- 1344 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
Görünmeyenler...
Görünmeyenler-Yayınlanmış Tüm Bölümler-Bölüm 1’den Bölüm 14’e kadar...
BÖLÜM-1...
İçimizdeki sese yönelmekten, neden bu kadar korkarız diye söze girdi bir anda Anna. Bense ona gülümseyerek, Dışarıdaki sese o kadar çok alıştırıldık ki şimdi kendimize dahi yabancıyız dedim. Dışarısı çok soğuk fırtına,yağmur,anlaşılan o ki, doğa işleyişini tam anlamıyla sürdürmekte kararlı. Üşümekle birlikte, sıcak bir his kaplıyor o anda içimi,bu aşkta duyduğum bir hazda değil üstelik ,anne sevgisinden aldığım hazda değil, yada baba sevgisinden, belkide bir dostun sevgisiydi, hayır bu hissiyat onlardan hiç biri değildi. Bu doğayla vede yaradılışımla, başbaşa kalmanın, kalabilmenin verdiği muhteşem bir histi. Bizi neden buraya bıraktılar sence dedi Anna ,yüzüme endişeli bir bakışla. Hissediyor olmalısın dedim, aynı türün örneğiyiz sonuçta. Hissetmekmi neden ve neyi.Bir an için gerçekten mantığımla vede algımla dünyada yapayalnız oduğumu hissetmeye başladığım anda; Anna yüzüme gülümseyerek, şaka yaptım, hissediyorum elbette, doğanın kapı ardındaki işleyişini, havanın gürlemesini, yağmurun damlalarını, kuşların sığınacak yer aramalarını.. Yalnız değilsin dedi bana teskin edici gözlerle bakarak. Saatlerce ona bakabilirdim ama yanış anlaşılmaktan korktum. Bir ruhun kendini sevmesini ve sadece kendine güvenmesini anlayabilirim dedi,samimi bir dille. Sanki beni sınıyor gibiydi,ondan korkmuyordum sadece alışmaya çalışıyordum bu duruma. Profesörler bizi bir haftalığına buraya kapatmıştı. Siz dahiler demişlerdi, siz kimlikleri vede kişilikleri sorgulanması gerekenler, sizi istediğiniz dünyanın, o saf ve hala bir yerlerde temiz kalmış tarafına havale ediyoruz. Buna evet dediğimiz için buradaydık,üstelik daha öncede hiç tanışmamaış ve bir arayada gelmemiş getirilmemiştik. Rüzgarın sesi gittikçe şiddetleniyordu ,canı yanmış ve kapana kısılmış bir kurt gibi adeta ulumaktaydı rüzgar, ve beraberinde de akşamı getirmekteydi. Şömineye göz attığımda odunun sönmek üzere olduğunu fark ettim bir anda. Diğer odaya girip odunların olduğu yeri aramaya başladım. Bu dışarıdan bakınca küçük gibi görünen, ama aslında epeyce bir karmaşık duran ahşap evde, neyin nerede olduğunu yeni geldiğimiz için henüz kestirememekteydik.Ben odada odunların yerini arar iken Annanın gölgesi ışığın etkisiyle önüme düşüverdi. Sanırım aradığın şeyi diğer odada buldum,burada sadece yiyeceklerimiz var dedi.Bunu söylerken kendinden pek bir emindi. Elbette dedim ve sallana sallana gri koltuğuma kadar gidip uzandım. Neden gri dedi, biliyorsun hepimizin bir rengi vardır, mesela benimki turuncu, gördüğün gibi dedi,yani benim koltuğum turuncu dedi. Öyle istedim dedim, ama bu içini daha fazla karartmazmı dedi,ben sadece gerçeklere bakarım dedim. Anlıyorum elbette, daha buraya geldiğimizin ilk saatlerinde bana aynı türün örneği olduğumuzu hatırlatmıştın dedi. Sadece neden daha fazla sessizliği seçtiğini merak ettim dedi. Bazen konuşmak bana haddinden fazla anlamsız ve ağır geliyor,buna alışkanlık diyelim olmazmı dedim.Nitekim karşımda bunca zaman beni anlamayanlar vardı, sesime karşılık, çığlığıma karşılık beni anlayamayan algılayamayan koca bir sessizlik vardı. Sanırım buna alışmak epeyce bir zor olacak gibi, ama şuanda kurmuş olduğum bu kadar cümlelerle, rekoru bir adım daha öne taşıdığımı düşünmekteyim,tabi sayende dedim ve ona gülümsedim. O da sıcak bir kahkahayla bana geri döndü .Bekle dedim ne oldu dedi, lütfen bir an için susarmısın,atladığımız bir şeyler oldu, nedir dedi,nedir mi dedim daha ilk dakikalarda hissettiğimiz o mucizevi döngüyü duyamaz olduk şimdi! farkında değilmisin dedim. Ahh evet,sanırım yağmur durmuş olmalı, yada şiddeti azalmış olmalı dedi. Hayır dedim biz konuşmaya başladık,doğaya kulaklarımızı kapadık tıpkı gerçeklere karşın gözlerimizi kapadığımız gibi. Bir süre sessiz kaldık,sessizliğimizin henüz beşinci dakikasında,aslında hiç hızını kesmeden aynı derinlikte yağan yağmuru, gürüldeyen göğü,çakan şimşeği ve uzaklardan gelen hangi hayvana ait olduğunu seçemediğimiz hayvanların, kısaca doğanın sesini yeniden aynı frekansta duymaya başladık. Bu çok iyiydi dedi, gülümseyerek, dalgınlığıma geldi dedi, nasıl da bir anda bunu duymayı red ettim anlam veremedim dedi. Pencereye yaklaşıp başını cama dayayıp, bu henüz başlangıç ve sanırım uyusak iyi olur dedi. Başımla onu onaylayarak bana ayrılan odaya gittim, yatağıma girdim ve çatıya vuran, beni belkide en enteresan rüyalara sürükleyecek o büyüleyici senfoni konserinde, yani doğanın yağmur konserinde uyumaya koyuldum...
BÖLÜM-2...
Sabah olduğunda,gözlerimi tavana dikmiş, içimdeki derinlerde kalmış sesin bana söylemek istediklerini dinlemeye, çoktan koyulmuştum bile. Büyük bir sessizlik hakimdi,gürültüye ve karmaşaya karşın kuşların vatanında, onların krallığı altında,o neşeli ötüşmelerini, penceremin kapalı olmasına karşın duyabiliyordum. Ve içimdeki huzur ikiye katlanmıştı şimdi,ta ki Anna çılgınca kahkahasıyla odama doğru koşana dek. Uyan dedi ,hadi ama bir bak kapıda kim var, yüzünden büyük bir sevinç akıyordu, kim var dedim sendeleyerek; İçeri girmek istemiyor, galiba yabancı buluyor burayı ama görmelisin çok tatlı dedi ve odamdan çıkıp kapıya doğru tekrar gitti. Adımlarımı atarak Annanın yanına gitmekteydim heyecanla,yollarım uzuyordu sanki, oysaki salona ve dış kapıya adım atmama sadece bir kaç metre vardı. Bir an için ayaklarımın yerden kesildiğine şahitlik ettim,uçuyordum sanki,bulutların üzerinde yürüyor gibiydim,bulutlar bir pamuk kadar yumuşaklar, ayaklarımı acıtmıyorlar. Hadi ama dedi Anna, neden durdun, durmuşmuydum; evet olduğum yerde durakalmıştım öylece, ne var ki orada dedim ve kapıya doğru yöneldim,karşımda base cinsi sevimli bir köpek durmaktaydı. Köpekleri hep sevmişimdir, bu cins köpeklerin yüzlerinden tembellik ve yorgunluk akar adeta.Uzun kulakları vardır basık suratları,hayatlarından pek memnun değil gibi görünürler, yüzüne baktığınızda böyle sanırsınız. Kısacık ayakları, derisi üzerine bir beden büyük gelmiş gibidir sanki, ancak sevimliliğini görmek ise pahabiçilemez güzelliktedir. Yani sanırım bu gizli çevre için olması gereken bir cinsti, nitekim bizde buraya anormaller yada profların değişiyle dahiler olarak gelmiş,getirilmiştik. Güzel değilmi dedi Anna heyecanla, elbette dedim çok severim köpekleri, köpeği kucağıma aldım, uzun kulaklarını ellerimin arasından kaydırdım, tüyleri yumuşacıktı,kızıl ve beyaz karışımlıydı. Ne kadarda güzel dedim köpeğe sarılarak, peki buna bir isim koydun mu dedim; hayır dedi henüz tanıştık sonuçta, bu ilk günümüz biliyorsun burada,işin komik yanı ne biliyormusun köpeği bırak bu sabah sana ismini hala sormamış olmamın şaşkınlığını yaşadım bir anda. Sahi senin adın nedir dahi dedi yüzüme gizemli bir şekilde bakarak, bu doğruydu
ben onun adını tesadüfen bizi buraya bırakan güvenlik sayesinde duymuştum,ama o benim adımı bilmiyordu henüz. Ona döndüm ve Carol dedim, Carol mu dedi ,evet dedim. Bu çok güzel bir isim, mutluluğun şarkısı öyle değilmi anlamı bu olmalı, evet dedim anlamı bu ama bana ters tepmiş sanırım. Bunu görebiliyorum dedi, söylermisin dedi en son ne zaman kahkaha attın? En son nezaman mı kahkaha attım,durup düşünmeyi kestiğim bir vakitte atmış olabilirim belki,ama ben durup düşünmeyi uzun zamandır bir kenara bıraktığımı
sanmıyorum, sanırım o yüzden buradayım. Ben atarım dedi,sesine hüzün karışmıştı adeta, keyifle olmasa bile, istekle olmasa bile atarım. Çünkü bilirim ki beni hayata bağlayan diğer şeylerden biriside, gerçeğine henüz erişememiş yalandan attığım kahkahalarımdır. Adım Anna, bu normaldir sanırım, adım anlamı itibari ile üzülmeyi,zarifliği ve acıyı bir arada bulundurur. Oysaki sen dedi Carol gözlerimin içine bakarak mutluluğun şarkılarını mırıldanmalısın. Bir an için gözlerimin dolduğunu fark ettim, o ara küçük köpek büyük bir tırnak yarası bıraktı elimde. Çırpındı ve kucağımdan kaçtı gitti dışarı doğru. Ortam böylelikle biraz hareketlenmişti. Anna ayakyalın bir şekilde köpeğin peşinden koşarak gitmekteydi ,bense ardından bakakalmıştım öylece, koş dedi koş Carol hadi biraz hareket et, yakalamalıyız o sevimli dostumuzu yeniden dedi, deliler gibi göründü bir an için gözüme, bir yandan koşuyor bir yandan arkasını dönüp bana bakıyor ve beni çağırıyordu. Koş Carol buraya gel lütfen, çılgınlar gibi koşmamıştım daha önce, ben çabuk yorulan bir insandım oysaki, bir anda sevinçle koştuğumu fark ettim çimenlerin üzerinde, seyrek ağaçların arasında, en önde köpek ve hemen ardında Anna ve onların ardı sıra ben koşmaktaydım. Ellerimi fark ettim bir an için hiç kontrolüm dışına çıkmamışlardı sanki,bedenimden farklı bir şekilde hareket etmekteydiler.Sonra o asilzade yürüyüşe son vermiş, bacaklarıma bakmaktaydım koşarken, hala anlam veremiyordum bu hallerime. Anna bir kez daha bağırdı bana yakaladım onu buradayız Carol dedi,buraya gel, neredesiniz dedim, sesim yankılanıyordu adeta , o yemyeşil ağaçların arasında. Biraz daha ilerledim kaybolmuşcasına,oradaydılar Anna yüzündeki mutluluğu gerçek gibi göstermekte usta olmuştu belkide, yada ben fazla karamsardım bu konuda. Ama öyle olmasaydı
dünya tatlısı ve neşeyle yüklü bu insanın neden burada incelenmesi gerekirdi ki...
