isimsiz ve kimliksiz.
Şiirle bütünleşmiş , kendini şiirleştirmiş bir adam tanıdım ben. simsiyah gözlerine kocaman bir güneş sistemini yerleştirmiş, evrene ben birazdan kalkıcam ’ Allah bir çay içmeye dünyaya git dedi’ der gibi yaşayan çok gülmeyen ama güldüğünde bütün gülüşleri silen biriydi. bana hayatımın en büyük sınavıydı. adı bile bir sınavdı. şimdi bana milyonlarca his ve kilometrelerce uzak bir gökyüzünün altında bu yazıyı yazmamı bekliyor. bana kendini anlat demesine neden olacak kadar kaçtım çünkü ben ondan. gözlerinde ki güneş sistemini big ben i aratmayacak kadar çok parçaladım. canını çok yaktım. şimdi oturup neden diye kendime sorduğumda tek cevabım korku. oysa o zamanlar çok fazla sebep sıralıyordum yaptıklarıma. yaşanacak hayaller, istekler, aşılması imkansız zorluklar buluyordum hep yanyana oluşumuzda. oysa diyemedim hiç ’ aptal bal gibi korkuyorsun değişmekten ve onu bir gün kaybetmekten’kendime. ona ,onlu zamanlarda anlatamadıklarımı dile dökmemi istediyse yapmak boynumun borcu. çünkü hiç bir istek onun dilinde olduğu kadar hayal kırıklığını barındırmıyor.
ailesinin en küçük çocuğu olan biriyim. doğumu bile anne babasına sınav olan bir varlığın dünyada ki iz düşümüyüm. annem hiç istememiş beni ablam çok küçük diye. aramızda tam 17 ay var. tabi bir ablam bir abim daha var. o da haklı nasıl büyütsün iki çocuğu. ama işte çocukken bunu öğrendiğinde böyle tepki veremiyorsun. neden istememiş diyip duruyorsun. sanırım olay orda başladı benim için. kendi varlığıyla ilgili ’neden’ diye sormaya başlayan her insan artık soru sormadan ve sorgulamadan devam edemez hayatına. benim de öyle oldu zaten. bugune kadar sorgulamadığım tek gerçeklik olmadı hayatımda. tabi bundan nasibini herkes aldı. insanlar gibi Allah bile bir sorguya tabi tutulmalıydı inanmam için. çünkü ben anne ve babasını sorgusuz sualsiz kabul eden bir çocuk olamamışken başka hiç bir şeyi sorgulamadan sevemedim. babamı en başta sevmem için nedenlerim vardı. bizimle saklambaç , körebe oynayan, beni çarpım tablosuyla sözlüye çeken dayıma karşı hep beni koruyan biriydi. ama zaman onun gözünde ki beni ,benim gözümde ki hep beni koruyan adamı fazlasıyla değiştirdi. çok dindardı Allaha olan inancı hep arttı ama bize olan sevgisiyle ters bir orantısı vardı. kadınların Allaha kulluk etmesi gereken, örtünmesi, televizyonda erkekleri izlememesi, namusunu herkesten koruması gereken bunu yapmadığı taktirde öldüresiye dövülmesi gereken bir mahluk olduğunu tam 6 yaşında babamdan öğrendim ben. televizyonda izlememizi istediği kanal çekmeyince bile annemi bizi dövebilecek kadar kördü bize karşı. zaman onu yumuşattı ama ceza verme şeklini hiç değiştirmedi. ben hastalandığımda sırtında hastaneye götüren bir adamdı ama onun istediği gibi olmadığımda tek gözüyle bile görmezdi beni. belki bu yüzden beni değiştirmek isteyen , bana nasıl olmam gerektiğini söyleyen insanlardan hep nefret ettim. annemin yoğun baskısı ve benim astım hastalığım havası çok kirli olan oturduğumuz yerden taşınmamızı gerektirdi. ilk arkadaşım olan 77 yaşında ki hacı ninemi bırakmak zorunda kalarak geldim şimdi yazımı yazdığım eve. ilk başta herşey zordu ilkokula başlamıştım arkadaşım sevdiğim kimse yoktu. evde babam terör estirmeye devam ediyordu. yıllar böyle geçti. ben okulda çok çok başarılı bir çocuk olamadım. aldığım ilaçlar yüzünden hep yaşıtlarımdan daha fazla kiloluydum ve bunları kabul edebilmek ve kendimi sevebilmek için fazla küçüktüm. söylenen sözleri sorgulamadan es geçemedim hep sorgulayıp beni istemiyorlar, sevmiyorlar gibi çocukça sebepler buldum. ama kimseye beni sevmiyor musunuz diyemedim. çok gülen bir çocuktum. hala daha öyle bir insanım gerçi ama o zamanlar daha çok gülerdim. büyümeyi babamın istediği gibi yaşamayı hiç istemedim ben. lise sınavına