- 715 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. RESULÜN ÖRNEKLİĞİ / MEDİNE'DE 11 YIL (43)
HAYBERİN FETHİ
628 yılında Mekke’lilerle Hudeybiye anlaşması yapıldıktan sonra, Medine ile Mekkeliler arasında on yıllık bir barış ilan edilmişti. Her ne kadar, Mekkeliler kendilerini putperestlerin temsilcisi, hamisi gibi görseler de, bütün Arabistan putperestlerini bağlayan bir anlaşma değildi. Gerçi Mekkeliler egemen oldukları her yerde, sözlerinin geçebileceği her yerde Müslümanlarla barış yaptığını, Müslümanlara zarar verilmemesi gerektiğini belirteceklerdi. Ama yine de kabileler, Arabistan’ın küçük site devletleri kendi bildiklerini yapacaklardı. Onların Medine ile yapacakları barış dışı ilişkiler Mekke’yi bağlamayacaktı. Sadece Mekkelilerin anlaşmaya aykırı davranışları barışın bozulmasına neden olacaktı. Diğer taraftan Hudeybiye anlaşmasının şartları içinde, Medine ve Mekke ile Arabistan’daki kabileler herhangi bir anlaşma yapmaya kalktıklarında taraflar engellemeyecekti. Tabi bu anlaşma, Medine devletinin Mekke’ye karşı savaşmak üzere kabilelerle anlaşması veya Mekkelilerin Medine’ye karşı savaşmak üzere anlaşması şeklinde olmayacaktı. Taraflar siyasi, ekonomik, sosyal, İslam’ı kabul veya Putperestlik üzerinde yürüme de birlik oluşturarak barışı yaşamak üzere anlaşma yapacaklardı. Değilse taraflardan herhangi biri savaş amaçlı birlik oluşturma noktasına geldiğinde Hudeybiye anlaşması bozulacaktı.
Mekkelilerin yaptığı anlaşmaya uyan Putperest Araplar olduğu gibi, anlaşmayı içlerine sindiremeyen, putperestliğin geleceğini tehlikede gören, bu nedenle Medine devletiyle savaşarak Müslümanları yok etmek isteyenler de vardı. Özellikle heyecanlı, genç liderlere sahip olan site devletleri, kabileler, anlaşmadan rahatsız olmuşlardı.
Ancak resulün aklında putperest Araplar yoktu. Medine’nin kuzeyinde, Şam ile aralarında Hayber vardı. Burada Yahudiler yaşıyordu. Hayber Yahudileri zenginlikleriyle ünlüydü. Yerleşim alanı volkanik bir alana kurulmuş yüksekçe bir yerdeydi. Kendilerini korumak için güçlü kaleler yapmışlar. Savaşan askerleriyle ünlülerdi. Tarihlerinde etraflarına pek saldırdıkları görülmese de, kendilerini korumak için büyük ordular çıkarabilirlerdi. Tarihi bilgilere göre; Hayber’in vahalarından, onlara bağlı kabilelerden katılacaklarla birlikte 25000 – 30000 bin asker çıkarabilirlerdi. Medine’den ve Mekke’den daha büyük bir kentti. Verimli toprakları, güçlü ticari yapıları vardı.
Medine hudutlarında değildi. Ayrıca bir site devletiydi. Medine’de bulunan 4000 civarındaki Yahudiler, Muhammed’in liderliğinde devlet kurduklarında herhangi bir şey demediler. Muhammed’i ticaret zamanlarından tanıyorlardı. Ancak; Uhut savaşında resule ihanet eden Beni Nadr kabilesini resul Medine’den sürüp çıkardığında, Beni Nadrlılar Hayberlilere sığınmışlardı. Hayber Yahudileri dindaşları olarak onları kabul etmişti. İşte bundan sonra Hayber Yahudilerinin Medine’ye bakış açısı değişti. Hendek savaşında Yahudi kabilesi Beni Kureyza’yı desteklediler. Mekkelilerle işbirliği içinde oldular. Ancak asker hazırlayıp katılmadılar. Siyasi olarak desteklediklerini belirttiler. Hendek savaşından sonra resulün Beni Kureyza kabilesini kendi hukuklarına göre acı bir şekilde cezalandırmasına bir şey diyemediler. Ama içlerine de yediremediler. Çünkü onlarda Yahudi olarak yasalarını biliyorlardı. Üstelik Muhammed Beni Kureyza’ya nasıl yargılanacaklarını sormuş. Onlarda dostları Saad Bin Muaz’ın hakemliğini kabul etmiş. Saad Bin Muaz’da Tevrat’ta bulunan Yahudi hukukuna göre hükmetmişti. Resulün bu konuda uyguladığı ince siyaset karşısında bir şey diyemediler. Başından beri Medine devletinin dostu değillerdi. Ancak açıkça da düşmanlık etmiyorlar. Mekkelilerle, Mekke ile işbirliği yapan Gatafan kabileleriyle sıkı dostluklar oluşturuyorlar. Medine’ye putperestler savaş açtıklarında biz Medine tarafında değiliz diyerek, aktif olmasa da, pasif olarak putperestlere desteklerini veriyorlardı. Hayber Yahudileri kurnazdı. Savaşarak yaşamları altüst olsun istemiyorlardı. Zaten Müslümanlar ile Putperestler arasındaki kavga onları pek ilgilendirmiyordu. Üstelik Muhammed’in nasıl sözünde durduğunu ticaretle uğraştığı dönemlerden biliyorlardı. Onlar Muhammed’e çatmazlarsa sorun yoktu. Siyasetin genel tercihi içinde Mekkeliler Medine’ye saldırdıklarında ise, onlar Mekkelilerin kazanacaklarını sanarak, tavır olarak Mekke’den yana oluyorlardı. Ama asla askeri birlikler oluşturarak Medine’ye putperestlerle birlikte saldırmıyorlardı. Onların tek korkusu, Şam – Yemen - Mısır arasında yaptıkları ticarette, kervan yollarının güvenli olmamasıydı. Onlara göre Hayber ile Yemen arasında iki büyük şehir vardı ki, biri Medine Müslümanlara aitti, diğeri Mekke putperestlere aitti. Her ikisi birbiriyle kavgalıydı. Onlar ikisinden birini tercih ederken Mekkelilerin güçlü olduğunu kabul ediyorlar. Eninde sonunda Mekkelilerin Medine’ye üstün geleceklerine inanıyorlardı. Fakat Muhammed’in Medine devletinin kurulmasında temel olan Yahudileri cezalandırması, Medine’den sürmesi veya erkeklerini öldürüp kadınlarını, çocuklarını esir alması, mallarına el koyması, içlerine sinmiyordu. Muhammed’e bir şey diyemiyorlardı. Çünkü Muhammed’in bu konuda haklı olduğunu biliyorlardı. Ancak din beraberliği onların öfkelenmesine neden oluyordu.