BÖLÜM-3...
Gördünmü işte onu nasılda yakaladım dedi büyük bir sevinçle. Evet atletizmin koşu dalında yarışmalısın belkide dedim, bu komik değil dedi ve yanımdan nispet yaparcasına gitti. Bana kızmışmıydı,peki ama neden ? Kafamda dönüp duran şeyler var,hayatımı neden diğer insanlar gibi sürdüremediğime anlam veremiyordum bir türlü. Örneğin yanıbaşımda bir çift kavga ediyor ve ben dehşetle vede korkuyla onları izliyorum,donup kalıyorum öylece, kalbim çılgınlar gibi çarpıyor ama hiç birşey yapamıyorum,tek bir söz bile çıkamıyor
ağzımdan.Oysaki bir başkası rahatlıkla bu işe atılabiliyor, ve kendini feda edercesine insanları ayırmaya, aralarını yapmaya girişiyor. İnsanlar çılgınca şeyler yapıyor,bunu görebiliyorum çoğu zaman. Örneğin okuduğum gazeteler ve izlediğim haberler bana dehşet veren dünyanın, tam ortasında yaşadığımı bir kez daha hatırlamama sebep oluyor. Annelerini,babalarını,eşlerini öldüren ve çocuklarını öldüren insanlar var, bir takım hayvanlarımıza işkenceler edip bundan haz duyan ruhlar var. Aklımın alamayacağı türden, içlerini kötülüklerle doldurmuş, yeryüzünün herhangi bir bölgesinde kötülüklerini iyilere kusmak isteyen insanlar var. Tüm bunları düşündüğümde, istediğim dünyayı kafamda yaratabiliyor ve o dünyanın dışına pek çıkmayı tercih etmiyorum doğrusu. Bu beni belki dahi yapar belkide deli... Eve doğru yürümeye başladığımda, getirildiğimiz bölgeyi tanıma adına,geçtiğim her yere iki kere bakıyordum. Burası cennet gibi bir yerdi,henüz ayak basılıyor gibi sanki. Anna köpeği bağlamış başında onu sevmekle meşguldü. Bu kızı tanımıyorum, profesör Albert neden birlikte kalmamızı uygun gördü onuda pek anlamış değilim doğrusu,neyin parçasıyız onuda bilmiyorum.Bana istediğim hayatı sunacağını söylemişti, buraya getirilmeden önce formalitedende olsa bir çok belge imzaladık. Aklımda kalan cümlesi ise ’bunu bir tatil gibi düşün’ demesi oldu. Anna yanıma gelerek,az önce şaka yaptım anlıyorsun beni değil mi dedi, bense bu tuhaf şakasını anlamamış olsamda anlıyor gibi yapmayı bir an için daha uygun bulmuş olmalıyım ki,elbette dedim şaşkınlığımı ona belli etmeden. Şimdi kahvaltı yapmalıyız,daha sonra bize verilen haritaya bakarak gitmemiz gereken noktaları bulabiliriz böylelikle dedi.Biliyormusun gizemli olan herşey beni heyecanlandırır dedi,yüzünde bıraktığı gizemli gülüşüyle. Neden samimi olamıyorum insanlarla bilmiyorum ,neden yakınlaşmalarına izin vermiyorum anlayamıyorum. O kadar çok kendime dost olmuşumki bir başkasına artık ihtiyaç duymama düşüncesini düşünmek bile istemiyorum,çünkü korkuyorum,ya kendimdende sıkılırsam birgün! Ne kalır benimle...
İstersen kahvaltıyı ben hazırlayabilirim dedim ona, istiyorsan elbette dedi masum gülücüğüyle. Buzdolabını açtığımda bir çok şeyin konserve olduğunu gördüm, portakal suyu ve hazır kruvasanlardan çıkartıp masaya hazırladım.Anna masada yerini çoktan almıştı bile,bende yerimi aldım ve kahvaltımı etmeye başladım,bir an için gözlerinin bana odaklı olduğunu hissettim , kafamı bir an için ona dödürdüm, haklıydım soru sormak istercesine bana odaklanmıştı,çok geçmeden saniyeler sonra, mesleğin neydi Carol dedi. Beklediğim sorulardandı, bir sigorta şirketinde görevli memurdum, sıkıcı bir iş olmalı dedi yüzüme gülerek, evet dedim çok sıkıcı ve benim kaldıramayacağım derecede yorucuydu dedim. Bu yüzdenmi köşene çekilip yazmaya başladın.Evet dedim,peki ya sen dedim onun hayatımla ilgili başka birşey sormasına fırsat vermeden. Beni başbelası gibimi buluyorsun Carol dedi, bir an için kuruvasan boğazımda kaldı, bunuda nereden çıkartın dedim,elbette hayır. Carol! gördüğüm kadarıyla ruhen farklılıklarımız benzerliklerinden daha az aslında,neden daha fazla rahat olmaya bakmıyorsun,seni sorularla boğup, sıkıştıracakta değilim,yada bir günde sana nasıl bir izlenim verdim bilemiyorum ama sandığın gibi geveze kızlardanda değilim. Profesörden bu teklif geldiğinde buna atlama nedenim,yalnızlığımdan bir an için sıyrılıp yeni maceralara atılmaktı. Beni anlıyormusun Carol,etrafım beni anlamayanlarla doluydu çünkü,bana karşı daha fazla resmi olmana yada çekimser kalmana gerek yok,biz bu bölgede sadece iki kişiyiz, kısa bir süreliğinede olsa birbirine hayat verecek iki tek kişiyiz.Ne demek istediğini anlıyordum,izninle dedi ve masadan tam bir hanımefendi edasıyla kalktı,ve ben ona henüz cevap verememişken, üzerimi giyiniyorum ve ilk bölgeye gidiyoruz dedi. Ona sadece tamam diyebildim. Bu ani çıkışı beni biraz ürkütmüştü ama masada onu beklerken daha fazla düşünme fırsatım oldu; Anna haklıydı,insanlara karşı hep böylemi olmak zorundamıydım sanki dedim, kendi kendime. On dakika sonra Anna odasından çıktı ve yanıma geldi,sırtında bir sırt çantası vardı,sende alacaksın öyle değilmi dedi.Ne için dedim, bilemiyorum haritada gideceğimiz ilk nokta hiçte kısa bir mesafede değil gibi görünüyor,bir takım şeylere ihtiyaç duyabiliriz dedi.Ona haklısın tabi,tamam öyleyse bende hazırlıyorum dedim ve diyede ekledim peki ya köpeği onuda götürecekmiyiz dedim. Artık onun bir adı var Carol dedi, öylemi peki neymiş dedim. O bir erkek biliyorsun ve o bizim koruyucumuz dedi bu yüzden adını Tex koydum dedi. Biliyormusun Tex aslında teksastan gelen adam anlamını taşıyor ve bir çizgi roman kahramanının adıdır. Bir kaç kez okuduğumu haıtrlıyorum Tex Willer’in hikayelerini. Babam italyaya her gitmesinde getirirdi bu çizgi romanı, italyancam yoktu ozamanlar, ama hayalgücümle vede çizgi romanın görselliğiyle, bir şekilde babamın
anlattığı şekilde anlamış olurdum hikayeyi, kısaca Tex Willer o zamanlar kahramanımdı dedi. Bunları anlattığında hemen yanıbaşına çoktan gelmiştim bile,senin bir kahramanın olmadımı dedi yüzüme gülümseyerek,hayır dedim,şuan için hatırlamıyorum aslında dedim. Öyleyse hazırız o eve gitmeye ve profesörün belirttiği gibi karşılaşacağımız manzaranın tadını şimdiden çıkartabiliriz dedi.Ve köpeğimiz Tex’ide yanımıza alarak birinci bölgeye gitmek için yola çıktık. Doğa’ her zaman huzur vermiştir bana, bazen bir tek onunla bütünleşebiliyorum sanki. Hiç gelmediğim, kıyıda köşede kalmış bu bölgeye attığım her adımda büyülenmekteydim adeta. Yolculuğumuz yaklaşık olarak yirmibeş dakika kadar sürdü. Küçük tepeyi heyecanla aştığımızda karşımızda belirtilen küçük sevimli bir kulube görünmekteydi. Heyecanla yanına doğru gittik,Anna bir an için bana döndü ve bu anı ilk yaşayan ben olmalıyım Carol dedi,sanırım arkamda kalacaksın dedi ve eve doğru doğayla adeta bütünleşerek koşmaya başladı. Benimse ondan geri kalır yanım pek yoktu,sen öyle san dedim ve çılgınlar gibi bende koşmaya başladım. Anna bana daha önce yapmadığım şeyleri yaptırıyordu,buna bir yanım seviniyor bir yanım anlam veremiyordu... Eve doğru yaklaştığımda evin arka kısmında olduğumuzu fark ettik,ön tarafa gidelim dedi ve evi bir tur dolandık, karşımızda dokunsak elimizde kalacak bir türden kapı vardı. Parçalanmaya çokça meyilliydi ve haddinden fazla eskimiş tahtası çürümüştü. Tam elimi kapı koluna uzatmaktaydımki Anna kapıya tekme attı ve çürümüş tahta kapı yere serildi adeta.Anna dedim şaşkınlıkla, ne yaptığının farkındamısın? evet ne oldu ki dedi, yaptığı şey çok normalmiş gibi. Artık bir kapımız yok dedim ona, bu önemli değil sonuç itibari ile burada yaşamıyoruz dedi.Bunu biz bilemeyiz dedim, ne demek istiyorsun dedi,birşey yok dedim ve evin içine doğru ilerlemeye başladık...