gireceğim ay onun izletmek istemediği kanalda ki bir diziyi açtığım için yediğim dayak herşeyi flulaştırdı sanki. mutfakta köşede yede sinip babamın ’ beni mutsuz ediyosun, bu evde ki mutluluğu sen çalıyosun, benim mutsuzluğumun, buraya mahkum oluşumun sebebi sensin’ sözleri ellerinden daha ağırdı ve aklıma saplanan bu sözleri hiç bir sözü silemedi. her seferinde anneme bize vuran ellerini gidip hemen namaza durarak affettirmeye çalışır gibiydi. ama Allahtan kendi için istediği merhameti bize hiç göstermedi. o olaydan sonra yüzüm gözüm mor okula gittiğimde arkadaşlarımın gözündeki alayı ve acımayı da kabul etmedim. acıyan ve alay eden gözlere alışkın olan ben başka türlüsünü görünce bu yüzden korktum işte.çünkü kötü de olsa bir şeye alıştığın zaman korkutmaz seni. liseye başlayacağım günü bile annemin amcasının bana saldırdığı ve dede dediğim insanın bile zevkleri uğruna harcanabilecek bir değersizlik yumağı olduğumu öğrendiğim gün olarak hatırlıyorum.ondan sonraki dünemler daha da flulaştı çünkü babam bu olayı bir başkasına anlatmamam konusunda çok katıydı ve benim şefkatini isteyebileceğim hiç kimsem yoktu. tamam korkma geçti. hepsi kötü bir kabustu diyebilecek kimsem yoktu. kardeşlerimin kendi hayatları ve sorunları annemin bakması gereken bir torunu vardı.
üniversite sınavına gireceğim yıl yine şiddet dolu bir yıldı ve artık dayak yeme nedenlerim çaydanlığın suyu bitmişe kadar düşmüştü. babama duyduğum nefret, anneme duyduğum merhamet ve acıma arasında eziliyordu hep. belki o yüzden hiç kendi hayatımdan vazgeçemedim. ve yine bu yüzden hep daha kötüleri de var diyerek bu yaşananlara katlanabilme gücü yaratmaya çalıştım kendime. annem istediği için teyzemlerin bile ev işlerini yaptım. annemin bir gün ben ölürsem diye diye verdiği öğütleri hep ananemin o çocukken ölüşüne verip annemin ölmemiş olmasına dua ederek uyandım sabahlara. üniversite sınavını kazanıp gitmek istediğimde sen olmasan biz naparız bizim sana ihtiyacımız var diyen anne babama ’ ama ben sizden ve sizin ağır yaşanmışlıklarınızdan yoruldum’ diyemedim. söz dinledim yine. onlara olan sevgim mi yoksa onların beni takdir edip sevmeleri için bir neden yaratmaya çalışmam mı beni buna itti bilmiyorum. onların yanında okumak zordu çünkü hala liseye giden çocuk olmamı bekliyorlardı. benimse artık gücüm yoktu. sahip olduğum her arkadaşa çok tutundum. onlarsız olmaz zannettim. babasının bile sevemediği bir çocuktum ve insanların istediği gibi biri olursam benden daha zor vazgeçerler zannediyordum. sonra ailem başka bir şehre taşınıp bana büyük bir özgürlük sundu kendilerince. ama bana ihtiyacı olduğu için kaldığım ailem artık bana ihtiyaç duymayınca sığınacak başka insanlar bulmak istedim. tabi bu süre zarfında babamın başını ört, namaz kıl demesinden hep çok tiksindim. çünkü namazı çocuklarını sevmeyen, onları döven babalar kılardı ve ben kimseyi incitmemiştim. onun tam tersi birisi oldum. sigara içmek, içki içmek fal bakmak beni hep bu yüzden mutlu etti sanırım. çünkü ben asla babam gibi birisi olmak istemedim. hayatıma işte tam bu dönemde sen girdin. babamın aynısı olan, annemin amcasının adını taşıyan sen. şimdi ben sana arada anlatmayı bile unuttuğum milyonlarca çirkin ve tiksinç anıyı anlatsam, en yakın arkadaşımın sevgilisi bana saldırdı ben korkumdan kendimi bodruma kitledim gece boyu bir fareyle göz göze oturup varlığına bile inanamadığım Allah’ a neden babam beni döverken değil de namaza durduğumda beni duyuyosun diye sordum desem , bu yüzden fareden de kediden de ölümüne korkarım desem, sende bana kafirsin dinden çıkmışsın bunlar günah demeyecek misin ki ? kimseye muhtaç olmadan her işini kendi yapan bir kadın olup erkek gibi yaşadığım ve senin yazında bahsettiğin narin ve nazik kadınlardan olmadığım için yine suçlu mu olucam.