Müslümanların Mekke ile Hudeybiye’de yaptıkları anlaşma Hayberlilerin genel dengesini bozdu. Onlar Mekke ile Medine arasındaki savaşlarda, pasif olarak Mekke’den yana tavır sergilerken, Muhammed yaptıkları üç savaş sonucunda gücünü göstermiş, Mekkeliler tarafından kabul edilerek anlaşmışlardı. Hayberliler bunu duyduklarında şaşırdılar. Çünkü Medine devleti, devletin kralı Muhammed artık Mekke tarafından kabul edilmiş. Arabistan’daki bütün putperestler bu gerçekle karşı karşıya kalmıştı. Bu durumda ne olacaktı? Mekkeliler artık Muhammed’i yok etmek için savaşmayacaklardı. Sonuç Hayberlilerin hoşuna gitmemişti. Çünkü Muhammed gücünü ispat etmişti. Mekkeliler Muhammed’in gücünü kabul etmişlerdi. Arabistanlılar bunu kabul etmişlerdi. Bu durumda Muhammed gücünü nasıl kullanacaktı? On yıllık barış ortamında Muhammed ya dini İslam’ın yayılmasına çalışacak, ya kervan yollarına hakim olacak, ya da ticari zekasını kullanarak Medine devleti adına, Şam – Mısır - Yemen arasındaki ticarete hakim olacaktı. Bu durum Hayberlileri korkutuyordu. Zira hayberliler zenginler olarak kendilerini bu konuda etkin ve yetkin görüyorlardı. Onlar Yahudi olmalarına rağmen, Arabistan’ın ticari hayatını elinde tutmak istiyorlardı. Üstelik bu tür kaygıları nedeniyle Mekkelileri Muhammed’e karşı siyaseten desteklemiş. Medine’den sürülen, kaçan Yahudilere kucak açmıştı.
Hayberliler, kervanlarını korumak için güçlü savaşçılar yetiştirmişlerdi. Mekkelilerin, Medinelilerin kervanlarından daha çok kervanları vardı. Üstelik kervanları çok zengindi. Onun için iyi korunmaları gerekiyordu. Şam – Yemen – Mısır arasında dolaşan kervanlar uzun yolculukları sırasında güçlü savaşçılarla korunmalıydı. Yahudiler kendilerini koruyan savaşçılara iyi bakıyor. Onların emeklerini ödüllendiriyorlardı. Onun için onlar ne kervanlarına, ne de ülkelerine kimsenin saldıramayacağına inanıyorlardı. Çünkü onlar istedikleri anda 30.000 kişilik ordu hazırlayabilirlerdi. Bütün Arabistan’ın temsilcisi Mekke Hendek savaşına 10000 savaşçı bulamamıştı. Medine ise Hudeybiye anlaşması öncesinde Mekke’ye doğru sefer düzenlerken ancak 1500 kişi toplamıştı. Her ne kadar Müslüman tarihçiler Hayberlilerin sıkıştığında 30000 kişiyi bulan asker hazırlayabilirlerdi. Hayber savaşında Hayber ordusunun 20000 kişi olduğunu söyleseler de bu rakamlar afakidir. Arabistan’ın o dönemlerdeki hiçbir şehri, tek başına 20000 veya 30000 asker toplayabilecek nüfusa sahip değildir. Ancak bu yorumum hayberlilerin zayıf olduğunu vurgulamak için değil. Aksine hayberliler ordu açısından çok güçlüydüler. İtirazım ordularının güçlü olduğuna değil, sayılarının abartı olduğunadır. Bütün bu gerçekler Hayberlilerin kendilerine güvenlerini artırıyor. Arabistan da hiçbir topluluğun kendilerine saldırı yapamayacaklarına inanıyorlardı. Amaçları ticaret olduğu için de savaşı sürekli ikinci plana itiyorlar. Aktif savaşlara katılmıyorlardı. Saldırıdan ziyade müdafaa savaşını öne çıkarıyorlardı.