BÖLÜM-4...
Havanın gündüz olmasına rağmen, bu ahşap eve güneşin ve ışığın giremiyor olması acıydı. Sırt çantamızdan her ikimizde el fenerlerini çıkarttık,böylelikle etrafı daha net görebilecektik. Ve birbirimize meraklı bakışlarla ev içerisinde ilerlemeye başladık. Anna hızını kesmeden gözüne kestirdiği, eskimeye yüz tutmuş küçük ahşap kitaplığa yöneltti kendisini. Bense bu sırada burnuma gelen küf kokusundan kurtulmak istercesine yalnızca iki odadan oluşan bu evin yatak odası bölümüne çoktan dalmıştım bile. Eski bir yatak görmekteydim karşımda, bir ayağı kırılmış, çarşafı yere doğru sarkmaktaydı. Üstü motifli büyük ve eskimiş bir çamaşır dolabı, yere yatmış yada artık ölmeyi seçmiş küçük bir sehba, o kadar eskimiş ve yıpranmışki, dokunsam elimden eriyip kayacaktı sanki perdeler. Bir an için kafamda içinden çıkamayacağım ve beni her etapta rahatsız eden düşünceler beliriverdi yeniden. Bu evde bir zamanlar belliki bir yaşanmışlık vardı. Ama artık yoklar.Peki kim ve kimler tarafından nasıl bir şekilde yaşandı bu evde. Hergün bu pencereyi kim açıp bu odayı havalandırdı mesela, hergün bu yatağa kim girdi,çıktıktan sonra kim geri düzeltti bilmiyordum bile. Kırık bir ayna ilişti gözüme, yarısı yerdeydi paramparça olmuş bir şekilde. Bir süre kadar içsel sıkıntılarımla boğuşmayı denediysemde olduğum yere öylece diz çökmüşken buldum kendimi. Elimdeki kırık ve bir zamanlar yaşanmışlığa maruz kalmış ayna ise bu durumuma birebir şahitti. Anna başımda dikilmiş Carol neyin var iyimisin diye sorular sormaktaydı bana. Ona iyiyim Anna sadece dizimi çarptım dedim. Öylemi dedi, evet dedim, aynaya yansıyan suratın yalan söylediğini söylüyor oysaki dedi yüzüme anlamlı bir şekilde bakarak. Bu duruma üzüldün öyle değilmi dedi pencereye karşı sırtını dayayarak, sanki başlangıç ve hemen sonrasında büyük bir kaosla yok olmuşlar gibi ev sakinleri,son bulmuş gibi yaşantıları. Gördüğüm kitaplar,çoğu çok eğlenceli şeylerdi aslında, ben inanıyorumki, bu evde yaşayanlar mutlu kişilerdi.Bana üzülmemelisin Carol dedi, beni adeta teskin edercesine. Bu durumu anladığımı ve seninle aynı düşüncelerin içerisinde sıkışıp kaldığımızı unutmamalısın dedi. Biz yoldaşız, biz yol arkadaşıyız Carol , biz sıcak atan iki kalbiz, üstelik birbirimize hiç birşey sunmak yada almak zorundada değiliz. Biz yalnızca varız var olmanın dayanılmaz ağırlığında yaşamak için nefes almaya devam etmek için okyanusun ortasında kalmış, kendi çabası ve umutlarıyla karayı bulmaya çalışanlarız Carol dedi,bana seni anlamadığımı ve seni hissetmediğimi söylemeye kalkışma sakın. Gözlerim dolmuştu, üzerimdeki yük bir nebzede olsun kalkmıştı sanki. Annayı ilk kez bu kadar ciddi bir şekilde görmüştüm, mutluluğundan feragat edip, gerçeklere yönünü benim içinde olsa dönmekten korkmamıştı çünkü. Hiç tanımadığım bir insan olan Anna ile ruhlarımızı yarı yarıya taşımak artık çok daha ilginç gelmeye başlamıştı bana. Buna inanıyordum ama henüz dile getirememiştim. Dilersen çıkabiliriz bu evden,en azından çantamızdaki sandviçleri yeriz. Hem bak ben açıkmaya başladım sanki Carol dedi, olduğum yerden kendi imkanlarımla kalkıp Annayla dışarı çıkmıştık bile. Etrafımız çimenlikti ve yeşilliklerle sarılıydı, yaşayan ve daha önce hiç görmediğim yabani çiçeklerle doluydu çevremiz. Her geçen kuş yanıbaşımızdan bize şarkı söyleyerek ayrılıyordu adeta. Biz Anna ile kendimizi çimene salmış, hayatın ortasında adeta çırılçıplak bir şekilde yalnızca görünmeyen ruhumuzla uzanmaktaydık boylu boyunca. Ölü olan bir tek ahşap evdi sanki, bir mezar enkazı gibiydi,soğuktu, ama
bir okadarda ilgi çekici. Tamam dedi Anna gülümseyerek bu kadar dinlence yeter şimdi sandviçlerimizi yiyelim, ve profesör Albertın söylediği gibi notlar alalım bu ev ve düşüncelerimiz hakkında. Peki dedim ona, havanın kararmasına hemen hemen iki saat kadar kalmıştı şunun şurasında,geri dönmeliydik terkedildiğimiz yuvanıza. Nitekim azda olsa yirmibeş dakikalık bir yolculuk beklemekteydi bizi sonuçta. Hala evdeki yaşanmışlığı düşünüyorsun öyle değilmi dedi Anna bana, ona evet demeyi çok isterdim ama ben bunu yapıp Anna’yı daha fazla üzmemek ve düşündürmemek adına, şakayla karışık hayır sandviçin içinde neyin olduğunu ve ağzıma neyin bu kadar tatlı geldiğini anlamaya çalışıyorum sadece dedim ona. Anna kahkaha atmaya başladı karşımda, Carol gerçekten isteyince çok komik bir kız olabiliyorsun ben buna bizzat şahitim artık . Aslında bize enerji vermesi için içine şeker koydum biliyormusun dedi. Ama yediğimiz şeyin tuzlu olması gerekmiyormuydu dedim. Evet ama birde bu yöntemi denemek istedim dedi. Anna becerikli bir kızdı belliki, benim gibi değildi, benim ölü tarafım çoğunluktaydı onun ise yaşayan tarafları çoğunluktaydı. Biliyormusun aslında çok güzel yemeklerde yapabilirim,zamanımız çok senin için yapacağım dedi. Peki dedim ona ama benim aklım hala evdeydi,sandviçlerimizi bitirmiştik ve iyicede dinlenmiştik. Anna yanımdan hızlı bir şekilde heyecanla bir anda kalkıp, şu uzaktaki görünen kırmızı çiçeklerin hepsini istiyorum dedi ve koşmaya başladı. Uzakta gördüğü kırmızı çiçekler yabani lalelerdi. Ve çok kırılgan ve hassaslardı tıpkı bizim gibi... Peki koparılmaya değeceklermiydi ?
BÖLÜM-5...
