- 535 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
cafer emi- ardahan öyküleri-yeniyazım- 397
Kar, tipi, boran...
İkindiden sonraydı. Namazlarını insanlar kılmıştı. Caddenin esnafı ve köye kızaklar hazırlattıran: Mülazım ağa, Kırmızı Emin ağa, Ur’un beyleri Tugay karargahın dalında camiinde namazlarını eda etmişti.
Ardahan kışın ortasında birazdan gidenlerin son zırıltılarına dargın kalacaktı. İnsanolan terkedilmişlik duygusuna kapılırdı. Eve tıkılacağız. Askerliği biz şehir olarak yapardık kış günü.
Kar yağmalıydı. Allahvekil bu vazifesine kar yağardı; şark hizmetine tayin olmuş hemşire’den çok yağardı.
Kış gündönümünde erken akşamlar. Gündüz ışıksız karanlıktaymışın gibi. İçerlerde... kuzeye cephesini vermiş bu mağaza da soba ağzından saçtığı odunun çatırtısına güvenek az biraz alacalatıyordu.
Cafer emi patron tezgahında ellerini paltonun cebine sokmuştu. Karanlığa yatağan sobaya gözleri garkolmuştu.
Hatt-i zatında üşümemek için kasılmıştı. Aslında mağaza 21 Aralık kış gündönümündense 21 Haziran yaz gündönümüne yatkındı.
Cafer emi dalda da ala karalıkta; kafasında düşündüğü neydiyse: sobayı, sobanın çat ha çat’ını gürültününün hiç olmadı ısı kıvamına, enerjisine, sıcaklatır... ına! Ardahan’ın yalnızlığa gömüleceğini, alayını unutmuştu.
Uzun tezgahta oğlu Burhan, Yahya öğretmenin verdiği matematik ödevini sarı deftere yazıyor, çiziyordu. Orhan Liseye giden büyük oğlu: Mustafa Ateş’in cebir problemine çalışıyordu.
Okunmuş gazetelerle Cengiz abi sobayı yakmıştı.
Asaf abi’den almıştı, okunmuş gazeteleri. Ardahan’a geliş sırası: Fransız gazetelerin sırasıydı. O ona o ona... son toprak kara toprak: Ardahan’a.
Sobanın ağzında mucurlanmış LE MONDE DİPLOMATİGUE isimli gazeteden iki sayfa açtım. Okumaya heceleye, heceleye... başladım.
" - Kurban ben bu post-yapısalcılardan el-azar ettim. Ne biçim adam bunlar! Elli yaşına geldim. Söylediklerini ilk kere öğreniyorum. Hissettiğim ama söylemeye cesaret edemediğimiz şeyler."
’940’da, ’950’de, ’960’da yazmış-çizmişler.
"Bir yazıda gerçek konu: Yazılmayan şeydir." diyor postyapısalcı.
O adam: Pierre Mackerey’dir.
Söz demek neden ehemmiyetli? Bunu binlerce insan derketmese de şöyle bir değirmi beyninde çevirmiştir. Amma söylememiştir. Söylemek mi?
Jacque Derrida: "Kafamızda düşündüğümüz şey’i yüz de yüz hamlığıyla kelimeye dökemiyoruz maalesef demiştir." Zihinde hamlığı, kelimede ki durumu ve anlayınca keyfiyetler başka başkadır diyerek, Derrida, Adornu’ya hak vermiştir.
Adorno’da: " Bir kelimeye yüz de yüz anlam veremeyiz, oluş devam ettiğinden kelime ve anlamda oluşagelecektir... böyleyken: anlamlardan değil de anlam sahalarından bahsedebiliriz. "demişlerdir.
Çoğulcu anlamlardan bahsedeceğimizi önsüyor.
Bir lastik topun yarısı kırmızıya öbür yarısı turuncuya boyanmıştır. Masanın ortasına öğretmenin yerleştirdiği top. Masanın iki başına iki öğrenciyi oturtur.