Bazı tarihi kaynaklar, Hayberlilerle Mekkelilerin anlaştığı, arkadan gizli iş çevirdiği, Medine’ye karşı kervan yollarına egemen olmak istedikleri, böylece Mekkelilerin anlaşmayı bozduğundan söz etseler de, bunun gerçek olduğunu sanmıyorum. Çünkü her şeyden önce Ebu Süfyan Muhammed ile anlaşmayı bozmanın ne demek olduğunu çok iyi bilir. Ayrıca Hudeybiye anlaşması öncesinde Mekke’yle gerekirse savaşmaya biat veren müminler, zaten anlaşma şartları içimize sinmedi, biz Mekke’ye girmeliydik diye sitem edip dururken, Mekke anlaşmayı bozacak, resul ve arkadaşları duracak. Böyle bir şey mümkün olmazdı. Temel de resulün Hayber Yahudileriyle herhangi bir sorunu yoktu. Asıl sorun Mekkelilerle ve putperest Araplarla idi. Onun için resulün Hayber’e yönelme nedeninin Mekkelilerin anlaşmayı bozmaları görüşünün doğru olmadığına inanıyorum. Mekkeliler anlaşmayı bozmuş olsalardı resul anlaşmayı bozanı destekleyenin üzerine değil, bozanın üzerine yürürdü. Kaldı ki, resul Hayber’i fethettikten sonra bile Mekke üzerine yürümeyerek bu görüşün yanlış olduğunu vurgulamış oldu. Çünkü Hayber hicretin 7. Yılında fethedilirken, Mekke dört yıl sonra fethedildi. Resul Mekke’nin fethinden önce de bir çok savaşa girdi. Anlaşmayı bozan Mekke dururken, niye başkalarıyla savaşa girsin ki?
Hayberliler bize kimse saldıramaz inancı taşırken, Medine’de resul başka planlar yapıyordu. Hayberliler aktif olarak savaşa katılmasalar da, el altından Mekkelileri desteklemişler Medine’den sürüp çıkardıkları Beni Nadr kabilesine sahip çıkmışlar. Hendek savaşında cezalandırılan Beni Kureyza kabilesinden dolayı da Medine’ye karşı kinlenmişlerdi. Hayberliler Mekkelilerin Muhammed ile barış yapmasından sonra, eski dostları Gatafan kabilesiyle bir sözleşme yaptılar. Her ne olursa olsun birbirlerini destekleyeceklerdi. Gatafan kabilesi Arap kabilelerinin içinde hatırı sayılır güçlü bir kabileydi. Resul bu gelişmelerden rahatsız oldu. Çünkü Gatafanlılar Mekke ile savaşta sürekli Mekke’den yana olmuşlardı. Onlar bir gün Hayberlileri ikna edip üzerlerine saldırtabilirdi. Diğer taraftan Hayber Yahudileri ticareti ellerinde tutmak isteğiyle kervan yollarını hakimiyetleri altına alabilirlerdi. Yahudilerin Muhammed’e savaş açma gibi bir düşünceleri yokken, Muhammed Hayber’e doğru sefer düzenleyeceğini söyledi. Hayberin zengin olduğunu bütün Medineliler biliyordu. Onun için Medineliler elde edilecek ganimetler için Hayber’le savaş yapmaya acele ediyorlardı. Halbuki Müslümanların savaşının birinci nedeni ganimet değildi. Resul bu gerçeği halka anlatmak için halkın huzuruna çıktı ve halka ““Allah yolunda, İ’lâ-yı Kelimetullah uğrunda bîhakkın cihat edecek olanlar hazırlansın! Bunların dışında hiç kimse bizimle birlikte gidemeyecektir! Onlara ganimetten de bir şey verilmeyecektir!” diye çağrıda bulunduğu rivayet edilir. Bu sözün açılımını sorduklarında ise, Hudeybiye seferinde bulunanlar, yani ganimet alacaklar, onlar Hayber’e gelecek, diğerleri gelse de ganimet alamayacaklar şeklinde açıklama yaptığı tarihi rivayetlerde zikredilir. Tabi bu tür rivayetlerin sahihliği tartışılır. Zira ganimet paylaşımını Allah ayetiyle bildirirken, resulün sadece Hudeybiye’de biat edeceklerin bu savaşta ganimet alacaklarını, diğerlerinin alamayacağını söylemesi gariptir. Belki de bu söylemle, savaşa ganimet için katılacakları engelleme gayreti vardır. Bu işin bir başka tarafı olarak mantıklı gelir. Bazı rivayetler; Fetih suresinin 20. Ayetinde ifade edilen “Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimet vaat etmiştir. İşte şunları hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bu, müminlere bir işaret olsun ve sizi dosdoğru yola iletsin” sözlerinden giderek, ganimete hak sahibi olanların hudeybiye anlaşmasını yapan müminler olduğunu bu ayete dayandırırlar. Onlara göre, Fetih suresi Hudeybiye anlaşmasını yapan müminler üzerine indirilmiştir. Anlaşmanın hemen arkasından yapılacak Hayber savaşının ganimetleri ayetin işaret ettiği ganimetlerdir. Allah anlaşmayı yapanlara bu müjdeyi vermiştir. Bu yoruma katılmak zordur. Zira ayetin işaret ettiği anlam dediğimiz zaman zaten ayetin hükmünü insani yorumlarımızda sınırlandırmış oluruz. Üstelik Allah’ın ayetinde böyle bir ayrım yapılmamışken, bizler ayrım yaparak Allah’a asi olmuş oluruz.