Bekle! diye bağırdığımı hatırlıyorum ona, çok heyecanlanmıştı, çılgınlar gibi çiçeklerin arasında koşmaktaydı adeta . Kırmızı yabani lalelerin arasında bir an için gökten düşmüş bir melek gibi göründü gözüme. Biliyormusun Anna diye bağırdım ona bir anda! sen iyi bir kızsın ve benim daha önce iyi bir kız arkadaşım olmadı hayatımda! dedim ona, bu bir itirafmıydı peki.İkimizde çılgınlar gibi koşmaya başlamıştık çiçeklerin arasında, kelebekler bizimle bir olmuş bu sevincimize ortak olmaktaydılar adeta. Rengarenktiler, kırılganda olsalar hassasta olsalar çok az ömürleride kalsa her biri o anın tadını çıkartarak uçuştular yanıbaşımızdan. Heyecandan nefes nefese kalmıştım bense, Anna ise o bilindik çocuksu neşesiyle durmadan koşuyordu delirmişcesine. Sanki uzun süredir hapis hayatı yaşayıpta gün yüzüne hasret kalmış ve azad edilmiş bir mahkuma dönüşüverdi gözüme, oysaki az önce bir melek gibiydi. Neşesi beni zaman zaman korkutuyordu açıkcası. Nasıl bu kadar neşeyle dolu olabilirdiki bir insan, üstelik hayat durmadan en acı taraflarını bizlere sunmaktan kaçınmazken böylesine. Sonra hayata onun penceresinden bakmaya çalışıp, bu karamsar yaşantıma renk ekmeye çalıştığımı fark ettim bir anda. Bu güzel birşey olacaktı şüphesiz benim için. Çünkü biz hayattan mucizeleri bekleyen vede damla damlada olsa mutluluk isteyen hassas ve düşünceli kimselerdik yalnızca. Hadi ama Anna gitmeliyiz eve ve yarın tekrar gelmeliyiz gerekirse buraya dedim ona. Neden dedi kahkaha atarak biraz daha kalamazmıyız, hem evi daha inceleyemedik öyle değilmi dedi. Evet ama hava kapanacak gibi sanki fark etmedinmi güneş bir görünüp bir kaybolmaya başladı bile dedim ona. Lütfen Carol biraz daha kalalım dedi çocukca bir tavırla, peki öyleyse dedim ona, ama dikkatli koş ayağını incitebilirsin
dedim ona, ve ben eve geçiyorum şimdi, henüz tam anlamıyla inceleyebildiğimi sanmıyorum nitekim, çiçeklerini toplayıp gelirsin öyle ise dedim ona ve ahşap ölü eve doğru gitmeye yönelttim kendimi. Bir anda Anna ardımdan bana bağırıp, görmen gereken şeyleri gördün, hissetmen gereken duygularını en derininde zaten hissettin Carol dedi. Bir an için şoka uğramış gibi oldum, bir yanım evin içinde kalmış hüzünde boğulurken diğer yanım Anna ile çiçeklerin arasında koşmaktaydı çünkü. Biliyormusun Carol! dedi sesi yankılanarak gelmeye başlamıştı o dakikalarda kulağıma, neden hala yaşadığımı biliyormusun ? ; gözlerimi ve kulaklarımı ona dikmiş ne söyleyeceğini merakla bekliyordum. Çünkü yaşamaya değer çok şey var bu hayatta,beni dinle yalnızca öyleyse, sana bir Türk şairin şiirini fısıldayacağım şimdi. Ve başladı bağırarak şiiri söylenmeye...
Doğaya bak!
Işığa bak!
Rüzgarı dinle!
Kuşlarla neşelen!
Bulutları seyret!
Güneşe selam ver!
Umutlarına tutun!
Yalnızlığına saygı duy,onu sev!
Herşeye iyilik et!
Nefreti ardında bırak!
Tüm yükünü üzerinden boşalt!
Gerçeğe biraz daha yaklaş!
Korkularına cesareti ekle!
Sev!
Sevmekten korkma!
Ve imkansızlığa aldanma!
Ruhunu temizle!
Onu tanı ve yanında yoldaşın olarak belirle!
Ve unutma hiç bir şeyin sonu gelmedi henüz!
Çünkü;
YAŞAMAYA DEĞER çok şey var hayatta...
Gözlerim dolmuş, kalakalmıştım olduğum yerde,kalbim bir başka fırtınaya çoktan sürüklenmişti bile Anna sayesinde. Şimdi git diye bağırdı bana, hemen geliyorum bende dedi, eve doğru ilerliyordum, Annanın sarf ettiği şiirden bir kaç satırı aklımda tutmuş,bu yaşam dolu sözleri damarlarıma enjekte etmek istercesine aklımda tutmaya çalışıyordum çünkü. Gözlerime bunca zaman bakmış çoğu insanın bana neyin var böyle dediğini hatırlamıyorum bile. Hiç soran olmadı halimi, ne yaşadığımı, neyden mahrum kaldığımı,neyi beklediğimi, ve en önemliside neyi istediğimi. Tanrıyı seviyorum, onu hissediyorum, yarattığı
herşeye saygı duyuyorum,iyiliklerinede kötülüklerinede. Biliyorumki kötülüğü hayata dağıtan Tanrı değil, insanlardır yalnızca ve o kimseye kötülük yapmayandır aslında... Sadece yanlış yerde yanlış zamanda ve yanlış insanların kötülüklerine mağruz kalmış zavallılardık aslında. Bir sürü dostum var sanıyordum, hepsi paramı tükettiğimi anladığında bir bir kayboldular yanıbaşımdan, işten ayrılıp kendimi inzivaya çektiğimde
bunu anlamış vede sorgulamış oldum. Hiç sevgisini alamadığım ve ayrımcılığa maruz bırakıldığım annemin sevgisizliğinde duvarlar örmeye başladım insanlarla arama. Ve anladımki ruh anlaşılamıyorsa şayet insanlar tarafından, ve ruha bakılmıyorsa koca bir yalnızlığınızla çoktan kalmışsınız demektir. Ve çıkarsız,menfaatsiz ,sorgusuz sualsiz seven her ruh gerçek sevgiyi hak ediyordur yalnızca. Ahşap eve girdiğimde siyah beyaz bir dünyada buluyordum kendimi. İster istemez bir zamanlar yaşanmışlığın verdiği o tüm bilinmez acıları hissediyordum yüreğimde. Pek birşey yoktu etrafta, çoğu yıkıntıya mağruz kalmış bir kaç eşyaydı yalnızca. Aynalı eski dolaba yöneldiğimde siyah beyaz eski bir resim farkettim yerde. Onu elime aldım, gördüğüm manzara iki kişiden oluşuyordu resimde. Bir kadın ve bir adam merdivende oturmaktaydılar. Kadının üzerindeki elbise gelinlik gibiydi belkide gelinlikti.Adam ise aynı şıklıkta ama bir düşünce hakimdi suratında. Ve bu ahşap evin merdiveninde oturduklarını görebiliyordum. Fotografın arka tarafında, Charles ve Nora 1910 yazıyordu.1910 yılına ait bir fotoğraftı bu yani. Kimbilir kimdi bunlar, ve tahminen çoktan göçüp gitmiş olsa gerekler. Hayat beni düşündürüyor hemde fazlasıyla, ölüm gerçeği sağlıklı bir şekilde nefes almama en büyük engel aslında. Bunu her ne kadar ruhuma hissettirmemeye çalışsamda ,bildiğim ve kendimden saklayamadığım bir gerçektir aslında. Ve her hatırada işte böylesine karşıma çıkıp bana kahkahalarla gülmek istediğinden eminmisin hayatta diyor...
BÖLÜM-6...
Düşüncelerim arasında böylesine kaybolduğum bir anda, köpeğimiz Tex Willer yanıma geldi. Gözlerini bana dikmiş, sanki kaybolup gitmiş, kısaca bitmiş yaşantının tam ortasında, durmakta olduğunu oda fark ediyor gibiydi adeta. Bir an için dilinin olmasını ve onun konuşabilmesini ne çok isterdim. Pencereden dışarı baktığımda Anna’nın dediğini yaptığını görmekteydim, tüm o istediği çiçeklerden iki ayrı buket yapmış, yüzünde koca ve keyifli gülümsemesiyle eve, yanıma doğru yürümekteydi. Biraz sonra kapıdan içeri girdi; Elindeki çiçek buketini bana uzattı ve işte Carol bu çiçeklerde senin için dedi . Üzerimde derin bir huzurluk yüklüydü sanki anlam veremeyecek kadar mutsuzluğa batmıştım o anda. Anna karşımda mutlulukla vede günden keyif almışcasına gülümser iken durmaktaydı, bir an için başımın döndüğünü fark ettim ve sendeleyerek olduğum yere çöktüm. Şimdi Annanın yüzünde aslında pekte görmek istemediğim o telaş kaplı idi. Neyin var Carol , iyimisin ? dedi ve beni kolumdan tutup hava almalısın diyerek telaşla dışarı çıkarttı. Yere çimlere doğru uzanmamı sağladı. Terden sırılsıklam olmuştum o dakikalarda, sanırım hasta olmak üzereydim, belki üşütmüştüm belkide farkındalığın verdiği hüzün beni esir almıştı o dakikalarda. Bak tamam kendini iyi hissettiğin anda buradan hemen kalkıp gideceğiz Carol, beni anlıyormusun, şimdi nasılsın peki dedi bana telaşla, ona iyi olduğumu eve kadar gidebileceğimi söyledim.Peki öyleyse çantaları alıyorum gidelim dedi. Ve yaklaşık yirmibeş dakikalık yolu benim halsizliğim ve hastalığımdan ötürü bir saatte tamamladık. Eve geldiğimde kendimi öylece yatağa bıraktım,öyle bir ağırlık vardıki üzerimde, sanki tüm dünyanın yükü omuzlarımda ve beni öldüren başımdaydı,baş ağrılarım o dakikalarda dahada çekilmez bir hal aldı, uzanıp çantamdan ağrı kesici ilaçlarımı almaya çalıştıysamda nafile, gözümün kararması titremeye başlamam,beni olduğum yere mahkum etti. Bense gözlerimi çoktan kapatmış kapalı ve havasız kalmış odanında verdiği sıkıntıyla uyumak ve direnmek arasındaydım.Bir rüya görüyordum o dakikalarda,evimizin yakınındaki tren yolundan ardı ardına trenler geçmekteydi, hepside acı acı sirenlerini çalmaktaydı.Bu benim yaşadığım olayı bir kez daha tekrarlamamdı üstelik, rüyamda belirmişti bu durum ama çok farklı bir şekilde.Bundan yaklaşık beş sene önce kadar, kız kardeşim Lena’yı dehşet verici bir tren kazasında gözlerimin önünde kaybetmiştim, üstelik tüm suçluda bana göre bendim, onu elbisemi alması için terziye göndermemem gerekiyordu!
