9
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
1266
Okunma
Hava çok sıcak pencereler ardına kadar açık olarak sere serpe yatıyoruz. Eşim Julian sanki biraz huzursuz. Kah ayaklarını karnına doğru çekiyor kah bir o yana bir bu yana dönüp duruyor. Benim gibi sıcaktan rahatsız olan biri değil, o yüzden bu halleri dikkatimi çekince soruyorum.
“Julian! Ne var? Bir yerin mi ağrıyor?"
“No, I’am okay!” (Hayır, iyiyim) diye geçiştiriyor.
Ancak sabah kalktığımda pek iyi hissetmediğini, gece sanki bir el karnımı boydan boya yırtması gibi karnında bir acı oluştuğunu itiraf ediyor. İyi olmadığı ve hala acı çekmekte olduğu zaten yüzünden belli.
“Hastaneye Gidelim hemen! “ diye telaşlanıyorum.
Aslında oldukça metanetliyimdir. Her ağrıda hap almaya kalkan, her sorunda hastaneye koşturanlardan değilimdir, ama Julian’ın durumu yüzüne baktıkça doktorlukmuş gibi geliyordu bana. Aksi gibi o gün daha önceden sözleştiğimiz üzere yeğenim gelecekti çocuklarıyla. Birlikte havuz keyfi yapacaktık. O yüzden beni fazla telaşlandırmak, meşgul etmek istemiyordu.
“Hele biraz geçsin geçmezse o zaman düşünürüz hastaneye gitmeyi” deyip bir ağrı kesici almakla yetindi. Koç burcu bir adam ve kötü özelliklerinin hepsini taşırdı. Başta inatçılığı.
Yeğenim Şebnem öyleye doğru oğulları ile geldi ve ben onlara Julian’ın biraz rahatsız olduğunu o yüzden istirahat etmekte olduğunu söyledim. Ama rahat etmeleri için elimden geldiğince iyi ağırlamaya özen gösterdim. Çünkü her zaman birlikte vakit geçirme fırsatımız olmazdı.
Çocuklar havuzda oldukça eğleniyorlardı ama benim aklım Julian’daydı. Arada bir onları bahçede bırakarak onun yanına koşturup geri gelerek, nihayet akşamı bulduk. Şebnem gitmeden önce çocuklarla birlikte eniştesinin yanına uğrayıp geçmiş olsun demeyi ihmal etmedi. Birbirlerini öperek vedalaştılar. Sanırım Julian’ın sabrının sonuna gelmiş olmalıydı ki, onlar gider gitmez inatlaşmayı bırakıp;
“ You are right! I think we have to go to the hospital! “dedi. (Haklısın… Sanırım hastaneye gitmek zorundayız.)
İşte o an kalbim sıkıştı sanki. Hastaneye gitmeyi istemesi, hakikaten iyi olmadığının işaretiydi. Zira kendini tam ifade edemeyeceği korkusuyla burada hastaneye gitmek istemeyen biriydi. Hemen telefona sarılıp 112’ çevirdim. Ambulansa taşındığında yanına girmek istiyorum ancak şoför yanında oturmam gerektiği söylendi. Filmlerde gördüğüm kareler aklıma gelince “Demek ki onlar sadece filmlerde oluyormuş” diye çaresiz kabullenip öne oturdum.
Trafik inanılmaz kalabalık ve ambulans şoförü resmen slalom yapıyor yollarda. Hele her siren sesi çaldığında, benim içim bir kez daha katılıyor. Arada bir arkama dönüp, Julian’a yalnız olmadığını hissetmesi için aradaki camın ardından sesleniyorum.
“I’m here honey!!!... Everything will be fine… Please don’t worry.. Okay? “
“Ben burdayım canım!.. Herşey iyi olacak, lütfen endişe etme. Tamam mı? “
Yüzünde oksijen maskesi takılmış cevap verecek durumda değil ki! Hemşire de koluna serum takmaya çalışıyor. Bilmem kaçıncı kez iğneyi çıkarıp tekrar sokuyor.
“Kahretsin!!! Hadi bul şu damarı” diye dişlerimi sıkarak, içimden söyleniyorum. Canını yakıyorlar diye içim gidiyor. Gözlerimi kapatıp tekrar oturuyorum yerime. Önce en yakın hastaneye götürülüyoruz. Ancak, yapılan tetkiklerden sonra, anlaşılıyor ki durum düşünülenden ciddi ve daha donanımlı bir hastaneye gitmemiz gerekiyor.