Topun rengini sorunca. Çocuklar kendi taraflarından gördüğü rengi söyleyip savunurlar. Yerlerini değiştirir öğretmen. Çocukların kırmızıyı göreni turuncuyu görmüştür. Turuncuyu görense kırmızıyı görerek. Anlamın oluşmakta olgu’landığı kanaatine bir iyi varmışlar.
Gerçi: Mevlana: " Ne düşündüm. Ne dedim. Ne anlaşıldı." demiştir.
Hz. Muhammed: " Ameller niyetlere göredir." demiş.
Derrida ve Mevlana arasında ki zaman farkına dikkat isteriz.
Ne yazarsam yazayım. Yazmadığımı mı yazıyorum?
Bütün: Tarla değil ki sınır çekesin de bellen bitişini çizesin.
Çiz’i biz çekiyoruz aklımızda. Eyice afaki oluyor tabiiyetiyle... nesnel olgusallık yoktur.
Bütün bir bütün yoktur.
Sarı bir daireye uzun vakit baktıktan sonra beyaz bir kağıtta sabit bakarak gözümüzün önünden mor dairenin gelip geçtiğini görürüz. Sarıydı hani? Mor niye oluverdi?
Ötekileri görmek nüanslarıyla birlikte, Adorno’nun oluşageleni midir?
Cafer emi Lüksü yandırmağa Cengiz abiye ses etti. Küçük kardeşi Cengiz abi İstanbuldan yazın gelmiş plakları vitrinde düzenliyordu.
Çobanoğlu’nun Kiziroğlu 45’liği hepsi satılmıştı. Reyhani’nin, Şeref Taşlıova’nın, Alyansoğlu sıralamadaydı.
Bülent Erkoç’un, Suat Sayın, Yaşar Özel’in plaklar kaplarıyla asıldığı direkte öylece duruyordu. Yaylacıklı, Kocaköylü, Fahrellisi bunları almazdı.
Bülent Erkoç’un ilerki zamanlarda Bülent Ersoy olduğunu öğrendim.
Ne buyrulur?
Bir çizgi çizin başlangıça yakın yerde Erkoç’u öğrenin, bitiş çizgisine yakın noktada Erkoç’un Ersoy olduğunu öğrendiğinizde A noktasındaki öğrendiğiniz bilgiyi ketleyerek Erkoç’tan Ersoy’a çeviriyorsunuz. Buna öğrenmebilimde geçmişe dönerek öğrenme denirmiş.
Cafer Aslan Kars Lisesinden mezun olmuş lise mezunuydu. Zehir gibi kafası çalışır diye nam salmıştı. Çocukları da aynı ismi yapmıştılar: matematikleri kuvvetli çalışkan ve disiplinliydiler.
Burhan, Cafer eminin karşısında kitabının bir sayfasını daha çevirdi. Soba borusu ikisi arasında kaldı. Bayaktan masaya öğretmenin koyduğu yarısı turuncu, yarısı kırmızıya boyalı top gibi kaldı.
Borunun, Cafer emiye tarafında beyaz soba dört parmak dökülmüştü. Eski boyanın amber rengi çıkmıştı. Burhan’ın taraftaysa acentadan çıkmış gibiydi.
Sobanın kül dökülen tenekesinde LE MONDE DİPLOMATİGUE Çoklu Anlamlar konusunu yazıyordu.
Cafer emi Ardahan Ekonomik yaşamında yeni ekonomiyi ilk okuyan zeki insanlarımızdan biridir. Kadir Ağa’nın oğlu Zeki Özer’ide İstanbul’a, Sultanhamam, Aksaray tarafına yerleşmeye ikna etmişti.
Burhan yargıç olmuş. Bilahare ticarete geçti. İki kardeş zengin işadamı oldular.
Cafer Aslan meclisiyle, sohbetiyle Ardahan da iz bıraktı.
Yazmadıklarımızla anakonuyu yazdık sayın!
Ve ayrıca hiçbir yazı hayatı bir tamam yazamaz!
YALÇINER YILMAZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.