’Carol’un Rüyası’
Tren yolunda başıboş ve avare bir halde yürümekteydim,boş ve paslanıpta kullanılmaz hale gelmiş vagonları izlemek, ve onlarla an’ın içerisinde kaybolmak, bana hep keyif verici gelmiştir.Kendimce yine kalemimi defterimi almış bir kaç şiir karalamaktaydım, kuşların neşeli şarkısı beni benden geçirmekteydi adeta,zamam zaman gözümün önünde tuhaf karaltılar görünmekteydi, buna anlam vermeye çalışıyor ve en yatıştırıcı taktiğimi kullanarak gözlerimde bir sorun olabileceğini düşünmekle yetiniyordum.Sonrasında bir ses duyduğumu hatırlıyorum o dakikalarda, bu kızkardeşim Lenaya aitti. Ardımdan Carol diye bağırarak koşuyor ve elbisemi elinde sallayarak bana doğru getiriyordu.Beyaz dantelli yeni dikilmiş elbisemi. Lena’ya doğru tren rayları üzerinde yürümekteydim bense.Lena’da aynı şekilde rayların üzerinde bana doğru koşmaktaydı büyük bir sevinçle,kızkardeşim benim yaşam kaynağımdı,evimizde neşe ve beni kederimden söküp atan derin bir bir güçtü adeta.İkimizde birbirimize doğru koşmaktaydık.Lena’nın ardı sıra hızla uzaktan bir trenin geldiği görmekteydim.Kalbim deliler gibi çarpmaya başlamıştı o dakikalarda.Lena’ya trenin geldiğini ve oradan çekilmesi gerektiğini bağırmaktaydım,ama Lena beni duymuyor gibiydi, çılgına dönmüş deli gibi Lena’ya doğru koşmaya ve onu tren raylarından çekmek için çırpınıyordum.Ama nafile Lena beni duymamakta kararlıydı, öyle bir an olmuştuki gözlerimin önünde tren Lena’yı biçmişti, delirmiş gibiydim ve çığlıklar attım.Tren duramamıştı içinde makinistte dahil hepsinin telaşlı yüzleri söz konusuydu, ben ise olduğum yere çökmüş dizlerimin bağı çoktan çözülmüştü bile,delirircesine ağlıyordum,tren hızını kesemeyip üzerime doğru gelmeye devam ediyordu bense yerimden kalkmamakta kararlıydım,dünyam yıkılmıştı çünkü.Tren bana doğru üzerime doğru geliyorken bir elin beni tokatladığını hissettim,nitekim acım yediğim tokat darbelerinden daha ağırdı çünkü...
-Rüyanın Sonu-
Gözlerimi açtığımda Anna dehşet içerisinde başucumda bana bakıyordu, son bir tokat darbesinide indirmişti çoktan suratıma,ona neler olduğunu ve böyle ne yaptığını sordum,Anna ise bana; Carol bir rüya görüyordun sanırım, seni uyandırmak için çok çaba sarf ettim,çok ateşin var, sayıklıyorsun,kaç saattir uyuyorsun Carol lütfen iyimisin,bak senin için çorba yaptım dedi. Rüyamda beni tokatlayan ve beni kıl payı ölümden kurtaran elin böylelikle gerçekte yaptığı hareketle rüyama tesir etmiş Anna’nın elleri olduğunu anlamıştım, bu dehşet verici rüya unutmaya çalıştığım geçmişteki acımı hatırlatmıştı bana.Çok fazla ateşin var Carol dedi Anna,istersen acil butonuna basarız çevremizdeki güvenliğin buraya gelmesini sağlayabiliriz dedi,ona hayır dedim, biz buraya benliğimizi keşfetmek için gönderildik unuttunmu Anna dedim, bay Albert için büyük hayal kırıklığı olur bu ,sakın butona basma daha burada kalmalıyız dedim ona.Anna tam anlamıyla ikna olamasada hastalığımdan çok etkilenmişe benziyordu,ona sabaha daha iyi olacağımı, basit bir üşütme olabileceğini söylüyordum, o ise başucumda bana ilaçlar içirmekteydi.Havasız her ortam beni bunaltıyordu, nefes almakta dahada zorlanıyordum böyle durumlarda,Annanın paniğini üzerinden biraz atabilmesi için ona şakayla karışık sabaha kadar havasızlıktan ölmemi istemiyorsan Tanrı aşkına şu pencereleri aç dedim.Anna birazda olsa gülümseyerek tabiki Carol lütfen yeterki iyi ol dedi sevinçle.Benim için bu kadar telaşla başucumda üzülen birini daha hatırlamıyorum doğrusu, nitekim annem ile aramızda hep dağlar vardı. Anna’nın beni sahiplenişini benimsemesini ve iyiliğini üzerime sunmasını sevmeye başlamıştım,bu sevgiye aç olan kalbimin varlığını bana günden güne dahada hatırlatıyordu. Oysaki dik başlılığım insanlarla iletişimime hep engeldi, hep duvarlar örüyor kimselere güvenemediğim için,kimselerin ruhumla ilgilenmediğini bildiğim için, sadece menfaat uğruna yanımda belirdikleri için bir bir yok etmiştim dünyamdan çoğunu.Neden böyle olur,anlaşılmak için varızdır oysaki yeryüzünde, ne zaman insanlar ruhlarını yok edip paranın ve bu iğrenç yaşayışın içerisine hapsettiler kendilerini.Neden ruha önem ve değer verilmiyor,neden yüzeysel olarak insanların dış görünüşü yada kadınsanız bedeninizle ilgileniyorlar, neden cinsellik bu kadar ön planda olmak zorunda ikili ilişkilerde,neden ruhtan gelen çığlıklara kimse dönüp bakmıyor.Ne zaman sağır olduk,ne zaman kör edildi gözlerimiz,ne zaman yalnızlıklara gömüldük ve ne zaman bu kasvetli yaşamı, bizi öldüreceği güne kadar kabullendik.Buraya gelmeden önce sorguladığım çok şey vardı yaşamda, zaten beni buraya sürükleyen olaylarda böylelikle gelişmişti.Hiç tanımadığım bir insanla geçirdiğim ve geldiğimiz üç günün sonunda,tuhaf tablolar serilmekteydi sanki gözlerimin önüne...
BÖLÜM-7...
Uyandığımda köpeğimiz Tex Willer hemen yanıbaşıma kıvrılmıştı,onunla tanışalı çok kısa bir süre olmasına karşın aramızda derin bir bağ çoktan oluşmuştu bile.Annanın Tex’e karşı olan tutkusunuda bilmekteydim. Köpeği bulduğundan beri onu neredeyse yanından hiç ayırmamıştı.Biraz sonra kapıdan içeri Anna girdi ’Nihayet’ dedi sevinçle,daha iyi gördüm sanki seni Carol dedi,beni çok korkuttun! daha iyimisin şimdi dedi yanıbaşıma oturup. Ona gülümsedim ve daha iyi olduğumu söyledim.Senin için çok güzel yemekler yaptım dedi, birazdan onları birlikte yiyeceğiz. Düşünmeden edemiyordum,bizim Anna ile aynı olmamız ne derece mümkün, karşımdaki bir insanda neden hep kendimi aradığıma bunca zaman sonunda bile hala akıl erdirememişimdir.Nedendir kendimden bir parça arayışlarım,nedendir onları oldukları gibi kabullenemeyişim. Bazen sorunun insanlardan çok kendimde olduğunu düşünürüm ve zamanında onlara siz haklıydınız ayak uyduramayan bendim demeyi ne çok isterdim şimdi.Yatağımdan doğruldum,başımdaki ağrı epeyce bir hafiflemişti sanki, ateşimde neredeyse düşmek üzereydi, yalnızca halsizliğim ve kırıklığım benimleydi ve gitmektede pek bir hevesli değil gibiydi.Dışarıdan gelen rüzgarın sesi kulaklarımda adeta uğuldamaktaydı,bu ses belliki ardında yağmuru getirecekti.Dakikalar sonra rüzgar fırtınaya dönüşmüştü bile, pencereyi açmaya çalıştığımda rüzgar adeta yüzüme yumruğunu indirmekteydi.Yağmurlu havaları hep sevmişimdir, bazen büyük bir fırtınanın esip, benide peşine takıp sürüklemesini isterdim, nereye gideceğimi bilmeden,beni dağlardan dağlara sürüklesin ama canımı yakmasın mümkünse,beni görmekten zevk alabileceğim o yerlere sürsün.Hiç birşeye ait olmayayım,hiç birşeyde beni sahiplenmesin, çünkü olabilediğince çıplak kalmak istiyorum şimdi.Pencereyi zar zor kapatabilmiştim, fırtınanın şiddeti bu ahşap evin çatısından garip sesler çıkartmaktaydı. Her nekadar bu durumdan biraz ürksemde bunu belli etmemeye çalışıyordum.