Hemen cep telefonumdan kardeşlerimi haberdar ediyorum. Bu kez ambulans bizi üniversite hastanelerinden birine götürüyor. Yoldan hastane arandığı için bir ekip kapıda bekliyor ve derhal acile götürülüyoruz. Bir sürü sorular, tekrar tekrar kan almalar sonucunda ameliyata alınması gerektiği söyleniyor.
“Neden? “ diye sorunca, midesi delinmiş olabileceği ve zehirlenmesinin söz konusu olduğunu söylüyorlar. Bunu duyar duymaz sabah söylediği “Karnımı sanki boydan boya yardılar” sözler geliyor aklıma. İnanılır gibi değil.
“Eğer bu doğruysa" diyorum "Ah! be adam onca saat bu acıyı nasıl çektin? Niye bekledin bu kadar?”
Böyle söylenirken, bir doktor elinde bir takım kağıtlarla yanıma gelip ameliyat izni için imzalamamı istiyor. Fazlasıyla heyecanlanıyor ve bir türlü o imzayı vermek istemiyorum. O zaman doktor;
“Bakın hanımefendi” diyor... “Eşinizin durumu çok kritik. Üzgünüm ama biraz geç kalınmış.”
“Peki ameliyat onu kurtaracak mı?” Genç doctor derin bir nefes alıp gözlerimin içine bakarak;
“Pekala... Bakın açık söylüyorum, eşinizin şu durumda yaşama şansı %5 gibi. Ameliyat sonrası için de Allah’tan ümit kesilmez diyeceğim… Tabiki son karar yine sizin.”
Yani bu ameliyat olsa da olmasa şansımız neredeyse yok gibi. Dehşete kapılıyorum duyduklarımdan. Şaka gibi, rüya gibi... Bir an önce uyanmak kurtulmak istiyorum bu kabustan, ama maalesef öyle olmuyor işte. Gerçek tüm çıplaklığı ile karşımda duruyor.
Tekerlekli ameliyat yatağına alınmış eşimin yanına gidip elini avuçlarım arasına alıyorum. Sanki bir an sadece o ve ben varız orada, her şey solup gidiyor etrafımızda. Kulağına doğru eğildiğimde, o çok sevdiğim kokusu doluyor burnuma ve fısıldıyorum.
“Do you love me?” ( Beni seviyor musun?”)
“Yes!!!! I do ! “ ( Evet!!!!! Seviyorum..)
“Well ! How much?” (Peki!! Ne kadar ?”
“A bushel and peck! “ Bu bizdeki dünyalar kadara eş bir sözcük)
Bunlar, aklımıza geldikçe, her fırsatta birbirimize tekrarladığımız kısa, ama birlikteliğimize ziyadesiyle anlam katan, bizi mutlu eden kelimeler... Julian’ın avucumdaki elini daha kuvvetli sıkarak bu kez doktorun ameliyatı için benden imza istediğini ama bir türlü buna karar veremediğimi söylüyorum. Boşta kalan elini kaldırıp, işaret parmağı ile yeniden ona doğru eğilmemi istiyor. Dediğini yapıyorum, o yanağıma sımsıcak bir öpücük kondurduktan sonra iki kelime çıkıyor ağzından.
“Do it! “ – ( Yap- yani imzala! )
Okumadan imzalıyorum bana uzatılan kağıtları. Zaten küçük yazılmış ve birden çok sayfa var. Buna zaman ayıracak durumda değilim. Ameliyathane kapısına kadar eli elimde ona eşlik ederken durmadan tekrarlıyorum.
“You will come back... Okay? " (Geri geleceksin, tamam mı?)
“Promise!.... I will !“( Söz, gelicem..”)
Saatler geçiyor... O koridorlar kaç kere arşınlanıyor, ameliyathane katına kaç kez inilip tekrar yukarı çıkılıyor bilmiyorum tüm yakarışlarım, dualarım, o bana geri dönerse yapacağıma söz verdiğim tüm adamalarım bir türlü yerini bulmuyor ve o geri gelmiyor!..
Beni keşkelerimle, acabalarımla baş başa bırakarak aşkının peşine düşüp geldiği, dilini bilmediği bu ülkede, teni çikolata, gözleri mavi yüreği kardan beyaz, Julia’ın benim ruh ikizim, sevdiğim adamın işte böyle oldu sonsuzluğa gidişi... Tarih 30 Temmuz 2013
Bu anı yazımı güne taşıyan "SEÇİCİ KURUL"a kıymetli zamanlarından ayırıp okuyan ve yorumlarıyla görüş bırakan arkadaşlara, sayfaya öylesine gelen tüm ziyaretçilere çok teşekkür ederim. Çünkü herkesin ille ki her yazıdan çıkaracağı bir "Kıssadan Hisse" bulunur..
Sevgiler