Sefere hazırlanırken resul adeti olduğu üzere, haber toplamayı, topladığı haberleri analiz etmeyi iyi bilen bir liderdi. Aldığı haberler, Hayberlilerin kendine güvendikleri, Muhamed’in asla kendilerine saldıramayacağı şeklindeydi. Onlar inanıyordu ki, 20.000 civarındaki askerleriyle, güçlü kaleleriyle hiç kimse onlara saldıramazdı. Bu inançla Medine’deki savaş hazırlıklarını duysalar da dikkate almadılar. Ancak onlarla anlaşmalı olan Gatafanlılar, Muhammed’i Hayberlilerden daha iyi tanıyan olarak hemen savaş hazırlıklarına başladı. Amacı Hayberlilere yardım için ordu kurup, Hayber kalesini kuşatacak Medine ordusunu arkadan çevirmekti. Resul 200 atlısı olan 1600 kişilik ordusuyla yola çıktı. Gatafanlılarla Hayberliler arasında bulunan Reci bölgesine ordusunu yerleştirdi. Amacı Gatafanlılar ile Hayberlilerin temasını kesmek ve Gatafanlılara gözdağı vermekti. Yani resul diyordu ki Gatafanlılara, oturun oturduğunuz yerde, benim sizinle hesabım yok. Benim hesabım Hayberlilerle. Eğer bana engel olmaya kalkarsanız orduyu üzerine yürütürüm. Gatafanlılar bu mesajı çok iyi aldılar. Savaş hazırlıklarını bıraktılar.
Devs kabilesi Reisi Şâir Tufeyl b. Amr, Hicret’ten önce, Mekke’de resul ile görüşüp Müslüman olmuştu. O zamandan beri kabilesini İslam’a davet edip durmuştu. Tebliğlerini Allah hidayete dönüştürmüş. Devsliler Müslüman olmuşlardı. Onlar resulün Hayber üzerine yürüdüğünü bilmeden, Tufeyl b. Amr’ın komutanlığında dört yüz kadar Müslüman’la Medine’ye geldiler. Amaçları Medine’de resule biat edip, Müslümanlıklarını açıklayacaklardı. Resulün Hayber’e gittiğini duyunca, hemen Hayber’e gelip İslam ordusuna katılmak istediler. Gatafanlıların hareketsizliğini tespit eden resul, ordusunu Reci’de alarak Hayber kalelerinin önüne geldi. Devs kabilesinin ordusu da Hayber önlerine gelerek resulün ordusuna katıldılar. Böylece Müslümanların ordusu 2000 kişi olmuştu. Buna karşılık Hayberlilerin ordusunun 20000 kişi olduğundan söz edilir. Tarihteki bu sayıların her zaman doğru olduğunu kabul etmek zordur. Tarihçiler bazen olaylara anlam kazandırmak için farklı şeyler söyleyebilirler. Gerçi biraz önce Hayberlilerin 25000 – 30000 asker çıkarabileceğinden söz etmiştik. Tarihi rivayetler böyle diyor. Çocukların, yaşlıların, kadınların orduya katılmadığı bir durumda, 25000 – 30000 kişilik ordu demek öncelikle nüfus standardına göre en az 100000 kişilik bir nüfustan söz etmemiz gerekir. Halbuki o dönemlerde Arabistan’ın hiçbir yerleşim alanı 100000 kişilik nüfusa sahip değildir. O dönemin en büyük kentleri olan Mekke – Medine 10000 -15000 civarında nüfusa sahiptiler. Mekke biraz daha Medine’den fazlaydı. Çünkü Kabe’yi ziyaret edenlerin uzun süre Mekke’de kalmalarıyla Mekke nüfusu artıyordu. Medine’nin nüfusunu ise resul devlet kurarken saydırmıştı. Onun için Hayberlilerin ordusunun 20000 değil, bel ki 2000 kişi olduğu noktasında kanaat sahibiyim. Müslüman tarihçilerin olaylardaki abartıları, bazı şeyleri kutsallaştırması ile veya ayetlerde geçen “sizlerden bir kişi on kişiye bedeldir” sözüne dayanarak, belki de Müslümanların 2000 kişilik ordusuna karşı, ona çarparak 20000 demişlerdir. Değilse o günün kalesine 20000 kişilik ordunun sığması mümkün değildir. Kalelerin harabelerini geziyoruz. Kaleleri görüyoruz. En büyük yerleşim alanlarındaki kaleler bile 3000 – 4000 kişilik orduları alacak büyüklükte değil. Kaldı ki, ayrıca o kalelere sığınan halk da olacak.
Medine ordusu Hayber’i kuşatmaya geldiğinde bir çok Hayberli kale dışındaki bahçelerine, bağlarına, tarlalarına, hurmalıklarına çalışmak için gidiyorlardı. Çünkü onlar asla Muhammed’in kendilerine bir saldırı düzenleyeceğine inanmıyorlardı. Karşılarında Medine ordusunu görünce şaşkınlıkla kalelerine kaçtılar. Önderleri ne yapacaklarına karar vermek için toplandılar.