İçeri doğru yönelmemle birlikte elektiriklerin kesilmesi bir olmuştu.Bir an için karanlığın ortasında yapayalnız hissetmiştim kendimi. Anna’dan ise hiç ses gelmiyordu,bu durum beni korkutmaya başlamıştı Anna diye seslenmeye başladım ama Anna’dan ses gelmiyordu, zifiri bir karanlık söz konusu değildi henüz ,karanlığın hafif bir gülümsemesi, hafif bir aydınlığı söz konusuydu.Annaya seslenmeye devam ettim ama Anna odada yoktu,aynı şekilde mutfaktada yoktu,bu durum beni epeyce bir korkutmuştu,bir anda kalbimin çılgınlar gibi attığını,paniklediğimi ve terlediğimi fark ettim, elim ayağım boşalmış korkunç bir halsizlik üzerimde belirmişti,peki Anna nerede olabilirdi.Daha önce mutfak dolabında mumların olduğunu görmüştüm, heyecanla dolabı açtım ve bir kaç mum çıkartıp odanın bir kaç yerine yakıp koydum.Peki Anna neredeydi,dışarıda yağmurla karışık inanılmaz bir fırtına hakimdi, kapıyı zoraki açıp Anna diye bağırmaya başladım, ama fırtınanın sesinden başka ses gelmiyordu kulaklarıma.Ayaklarıma bir şeyin değmesiyle irkildiğimi hatırlıyorum,bu köpeğimiz Tex’ti belliki bu durumdan oda korkmuştu.Kafasını okşadım ve onu koltuğa bırakıp,sehba üzerinde duran el lambasını alarak dışarı çıkmaya ve Annaya bakmaya ve onu bulmaya karar verdim. Her nekadar bu ürkütücü havadan korksamda evin çevresinde, yağmurun ve fırtınanın ortasında, zoraki bir şekilde, yalpalaya yalpalaya yürüyerek vede Anna’ya seslenerek ilerlemekteydim.Biraz ileride şöminede yakmak için odunlarımızın olduğu odunlukta olma ihtimalini düşünerekten o yöne doğru yürümeye başladım.Ama bir an için elimdeki lambanın ışığını, karşımda fırtınanın etkisiyle bir sağa bir sola eğilen ağaçlara tuttum,hepside adeta karanlığın ve fırtınanın tam ortasında sahipsiz bir şekilde can çekişmekte fırtınayla baş etmekteydi.Rüzgar suratıma olabildiğince kuvvetli bir şekilde çarpmaktaydı, rüzgara kafa
tutarcasına yürümeye devam ettim.İliklerime kadar ıslanmış, buz kesilmiştim adeta, ve işte tahmin ettiğim gibi harabedeki odunlukta el lambasının ışığı yanmaktaydı.Anna kesinlikle oradaydı.Koşmaya başladım, her nekadar fırtınadan saklanmaya çalışsamda düz arazide bu mümkün değildi.Rüzgarın şiddeti yürümeme neredeyse imkan vermemekteydi, ona rağmen direterek harabeye ulaştım.Anna dedim ve kapıyı açıp içeri girdim,ama ağlama sesi geliyordu kulaklarıma, sessizce ilerledim ve harabe odunluğun diğer bir bölümüne geçtim, Anna tam karşımda duvara yüzünü dönmüş bir şekilde fısıltıyla konuşup ağlamaktaydı.Onu bu şekilde görmeye anlam verememiş ve dehşete kapılmıştım bir an için, gök o kadar şiddetli gürlüyorduki gizlenerek vede dehşet içerisinde izlemeye başladığım Annaya bağırmamak için zor tutuyordum kendimi.Gök gürültüsünün şiddetinin her artmasında Anna adeta duvara sarılmış bir şekilde hafif çığlıklarla ağlamaya devam ediyordu. Bir an için onun korkuyla delirmiş olabileceğini düşünmeye başlamıştım ki, onu korkutan şeyin gök gürültüsü olabileceğini anladım.Ve ortaya çıkarak Anna iyimisin dedim ona, Anna’nın ağlamaktan rimelleri akmış, gözleri adeta kan çanağına dönüşmüştü.Beni görmesiyle hıçkırıklara boğulması bir oldu adeta titreyerek bana doğru hızlıca koşup sarıldı. Carol diye bağırdı ve titreyerek, iyiki buradasın iyiki geldin dedi, hassas olan ve yetersiz olduğunu düşündüğüm kalbim bu olay karşısında bir kez daha korkuyla vede çılgınca çarpmaktaydı.Bu çarpıntılar benden gücümü alıyordu. Bu durum hoşuma gitmiyordu.Neyin var neden buradasın dedim ona paniklemiş halimle,iyimisin toparlan diye onu teselli etmeye başladım.Carol buraya bir kaç odun almak için gelmiştim yalnızca ama bu gökgürültüsü ve dışarıdaki uğultu beni korkuttu, şimşeğin çakması ve sonrasındaki göğün gürlemesiyle Anna irkiliyor ve kulaklarını kapatıyordu.Bir saniye yüzüme bak Anna sakin ol lütfen dedim ona. Çok korktuğu her halinden belliydi, o kadar sıkı sarılmıştıki bana, nefes almakta dahi güçlük çekmekteydim. Sinirleri bozulmuştu bu korku karşısında, doğru düzgün tek bir cümle bile edemedi karşımda. Pekala dedim ona şimdi birlikte buradan çıkıp eve doğrru ilerleyeceğiz, tamammı Anna dedim, sanki Anna ürkek ve korkak küçük bir kız çocuğuna dönüşüvermişti o dakikalarda, bu hali beni hem panikletiyor hemde güldürüyordu. Hayır lütfen biraz bekleyelim Carol, duymak istemiyorum,duymak istemiyorum dedi daha fazla çığlık atarak.Şaşkınlıkla olduğumuz yerde kalakalmıştık, Annanın bu inatçı ve korktuğu için sergilediği tutumu karşısında adeta afallamaktaydım.Tamam o halde dedim ve onu sakinleştirmek adına küçük şakalarda bulunmaya karar verdim,Peki Anna tamam hemen çıkmayalım dışarıya ama lütfen beni daha fazla sıkma, nefessiz kalıp ölmemimi istiyorsun dedim ona muzip bir şekilde gülümseyerek. Aferdersin Carol dedi ve azda olsa korkusunu yenmesini sağladığımı düşündüm,şimdi daha iyimisin dedim ona, bak fırtına biraz daha hafifledi sanki, eve dönelim bir an evvel ve bu aptal odunluğu neden bu kadar uzak bir mesafeye yapmış bu insanlar diyerek ona normal bir ortamda olduğumuzu hatırlatırcasına rahatlatmaya çalışmıştım.İkimizde hasta olmadan çıkalım dedim, küçük ve savunmasız bir kız çocuğu bana sarılmaktaydı sanki,başını omuzumdan kaldırmamakta kararlıydı gibi. Anna lütfen çocukça davranıyorsun şuan dedim ona,ve öksürmeye başladım,bir süre sonra özür dilerim haklısın Carol dedi ve nihayet Anna eski haline dönüşüverdi,sarılarak kalakaldığımız yerden nihayet kalkabilmiştik, yüzünde garip utanma saklı idi, ilk kez onun yüzünün bu denli kızarmasına şahitlik etmiştim.İyimisin hasta oldun gibi sanki dedim ona,ben ,ben tekrardan özür dilerim Carol tamam şimdi çok daha iyiyim,iyiki buradasın benim için yatağından kalktın, sende hastasın üstelik,özür dilerim çok özür dilerim dedi ve her ikimizde elimizdeki el lambalarıyla kapıya eve doğru yavaş ve dikkatli adımlarla ilerlemeye başladık...
Benimkisi biraz delilikle varoluşun arasındaki ütopik o dünyayı arayıp bulmaya çalışma, yada yaratma çabası...
BÖLÜM-8...
