum.
Hem yazıların, hem yorumlarınla,
bu güzel seyfanın en sempatik elemanı haline geldin.
Kutluyorum seni.
Serhat BİNGÖL
Öncelikle yorumuma verdiğiniz güzel cevabınıza çok teşekkür ederim.
Gökhan hocam; hani insanın bazı dostları vardır ya çok sık görüşemese de bazı konularda fikir ayrılığı yaşasa da bilir ki o dostu kendisinin hep iyiliğini ister. İşte sizde benim için hiç yüz yüze görüşme sekte o dostlar gibi sempati duyduğum bu sayfalarda hep görmek istediğim kıymetli bir dostumsunuz.
İyi ki daha önce olduğunuz o sevimsiz sitelerde sizin kafanızı bozmuşlarda edebiyat defterine yolunuz düşmüş.
İyi ki varsı değerli hocam.
Sağılarımla.
Dip not: güzel sözlerinize gecikmeli cevabımın nedeni malum bayram haftası acil yüklememiz var iş yerimdeki ofisimden yazıyorum, ancak fırsat bulabildim özür dilerim.
Bir tutam hayat
sabahın erken sahatlerinde hep defterde olabiliyorsunuz.
Azerbaycan'da saat, Türkiye'den iki saat önde.
Bu nedenle,
bizler erkenden kaybolup, erkenden gelebiliyoruz sayfaya.
Sizler,
uyumuyor musunuz efendim?
Güzel yorumlarınıza teşekkür ediyorum.
Siz de,
sayfanın tebessüm eden yüzüsünüz.
En kolay değerlendirmeyi sizin için düşünüyordum, lakin en zor siz çıktınız. Bütün bir potrenin içinde, tüm renkleri barındırıyorsunuz. Doğal olarakta tepkiyi-etkiyi tetikleyen düşünceleri, duyguları bulmak, bayaa zor olacak benim için.
Ben çalışmama devam ediyorum, ve bende her birinizin bahçelerinde dolaşıyorum... Koca bir diyar :) . Böylede gezmek çok güzel, çok ! Meyve taşlamıyorum ama yere düşenlerden, hakkıma düşenleride alıyorummm ...
Saygılar, sevgiler değerli dostuma
Bir tutam hayat
çok enteresan bir çalışma ortaya çıkacağını düşünmekteyiz.
Bir edebiyatçı gözü ile,
bu güzel defter nasıl seyredilmekte meselesi,
gerçekten ilginç bir konu.
Yalanlarımız, yanlışlarımız, noksanlarımız, güzel yanlarımız ortaya çıkacak,
belki de, geleceğimize ait yeni rotalar çizmemize yardımcı olacak bu çalışma.
Bir kaç güne kadar Türkiye'ye döneceğim.
Umarım o zamana kadar yayınlamanız mümkün olabilir.
Yokse,
okuma zevkini, yirmi Ekim tarihinden sorasına kadar ertelemek zorunda kalabilirim.
Ziyaretine teşekkür ediyorum dostum.
Bayramda memleketine gitmiyor musun?
CaNMaYBuLL
Bayramda Rizedeyim. Salı yolculuk var :) memleket havasına ihtiyaç var...