Medine devleti kurulduktan sonra Müslümanlar, hiç saldırı savaşı yapmamışlar. Sürekli üzerlerine gelen düşmanlarla savaşmışlardı. Hudeybiye anlaşması öncesinde savaş için söz vermiş olsalar da, asıl amaçları barıştı. Resul Hayber üzerine yürürken de asıl amacı savaş değildi. Bazı tarihçilerimiz Hayber savaşını, Müslümanların ilk saldırı savaşı olarak tarihe kaydetseler de, bu onların yanılgısından ibarettir. Özellikle resul, ta işin başından beri, her ne olursa olsun savaşa gideceğim mantığıyla yola çıkmamıştır. Çünkü böyle bir mantık, İslam’ın tebliğinin, barış yapmanın önündeki en büyük engeldir. Öyle ya; bir insan ne olursa olsun savaşacağım diye yola çıkarsa, savaşı engelleyecek her türlü şeye karşı bahane bulur. Resulün Hayber üzerine yürümesindeki amaç, Hayberlileri korkutmak, barışa zorlamak, geçmişten beri yaptıklarının adını koyarak. cezalandırmaktı. Hayberliler Nadır kabilesine sahip çıkarak, Hendek savaşında Kureyza kabilesine arka çıkarak. Onları şımartarak. Yahudilerin resule vermiş olduğu sözleri çiğnemelerine neden oldular. Bu durum cezasız kalamazdı. Resul, onlar ses çıkarmadığı müddetçe hiçbir şey demiyor. Üstelik onların kervanları sürekli Medine’den geçiyor. Çok tatlı kazançlar sağlıyorlardı. Bütün bu gerçekler varken, Hayberlilerin ahmaklık edip, Müslümanlarla aktif savaşa girmeseler de, el altından Müslümanların düşmanlarına sahip çıkmaları, onları desteklemeleri hoş değildi. Onlara bu yaptıklarının, barış ortamında yaşayacak toplumların tutum ve davranışı olmadığının hatırlatılması gerekiyordu.
Resul Hayberlilerin İslam olmalarını veya adil bir şekilde teslim olmalarını istedi. Kendilerine güvenen, kibirli, hiç kimsenin onlarla savaşamayacağına inanan Hayber Yahudileri, savaşçılarını Natat kalesinde toplayıp, halkını arka plandaki emin yerlere yerleştirdikten sonra, İslam olmayacaklarını, teslim olmayacaklarını, savaşacaklarını açıklayarak, kalelerinden ok atışlarına başladılar. Böylece savaş başlamış oldu.
Savaşın ilk zamanları karşılıklı ok atışlarıyla geçiyordu. Tarihi rivayetler, savaş sırasında resulün rahatsızlandığını, başının ağır bir şekilde ağrıdığından söz ederler. Bu süre içinde, birinci gün Ebubekir’e, ikinci gün Ömer’e, üçüncü gün Ali’ye ordunun yönetimini verdiğini rivayet ederler. Kanımca bu tür rivayetlerin pek aslı yoktur. Çeşitli rivayetlerden gelen bu tür haberlerin tarihe geçmesi, haberlerin doğru analiz edilmediğini gösterecektir. Her şeyden önce gittikçe büyüyen. Savaş tecrübeleri elde eden Müslüman toplumların artık farklı bir dizaynda savaş yapmaları gerekir. Resul arka planda, savaşı planlayan olarak, ön tarafta uygulayıcılar olarak farklı kişileri denemiş olabilir. Ancak önemli olan ayrıntılar değildir. Medine devleti kurulduktan sonra bir çok savaş yapan Müslümanlar, artık halktan ordulaşmaya doğru gitme vaktinin geldiğinin farkında olacaklardır.
On günü bulan bir muhasara sırasında kalelerinin birer ikişer düştüğünü gören Yahudiler, çaresiz kalıp barış istediler. Resul onların barış isteklerini kabul etti. Kendilerinden gelen heyetle Resûl arasında şu maddeler tespit edildi:
1) Kalede çarpışmaya katılmış bulunan Yahudilerin kanları dökülmeyecek.
2) Hayber’den çocuklarıyla birlikte çıkıp gitmelerine müsaade edilecek.
3) Beraberlerinde bir hayvan yükünden başka bir şey götürmeyecekler.
4) Bunun dışında, gerek taşınır gerekse taşınmaz bütün mallar, yay, miğfer, at, cübbe, zırh, gömlek gibi silahlar, üzerlerindeki elbiselerinden başka bütün elbise ve kumaşlar Müslümanlara bırakılacak.
5) Resule verilmesi gereken herhangi bir şey ne suretle olursa olsun gizlenmeyecek, gizleyenler korunmayacak, sözleşme şartlarının dışında kalacaklardır.
Bu şartlar çerçevesinde anlaşmaya varılıp barış yapıldıktan sonra, Yahudiler, Hayber’den çıkmak üzere hazırlandılar. Ancak ülkelerinden ayrılmak istemiyorlardı. Resule yeni bir teklifle geldiler. “Biz mal mülk sahipleriyiz! Mülk bakımı ve işletmesini senden daha iyi bilir ve başarırız! Bırak bizi, Hayber topraklarında kalalım!”