Yağmur ve fırtınaya her ikimizde güçlü bir şekilde direnmiştik, eve girdiğimizde Tex bizi kapıda karşılamıştı, belliki dışarıdaki fırtınanın sesi Tex’ide korkutmuştu. Masum ve korkmuş olan bakışlarını bir an için bile üzerimizden çekmedi. Anna direkt olarak Tex’i kucağına aldı ve ona sarıldı.Elektiriklerin gitmesi benim için sorun değildi ama belliki Anna karanlıktan hoşlanmıyordu, yetersiz olduğunu düşündüğü mum ışığının aydınlığı canını sıkıyordu. Daha iyimisin dedim ona, evet Carol çok daha iyiyim teşekkür ederim,geldiğin için dedi ciddi bakışlarla. Kırıkta olsa bu denli neşeli bir insanın arada böyle ciddi tavırlar takınması beni içten içe güldürüyordu açıkcası. Biraz dinlenmek istermisin dedim ona, bana hayır dedi sen hastasın zaten Carol, ben senin için yapmış olduğum yemeği hazırlayacağım masaya şimdi, bence dinlenmesi gereken kişi sensin dedi ve beni kolumdan tutarak koltuğa yatırdı. O dakikalarda kendimi küçük bir kız çocuğu gibi hissettim, Anna sanki bana iyi bakan bir anne olmuştu o dakikalarda. Hiç birimizin kalbi sapasağlam değil aslında, derinlerde bir yerde mutlaka çatlaklıklar vardır. Kedere dair sızıntılar gün yüzüne çıktığında,derin bir acı hissederiz kalbimizde o anda. Can yakan geçmişimizden, özlemlerimize kadar, en aciz taraflarımızdan küçük düşürülmelere kadar, çatlakları onarmak için uğraşacağımıza bize bunları yaşatanlara karşı atak halinde bulunup üzerini örttük herzaman. Bir tarafım daima eksikti,sevgisizdi... Kendi kendime düşüncelere boğulmuş iken böylesine, Anna’nın mum ışığının etkisiyle salınan gövdesine takıldı gözüme. Heyecanla masayı donatmakla uğraşıyordu o. Sonu hakkında ne düşünüyordu acaba, günün birinde onu takip eden bir gölgesi olmayacaktı nitekim, bir eli’de olmayacak,bir ayağı da olmayacaktı, kısaca onu insana dönüştüren hiç birşeyi kalıcı olmayacaktı, toprakla birlikte çürüyüp gidecekti yeryüzünden. Varlığı onu tanıyan insanlar tarafından bir süre sonra unutulacaktı, kaç kuşak daha atlayacak dünya, kaç kuşak sonra ciddi anlamda sonsuza dek yok olacak anılmayacağız.Derinlere dalmak ruhumu fazlasıyla yoruyordu, Tanrı bize sonsuzluğu bağışlamıyor bu dünyada, bu yüzdendirki yaşama olan dakikalarımız, aylarımız, yıllarımız yetersiz gibi geliyor bana. Ben sonsuzluğu arıyor ve istiyorum ondan. Yalandan olan herşey canımı sıkıyor çünkü, bunlara yalandan yaşayanlarda dahil üstelik.Fazla uzaklara dalmamalısın Carol dedi bana Anna, az çok ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum, yine hayatın bu sıkıcı döngüsünde gerçeğin peşinde dolanmaktasın öyle değilmi dedi gözlerimin içine bakarak. Bu ani çıkışı ve beni ummadığım birşekilde yakalayışı şaşırtmıştı beni, çünkü daha düne kadar Anna ile aramızdaki bir benzerliğin ne denli olup olamayacağını sorgulamaktaydım. Hadi Carol masaya gel dedi. Çağırmasıyla birlikte masada yerimi çoktan almıştım bile. Masada gözüme rastlayan ilk şey sebze çorbasıydı,rengi tamamı ile yeşildi. Odaklandığımı fark etmiş olacaktıki,doğayı seviyoruz öyle değilmi dedi bana gülümseyerek. Elbette, ona aşığım dedim . Tadına bakmalısın, ve sonra fikrini almak isterim dedi. Menüyü saymamı istermisin Carol dedi heyecanla, elbette dedim ona, çok değil ama, pekala;kızarmış yumurtalı ekmek, bezelyeli karışık türlü yemek,ve çin pilavı.Nasıl görünüyor dedi bana gülümseyen gözlerle. Çok yetenekli olmalısın bu konuda Anna dedim ona, o ise bana biliyormusun üniversiteyi yarım bırakma sebebim iyi bir aşçı olma isteğiydi. Bunun için okuyup kafamı gereksiz derslerle meşgul etmemede gerek yoktu üstelik, aşçılık diploması ve yetenek yeterliydi. Ama sonra bilinmez bir döngüye saplandım kaldım, kazanmaya çalıştığım para bile mutluluk getirmedi bana. Ama hayır bunları konuşacak değiliz dedi ve bana kırmızı şarap ikram etti. Daha iyimisin Carol dedi, ateşin tam anlamıyla düştümü? Ona daha iyi olduğumu söylesemde yerli yersiz öksürüklerim ele veriyordu kendimi. Benim için ıslandın, bunun için özür dilerim dedi, endişeye kapılmış ruh haliyle. Anna bay Albert neden buraya gelmemizi istedi sence, neyi görmek istiyordu, madem ruhlarımızdan bu kadar emindi. Carol bazen sadece an’ı yaşamamız gerekir diye söze girdi Anna, bir an için istemsiz bir şekilde gerildiğimi hissettim. Ruhum bu denli ağır geliyorken üzerime, kendimi şıkışmış gibi hissetmeye başladım bu ahşap evde. Henüz geleli üç gün oldu biliyorsun dedi Anna, hemen sıkılmış olamazsın öyle değilmi dedi bana. Hayır ama profesör Albert tarafından bir haftalığına bırakıldık buraya, tam olarak ne yapmaya çalışıyoruz biz Anna dedim sıkıntılı ruh halimle.Gittiğimiz o harabe ev, bir zamanlarki yaşanmışlıklar, ve ben koca bir yok oluş gördüm orada Anna, ne olduklarını kim olduklarını bilmiyoruz o insanların, haklarında en ufak bir fikrimiz bile yoktu, onu tanıyanlar bile yok üstelik,elimizde bir tek resimleri vardı.Günün birinde bizdemi böyle yok olup gideceğiz sence? dedim ona. Anna son lokmasını hızlı bir şekilde çiğneyerek bana cevap vermeye koyuldu. Kaç yıldır omuzlarındaki bu yükü taşıyorsun Carol, kaç yıldır seni anlamayanlarla yaşıyorsun söyle, kaç aşkı değiştirdin seni göremedikleri için, kaç kez isyan ettin Tanrıya ve sonra kaç kez pişmanlık duyup af diledin ondan. Bildiğim tek şeyin insanın yalnızca kendine benzerlerini sevmesi ve arıyor olduğu gerçeğidir.Bu durum cinsiyette gözetmeksizin yapılan bir eylemdir doğru düşünen için aslında. Bugün karşında ben değil bir erkekte olabilirdi, merak ediyorum ona kendini yansıtabilecekmiydin bu kadar. Anna kalbimin derinliğine sakladığım sözcüklerimi çıkartmama yardımcı olmuştu resmen, bu sözleri karşısında afallasamda beni tam olarak gördüğünü ve görebildiğini o zaman anladım.Kalbim titremeye başlamıştı,asıl şimdi aynadaki yansımamı görüyordum karşımda...
BÖLÜM-9...
Çok az güzel şeyler yaşanıyor yeryüzünde, kötülükler daha ağır basıyor şimdi ve yazıktır ki daha fazla hakim gibi... Anna ile yemeğimizi yemiş çoktan kalkmıştık masadan. Kahve yapmak istediğini söyleyip mutfağa gitmişti o. Her halinden belliydi beni bu gece koyu bir sohbetin içine çekmek istediği. Bu kahveyi o yüzden hazırlıyordu. Birbirimiz hakkında hiç birşey bilmemek güzeldi oysaki. Yağmur şiddetini bir an olsun dindirmemişti, ve henüz elektiriklerde gelmemişti. Bir an için birşeyin farkına varmıştım, buraya geldim geleli tüm korkuyu unutmuştum.Henüz üç gün geçmesine rağmen dünyadan bir haber yaşamanın keyfini hissettim bir an için. Her gün haberlerde maruz kaldığımız yada duyduğumuz korkunç olaylar ister istemez gözlerimizden bir perdeyi daha kaldırıyordu,daha fazla sorguluyor hayata karşın daha fazla kafa yoruyordum.Biraz sonra Anna kahveleri getirdi. Ve hadi bakalım tüm duygulardan soyutlanma vakti dedi. Ne demek istediğini tam olarak anlayamasamda ona gülümsedim.Daha iyimisin Carol dedi, ona iyi olduğumu hafif baş ağrımın olduğunu söyledim.Anna’da çözemediğim birşey vardı, bir yanı çok mutlu diğer bir yanı ölüye yakındı. Buna kendimi de dahil edebilirim ama Anna kadar çok gülümsediğimi hatırlamıyorum. Yarın haritadaki diğer kulübeye gidecekmiyiz Carol dedi, ona yarına çok daha iyi olabileceğimi ve gidebileceğimizi söyledim. Hiç tanımadığım bir insanın bana arkadaşlık etmesi çok garip diye söze girdi. Burada bahsettiğin ben olmalıyım Anna öyle değilmi dedim ona şaşkınlıkla. Elbette sensin Carol dedi, neden bu kadar korkuyoruz yaşamaktan sence dedi. Yaşamaktan korktuğumuda nereden çıkarttın dedim ona.Carol şu halimize bir bak diğer tüm insanlar bizden çok farklılar oysaki, neden bu kadar hassas ve güçsüz olmak durumundayız sanki dedi, tüm hüzünler Anna’da birlenmişti şimdi, üzerine bir durağanlık çökmüş elinde kahve kupasıyla yönünü pencereye dönmüş yağmuru ve karanlığı seyretmekteydi. Bana birşeyler sormak istediği her halinden belliydi, bir müddet onu duymamazlıktan geldiysemde, can alıcı sorusunu yanı başıma gelerek sormuştu bile. Hiç aşık oldun mu Carol,birini çok sevdinmi ? Belki sevdim,belkide sevemedim diye cevap verdim ona, bu sözlerimden tatmin olmamıştı gibi. Güzel bir kızsın Carol,kimsenin olmadın mı yani dedi! Bunları konuşmak zorunda değiliz Anna öyle değilmi, bence boşvermelisin dedim çünkü beni anladığını sanmıyorum dedim,gerildiği her halinden belliydi belli belirsiz bir asabiyet kaplamıştı her yanını bir anda. Beni ısrarla bu konuya çekmek istemesine anlam veremiyordum. Sana dokundularmı, birinin hayvanca altında kaldınmı, buna nasıl izin verirsin! Anna’nın bu sözleri beni dehşete düşürmekle birlikle sevindirmişti, çünkü tüm bu düşünceleri bende düşünüyor ve insanların aşk adı altında yaşadıkları o mahremiyetten tam anlamıyla hoşlanmıyordum. Ama bunu belli edemezdim Anna benimle dalga geçmek isteyebilirdi.Ona neler söylüyorsun Anna diye gülümsedim, her nekadar Anna’daki gerginlikten bendede olsada o halimi ona belli etmedim. Bence artık uyumalıyız dedim onu yatıştırmak istercesine, Anna’nın insanların cinsel yaşantısına karşı bir takıntısının olduğunu anlamıştım,işin acı yanı onunla bu düşüncesiyle,kendimi bildim bileli aynı görüşü paylaşmaktaydım.