sen istedin ben söyledim. şimdi ben sana sorabilir miyim ? senden korktuğum için o kadar kaçtığım için, her fırsaat bizden olmaz dediğim için, sen sevap günah namaz din dedikçe deliler gibi davrandığım için, birlikte uyuduğumuz zaman günah işlediğimizi söylediğin için, ben sana kendimce sığınırken uyurken korkmadan acaba bana zarar verir mi demeden sadece sana güvenerek tenine dokunduğum için hala mı günahkarım ? kimseye güvenemediğim, erkek gibi olduğum için , seviyorum diyen herka tiksinen biriyim. herkesten kaçtığım için suçlu muyum hala ?
günah sevap demeden sadece mutlu olmak ve mutlu etmek için yaşamaya çalışan, kendince her gece oturup bütün derdini Allaha anlatan ama onun önünde secdeye yatmaktan bile tiksindirilmiş biriyim ben. kendinden korkan kaçan ve hatta sevmeyen biriyim. en çok sen bilirsin beni, benim deliliklerimi. şimdi tam olarak biliyosun herşeti artık sen söyle kim suçlu kim deli. . seni seviyorum ben. insan gibi kardeş gibi baba gibi sevgili gibi çocuk gibi. birbirimizin hayatından ne çıktık ne de kaldık öyle ortalarda da olamadık ama bil lütfen. . korkmak sevmenin kardeşidir. ama kabil habili öldürdüğünden beri bütün kardeşliklere biraz kabir azabı bulaşmıştır.
YORUMLAR
Öyle ya da böyle, konu ne olursa olsun sevgi ve sevgisizliğin cümlelerin arasına ilişmediği çok nadir eser vardır her halde? Sevgi almış, ona doymuş biri ne kadar alıcısı olsa da sevginin ve vericisi, kara sevdaya düşemez diye düşünürüm bazen...Hatta aktardığı duygularda bunun aksini ispata çalışsa bile...
Aklıma bunu getirdi yazınız...
Kaleminize sağlık...
Tesekkur ederim yorumunuz için. Ama bilerek ve isteyerek küçük harfle başladım her cümleye. Haklisiniz bu yeni bir akim değil ama yazımın konusu ve anlattıkları doğrultusunda boyle birşey yaparak dümdüz bir his vermek istedim. Bazen hissizlik yazıya boyle aktarılabilir :) Bir edebiyat öğretmeni olarak bana da boyle saygı duyulmasını çok isterim. Kusurumuz olduysa affedin lütfen :)
İlk okulda öğrendiğimiz ilk bilgilerden biriydi noktadan sonra büyük harfle başlamak cümleye.
Bilemiyorum,
yeni bir akım,
yeni bir kural mı var bu günlerde.
Yazıya,
hikayeye,
anlatıma bakıyorum,
gerçekten mükemmel.
Ama bu küçük harfle başlayan cümleler var ya,
nasıl da itici geliyor bana.
Neden bilemiyorum?
Belki de bana emeği geçen ve her biri rahmetli olmuş olan öğretmenlerime saygımdandır.
Onlara ihanet ediyormuşum gibi bir his uyanıyor içimde.
O nedenledir ki,
bu tür yazıları okumuyor, yorum yazmıyorum.
Bu kez, cümleler çok hoş akıyordu, kaptırdık kendimizi akışa.
Ama,
sitemimizi de yazmadan edemezdik hani.