Resul ve diğer Müslümanlar, burada duracak durumda değillerdi. Bakıp gözetmeye de şartları uygun değildi. Üstelik Yahudiler bundan sonra da Müslümanlara karşı bir şey yapamazlardı. Çünkü gözleri iyice korkmuştu. Bu nedenle resul tekliflerini olumlu karşıladı. Hayber’in ziraat gelirlerinin yarısını vergi vermeleri şartıyla ülkelerinde kalmalarına izin verdi. Anlaşmaya uymadıkları, barışı bozdukları, Müslümanların aleyhinde bulundukları takdirle, bu haklardan yararlanamayacaklardı. Yahudilerin bütün toprakları Medine devletinin sayılmış, Yahudiler bu toprakları kullanım hakkı olarak, ürettiklerinin yarısını vergi olarak vermeyi kabul etmişlerdi. Bu uygulama örnek olarak alınmış daha sonra ki yıllarda beytul mal kavramını doğurmuştur. Yani topraklar devletin, kullanıcılar vergi karşılığı kullanırlar. Topraklar devletten başka kimseye ait değildir. 1. Dünya savaşından sonra yaşadığımız ülke olan Türkiye Cumhuriyeti ve diğer Müslüman toplumlarda kurulan devletler, ne yazık ki bu anlayışı terk ederek, kapitalistler gibi toprakları kişisel mülk haline dönüştürmüşlerdir. Halbuki Hayber’in fethinden sonraki bütün fetihlerde, fethedilen topraklar devletin sayılmıştır. Zulmüyle sürekli ret ettiğimiz Emeviler bile mülkleri kişiselleştirmemişlerdir. Abbasi, Memluklu, Osmanlı hilafetleri de “beytül mal kavramında” fethedilen toprakları devletin kabul etmiştir.
Resûl; her sene mahsul zamanı Abdullah b. Revâha’yı Hayber’e gönderir. Abdullah ürünlerin yarısını alırdı. Bu uygulama Ömer devrine kadar aksamadan sürdü. Ömer devrinde başka olayların da ivme kazandırmasıyla Hayber’deki Yahudiler Arabistan dışına gönderildiler. Ancak Hayber savaşından sonra, Müslümanlar ile Hayber Yahudileri arasında herhangi bir savaş, hiçbir zaman olmadı.
Savaş sonunda, iki bin kişilik İslam ordusundan yirminin üzerinde şehit verilmiş. Buna karşılık, Hayberlilerden doksan üç kişi ölmüştü. Her iki taraf, fazla zayiat vermeden savaş bitmişti. On gün süren savaşta aklı selim kazanmış. Yahudiler kibirlerinin, övünmelerinin karşılığında, herkes gibi insan olduklarını hatırlamışlardı.
Hayber’de elde edilen ganimetler, savaşa katılmış olsun olmasın, Hudeybiye anlaşmasına katılan herkese taksim edildi. Ayrıca Hayber’e gelip savaşa katılan Devs kabilesine mensup dört yüz Müslüman ile Cafer b. Ebî Tâlib’in liderliğinde Habeşistan’dan dönenerek Hayber savaşına katılanlara da ganimetten pay verildi.
Resul ganimet mallarını önce beş parçaya ayırdı. Beşte biri devlete ayrıldı. Geriye kalan dörtte parça ganimet satıldı. Satış bedelleri Müslümanlar arasında paylaştırıldı.
Hayber’in taşınmaz malları olan araziler, evler, kaleler, ticarethaneler Şıkk, Natat ve Ketîbe mülkleri olarak bölüştürüldü. Bunlar Hayber’in büyük semtleri olarak düşünülebilir. Şıkk ve Natat mülkleri, Müslümanların beşte dört hisselerine karşılık tutuldu. Ama mülkler dağıtılmadı. Savaşa katılan Müslümanlar gelirlerine ortak edildi. Ketibe mülkleri ise Beytü’l-Mâl kabul edildi. Yani Ketibe mülklerinin gelirleri tamamen devlete aitti. Resul Ketibe mülkünün gelirlerini de, ailesi, akrabaları ve ihtiyaç sahipleri arasında bölüştürdü.
Taşınır ganimetler arasında, Tevrat’tan nüshalar da vardı. Yahudiler bunların kendilerine iadesini talep ettiler. Resul Tevrat nüshalarını ganimetten çıkararak Yahudilere geri verdi. Böylece Yahudilerin kitaplarına göre yaşamalarına izin verilmiş oldu.
Hayber Yahudilerinin Medine devletine teslim olmaları, aralarında barış yapmaları, kendi ülkelerinde vergi karşılığı yaşamaları, Arabistan yaşamına yeni bir bakış açısı getirdi. Gatafan kabilesi, bu durumdan hoşnut olmasa da, yapacak bir şeyleri yoktu. Resul Hayber’i kendine bağlayarak bütün kervan yollarını denetimine almış oldu. Kervan yollarında sorun çıkaracak sadece Mekke vardı. Mekke ile de anlaşma yapılmıştı. Arabistan içinde yaşayan Putperestler ve Yahudiler, Medine devletiyle anlaşma yaparak, Arabistan’daki savaş ortamını ortadan kaldırmış oldular. Artık Arabistan’da barış rüzgarları esiyor. İnsanlar güvenle istedikleri yerlere gidebiliyorlardı. Resul Hudeybiye anlaşması çerçevesinde, Arabistan’daki Yahudi ve Arap kabilelerine barış tekliflerini iletiyordu. Zira gerek Mekkeliler, gerekse Medineliler, Arabistan’da yaşayan kabilelerle istedikleri gibi barış yapabileceklerdi. Ta ki, Medine Mekke aleyhine, Mekke Medine aleyhine anlaşma yapmış olmasın. Müslümanların Mekke ile savaşı sırasında putperest Arapları destekleyen, Medine’den sürgün edilen Yahudilere sahip çıkan bazı Yahudi kabileleri vardı. Resul onlarla iletişim kurarak, onlarla da barış yaparak, Medine’yi güvenli hale getirmeyi amaçlıyordu. Ayrıca hızlı davranmak gerekiyordu. Medine’den önce Mekkeliler Yahudi ve Arap kabileleriyle anlaşma yapabilirlerdi. İnisiyatifi kullanmak, yapılan barışa ses çıkarmamak yerine, barış yapan taraf olmak her zaman için iyiydi. Bu amaçla hareket eden resul önceliği etrafındaki Yahudi kabilelerine verdi. Zaten Hayber Yahudileri de resul ile anlaşma yapınca, Yahudilerin güvenecekleri herhangi bir şey kalmamıştı.
Resul; Hayber’in fethinden sonra, henüz ordu Medine’ye dönmeden Muhayyısa b. Mes’ud’u, İslam’a davet etmek üzere, Medine’den iki konak mesafede bulunan Fedek köyündeki Yahudilere gönderdi. Fedek Yahudileri, birkaç kere başka Yahudilerle birleşerek Medine üzerine yürümeyi kararlaştırmışlar. Ancak başarılı olamamışlardı. Şimdi sıra onlara gelmişti. Fedek Yahudileri, Muhayyısa’nın sulh teklifini önce kabul etmediler. Ancak; biraz düşününce, Müslümanların Hayberde’ki orduyu üzerlerine sürebileceği akıllarına geldi. Hayberlileri yenen orduya nasıl karşı çıkabilirlerdi? Hayber Yahudileri gibi olmak istemediler. İslam’ı kabul etme yerine barış yapmayı teklif ettiler. Resul onların bu teklifini kabul etti.
Yapılan anlaşmaya göre, kanları bağışlandı. Arazilerinin yarısı kendilerine bırakıldı, diğer yarısı ise Medine devletinin oldu. Herhangi bir savaş olmadığı için Müslümanlara pay ayrılmadı. Tarihi kaynaklar, resulün Fedek arazileri konusunda Haşr suresinin 7. Ayetindeki “Allah’ın, ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir” hükmünü uyguladığını belirtiyorlar. Bu ayete göre, Müslümanlara arazi gelirlerinden ganimet ayrılmamıştır.
Daha sonra resul ordusuyla Hayber’den ayrılıp Vadi’l-Kurâ’ya doğru hareket etti. Burası, Hayber ve Teyma arasındaki köylerin bulunduğu bir yerdi. İslam’dan evvel, Yahudiler buraya yerleşerek imar etmişlerdi.
Vadi’l-Kurâ Yahudileri de, Benî Kurayza Yahudilerinin Hendek Savaşı’nda yaptıkları hainlikten dolayı cezalandırılmalarını hazmedememişler. Bazı Yahudi kabilelerini de yanlarına alarak, Medine üzerine yürümeyi kararlaştırmışlar. Ancak böyle bir başarıya ulaşamamışlardı.
Resul Vadi’l-Kur’a Yahudilerini önce İslam’a davet etti; Müslüman oldukları takdirde kanlarının bağışlanacağını, mallarının da kendilerine bırakılacağını, kalplerinde gizlediklerinin hesabının ise Allah’a ait olduğunu bildirdi. Vadi’l-Kurâ’lılar barışı kabul etmediler. Savaşmaya hazırlandılar. Bunun üzerine resul onları Kuşatma altına aldı. Kuşatmanın ilk günü yapılan savaşta Yahudilerden on kişi öldürüldü.
Resul ikinci kere onları İslam’a davet etti. Yine kabule yanaşmadılar ve karşı koydular. Ancak ikinci gün Müslümanlar öyle saldırdı ki, Yahudiler savaşa dayanamadılar. Henüz öğle olmadan teslim bayrağını çektiler.
Burada, bol miktarda ganimet elde edildi. Resul toplanan ganimetleri beşe ayırdı. Dört parçasını Müslümanlara dağıttı. Bir parçasını devlete ayırdı. Araziler konusunda ise Hayber Yahudilerine uygulanan uygulandı. Yahudiler ülkelerinde yaşayacaklar, arazi gelirlerinin yarısını Medine’ye vergi vereceklerdi.
Medine ile Şam yolu üzerinde Hayber ve Tebük arasında bulunan Teyma mevkiinde de Yahudiler oturuyorlardı. Resul’ün Hayber ve Vadi’l-Kurâ’da yaptıklarını duymuşlardı. Teyma halkı akıllı davranarak, İslam’ı kabul etmediler ama hemen teslim oldular. Cizye vermeyi kabul ettiler. Dolayısıyla, yurtlarından ayrılmamış, toprakları da ellerinden gitmemiş oldu.
Hayber’in fethiyle hemen hemen Arabistan’daki bütün Yahudiler, Medine devletine tâbi duruma geldiler. Bu durum Arabistan’a yayıldığında, putperest Arapları bir korku sardı. Mekke düşmüş, Müslümanlarla anlaşma yapmıştı. Zengin, korkusuz, ordularıyla göz kamaştıran Hayber düşmüş, Medine’ye teslim olmuştu. Medine devletine karşı duygular besleyip harekete geçecek herkes bir kere daha düşünmek zorundaydı. Fetihler Müslümanların gücüne güç katarken, Medine devletinin düşmanlarının elini kolunu bağlıyordu. Bunun yanında Arabistan normale dönüyor. Ticari kervanlar, Medine ve Mekke’nin kontrolünde emin bir şekilde hareket ediyorlardı. İki lider, Muhammed ve Ebu Süfyan. Hesapları iyi yapan, insanların çıkarlarını iyi düşünen, ticareti iyi bilen insanlar olarak, yaptıkları anlaşmayla, Arabistan’a yeni bir tarih yazdılar. Altı yıl süren savaşlardan yorulmuş Arabistan artık, barışın tadını çıkaracaktı. Bundan böyle artık Arabistan’a hakim üç din vardı. Putperestlik, Yahudilik ve İslam. Müslümanların devleti dimdik ayaktaydı. Putperestlerin devleti dimdik ayaktaydı. Yahudilerin devleti ise Medine’ye teslim olmuştu. Artık bundan böyle Arabistan üzerinde söz sahipliği sadece Putperestler ile Müslümanlarındı. Onlarda anlaşmışlar arada sorun kalmamıştı.
Hayber’in fethi, arkasından diğer Yahudi yerleşim alanlarının Medine’ye bağlanmasının yankıları sadece Arabistan’da yankılanmadı. Arabistan’ın en güçlü kervanlarına sahip olan, Mısır, Yemen, Şam arasında dolaşan ticaret yollarına egemen olan Yahudilerin Medine devletine teslim olmaları, Arabistan dışını da etkilemişti. Artık onlarda Medine devletini kabul etmek zorunda kalacaklardı. Özellikle Şam civarında, bugünkü Filistin civarında bulunan Yahudiler… Roma imparatorluğu, Pers imparatorluğu, Mısır imparatorluğu, Habeşistan imparatorluğu, önlerinde yükselen Medine imparatorluğunun nefesini hissetmeye başladılar. Arabistan’da dini isyan var. Bedevinin biri resullük iddia ediyormuş söylentilerinden ötede, karşılarında kendini hem resul, hem de Medine’nin kıralı olarak ilan eden Muhammed vardı. Romalı, Persli, Mısır’lı, Yemenli, Habeşli, bundan böyle kopuk kopuk yaşayan Arabistan diye bakmayacaktı. Arabistan kentleri düşüyor. Medine devletine bağlanıyor. Medine devleti kendileri gibi imparatorluğa yürüyordu. Bu yeni durum önemliydi. Ekilen, filizlenen, fideleşen her şey ağaç olmaya doğru giderdi. Tohumken yok edilemeyen. Filizken kırılamayan.. Fideyken yok edilemeyen… Ve ağaç olan her şey. Böyle bir hareket tüm zayıf zamanlarında yaşadıysa, güçlü zamanlarında neler yapmazdı.
Tarihler; sosyolojik, siyasi, ekonomik ve askeri olarak, küçükken büyüyen her şeyin büyüdüğünde ne kadar tehlikeli olduğunu insanlığa öğretmektedir. Bütün siyasiler, devlet yöneticileri, din önderleri, halk önderleri bunları çok iyi bilir. Onun için herhangi bir hareketi zayıfken yok etmeye çalışırlar. Başaramadıklarında iş bitmiştir. İşte; Mekke’de filizlenen İslam yok edilememiştir. Medine’de kurulan devlet yok edilememiştir. Aksine Müslümanlar güçlendikçe, Putperestlerin kolu kanadı kırılmış. Yahudiler Medine devletine teslim olmuşlardır. Onun için Hayber’in fethi, Medine’nin Arabistan’daki imparatorluğunun fiilen ilanı olarak değerlendirilebilir. Karşılarında Putperest toplumun temsilcisi olarak Mekke vardır. Ancak Mekkeliler, üzerlerine yürüyen Müslümanlardan korktukları için Hudeybiye’de anlaşma yapmışlardır. Kendi başlarına kalan diğer kabileler ise arka arkaya düşmektedirler.
Hayber’in fethi Medine’de devlet kurulurken, Yahudiler, Putperest Araplar ve Müslümanlar arasında yapılan Medine vesikasını bir bakıma ortadan kaldırmıştır. Eşit şartlarda yapılan anlaşma da, artık Müslümanlar adına eşitlik bozulmuştur. Bundan böyle şimdilik Yahudiler Medine vesikası anlaşmasına göre değil, yenilgilerinin üzerine yapılan anlaşmalara tabi olacaklardır. Bu durum onların kendi kendilerine hazırladığı bir sonuçtur. Hiçbir zaman resul Medine vesikasındaki şartları çiğnememiştir. Çiğneyen Yahudiler ise, başları önünde eğik, ya sürülmüşler, ya yok edilmişler, ya da Medine’de devletine teslim olmuşlardır. Artık onlar ehl-i zımme olarak, cizyelerini veya anlaşma şartlarındaki vergilerini vererek yaşayacaklardır. Hiçbir zaman onlar bu hale gelsin diye Müslümanlar zorlamamışlardır. Ne yaptıysa Yahudiler kendileri yapmış. Ellerine geçirdikleri her fırsatta Müslümanlara karşı davranışlarda bulunmuşlardır.