İster istemez şok olmuştum Anna’nın bu çıkışı ve sorusu karşısında, şimdiye kadar tanıdığım hiç bir kız arkadaşım bu tarz düşünmemişti çünkü. Kalbimde derin bir acı duymaya başladım o dakikalarda, tüm bu insanların ne yaptıklarını sorgulamaktan bıkmıştım artık, ama Anna bu sorusuyla beni yine düşüncelere boğmuştu bile.Bir müddet kadar anlaşılmaz bir sessizlik söz konusu oldu aramızda ,yüzünü bana dönmemişti bile, ne söylemeye çalıştığını az çok tahmin edebiliyordum, ama onun bu soruyu sormasına tahammülüm varmıydı orasından kesinlikle emin değildim. İkimizde çok gergindik, karanlığın üzerimizde bıraktığı kasvet dakika dakika ruhumuza işlemekteydi, bir kez daha atakla, yalnız kalmaktan bir kez bile olsun korkmadın mı Carol dedi, ona gülümsedim ve koltuğa uzandım, serinkanlılığımı bozmamaya çalışıyor ve onun çocukça davrandığını düşünmesini sağlattırmaya çalışıyordum fakat bu pekte mümkün değildi gibi.Anna beni köşeye çekip sorular sormakta kararlıydı gibi. Nasıl seni bir erkeğin öpmesine izin vermezsin dedi bir hışımla yanıbaşıma gelerek, o dakikalarda onun gerçekten çıldırmış olabileceğini düşünmeye başladıysamda, bu benimde aklımdan geçen olağan şeylerdi.Anna lütfen dedim ona, sakinleştirmeye çalışarak! bilmek istediğin,bir erkekle beraber olup olmadığım sorusuysa evet oldum dedim ona, bu dakikalarda kalp çarpıntım çok daha hızlı artmıştı, elimin ayağımın titremesine zihnimi yatıştırarak kontrol etmeye çalışmaktaydım.Ama pek başarılı olamayışım sesimin titremesinden belliydi.Komiksin Carol,senin kimseyle yatmadığını düşünmekteyim dedi,neden kendini birçok şeyi yaşamış gibi göstermek istiyorsun dedi küstahça bir tavırla,Anna’nın bu derece çirkinleşmesi beni ürkütmüştü,konuşmak istemiyorum Anna sanırım şarap sana dokunmuş olmalı ve görüyorum ki kahvede seni kendine getirememiş gibi dedim ve sözlerimi bitirdim, ama Anna yanıbaşımda benden kararlılıkla cevaplar beklemekteydi. Kalkmaya çalıştığım bir anda Anna asabiyetle kolumu kavrayıp beni durdurarak,neden gerçeklerden bahsetmekten bu kadar korkuyorsun Carol diye ağlamaya başladı, ısrarla duymak istediği sözlerin dudaklarımdan dökülmesini istiyordu ve kavradığı kolumu acıtmaya başlamıştı artık, bırak beni Anna ve lütfen kendine gel artık diye ona karşı hiddetlendim.Ama bu çıkışım onu durdurmamıştı kolumu bırakmamakta kararlıydı, bir an için bir delinin gücüne sahip olduğunu düşünmeye başladım, oysaki gözümde düne kadar bir melek kadar hassastı, nasıl bir anda böylesine kızgın bir canavara dönüşebilmişti peki. Anna’nın bu ısrarı sabrımı taşırıyor sinirlerimi geriyor elimi ayağımı titretiyor ve üzerimde yenmeye çalışsamda bir baskı oluşturuyordu.Sinirlerimin boşaldığını ona karşı bağırarak söylediğim şu cümlelerden pek ala anlayabiliriz! Ne duymak istiyorsun ’Anna’ ne! Evet bunca zaman yapayalnızdım,hiç bir erkeği sevip benimseyemedim,ve evet belkide kendimi bir başkasıyla paylaşamayacak kadar da bencildim.Kimsenin bana dokunmasını istemedim, anlıyormusun? bu tarz şeyleri düşünmek bile midemi bulandırıyordu çünkü, hiç bir erkeğe kendimi vermedim, ve hiç bir erkeğe yaşamımda umutta vermedim, o kadar bencil ve insanlara karşı güvenim yoktuki hepsi gözümde bir süre sonra canavara dönüşmeye başladı; Bir kadın bir başka kadınla sohbet halinde ve şu sözler dökülüyor dudaklarından! Yan evdeki adam otuz yıllık eşini yatakta boğup öldürmüş, diğer kasabadaki kadın çok sevdiği üç çocuğuna bakamadığı için onları gölde boğmuş, başka bir ülkede birde şöyle bir olay yaşanmış; Gözleri gibi baktıkları evlatları anne ve babasından para alamadığı için onları bir çırpıda kurşuna dizmiş! Hiç birşey gerçek değil,bizi içine sokmaya çalıştıkları hiç birşey gerçek değil, bu yaşantı bile gerçek değil! Ellerim,gözlerim,dillerim bile bana yalnızca acı verdirmek için varlar,Tanrının huzuruna çıkıldığı anda hepsi aleyhime bir bir şahitlik edecekler! Ellerim,gözlerim dillerim bile bana karşı ruhuma karşı olacak, nasıl diğer insanlar gibi hiç birşey yokmuş vede olmayacakmış gibi yaşamamı bekleyebilirsin benden ve Tanrı evet o büyük Tanrı! bu evrende sonsuzluğu ve güzelliğide bağışlamıyor bizlere, neyin hayalini kurabilirim öyleyse!Uyan ve gözlerini aç Anna!
Anna önümde diz çökmüş tüm gücünü yitirerek ellerimi tutup destek almaktaydı benden,benim hiddetlenmiş halime ve zihnimden çıkan gerçeklerime şimdi o tanıklık etmekteydi.Lanet olsun dedim ona ağlayarak, yeryüzünde tüm bu olaylar benimle aynı kanda canda insanlar tarafından yaşanmakta ve yaşatılmakta üstelik, neden Tanrının bana verdiği canı, tek başıma yok etmek istemeyeyim, neden Anna dedim ona neden! Anna güçsüzleşmiş ve gözleri dolmuş bir şekilde sadece gözlerime bakakalmıştı! Ona duymayı istediği herşeyi söylemiştim belkide.Bu kadar güçsüz olmamızın sebeplerinden sadece biridir üstelik bu saydıklarım dedim ona, hayatta bizi yaralayan çok unsur vardır Anna, ne kadar çok şaştığımı anlatamam sana, Tanrının bana vermiş olduğu bu hassas ama güçlü ruhun hala nasıl ayakta kaldığını sana anlatamam,çünkü ben bile anlamış değilim bunu Anna, ben bile!Ona bu cümleleri sarf etmiş ve kendimi odama yatağa atmıştım.Kalbim adeta ağlamaktaydı ama anlaşılmaz birde huzur vardı şimdi bir yanımda,Anna yere öylece çökmüştü ve bıraktığım gibiydi! Onu dakikalar sonra kapıdan baktığımda gördüm,yerde tıpkı bir cenin gibi kıvrılmış,benden duyduğu tüm o sözlerden sonra bitik ve hissiz bir halde öylece kalakalmıştı, gözlerini boşluğa dikmiş yok olmanın hayalini kuruyordu belkide. Bu günü bitirmeye ve yeni bir sabaha uyanıp her ikimizinde bu psikolojiden sıyrılması ve unutması adına kapıdan yerde yatan Anna’yı seyretmekten ve onun için endişelenmekten bir anda vazgeçip yatağıma bir kez daha kendimi atmış oldum böylelikle...
- Sarsıntı-
BÖLÜM-10...
Gözlerimi derinden ve uzaktan gelen kuşların o masalsı cıvıltılarıyla çoktan açmıştım bile.Anna ile dün gece yaşadığımız o sarsıntının izi, ruhumda kalmamıştı gibi, öfkeden çok bir rahatlama söz konusuydu çünkü ruhumda. Bugün bir kulübeye daha gideceğiz ,bay Albert’ın bize gözlem yapmamız için belirttiği o kulübelerden birine. Gözlerimi tavana diktiğimde bu evin çoktan ölmüş olabileceği hissine kapıldım bir an için.Çünkü ruhu ve neşesi yoktu bu evin. Oysaki penceremin aralığının, dışarıdan içeri aldığı ses çok daha büyüleyiciydi.Yataktan bir anda kalkıp kuşları dinlemek için pencereye doğru yöneldim, karşımda uzanan uzun ve dans eden ağaçlar, derinliklerinde gizemi barındırdığı her halinden belli olan orman vardı, gözlerimi bir an için kapatmıştım sadece, adeta büyülenerek transa geçmiştim, fakat tekrar açtığımda beni dehşete düşüren bir görüntüyle karşılaşmıştım. Kısa boylu hafif şişman beyaz saçlı yaşlı bir kadın dışarıda çimenlerin üzerinde öylece oturmaktaydı, peki ama bu kadının burada ne işi vardı ? Unuttuğumu sandığım korku bir anda yeniden yayılmıştı bedenime, oysaki burası bay Albertın söylediği gibi gizli bir bölgeydi, bu yaşlı kadının burada ne işi olabilirdiki.Dehşete düşmüş bir halde dışarıya çıkmak için odamdan ayrıldım,Anna bıraktığım yerde öylece uyumaktaydı,köpeğimiz Tex ise Anna’nın yanı başına kıvrılmıştı,beni gördüğünde ise neşeyle kuyruğunu salladı,Tex’in hızlıca başını okşayıp pencereden gördüğüm yaşlı kadının yanına doğru dışarı çıkmıştım.Evin tam karşısında çimenlerin ortasında öylece oturmaktaydı, yanına doğru yaklaştığım her an ona gülümsemeyi ihmal etmedim.Ve yanındaydım işte ,gözlerime bakıyordu anlamsızca,sanki kaybolmuş gibiydi.Burada ne işiniz var,buraya nasıl geldiniz diye heyecanla sorular sormaya başlamıştım yaşlı kadına,ama kafa sallamanın dışında bana hiç bir şekilde tepki vermiyordu, konuşamıyormusunuz dedim ona, beni anlıyormusunuz? Sanırım beni duyamıyorsunuz,konuşamıyorsunuzda, büyük bir hayalkırıklığı sarmıştı ruhumu o dakikalarda , oysaki konuşmaya ne çok ihtiyacım vardı şimdi deyip hayal kırıklığı ile yaşlı kadının yanıbaşına oturdum.Gözlerime bakıyor ve gülümsüyordu,onu kısaca incelemeye koyulduğumda ellerinin kırışıklığını ve titrekliğini fark ettim, ruhu ölmüştü sanki,geriye bir tek kuruyan bedenini bırakmış gibiydi.Çokmu yorgunsunuz diye garip sorular sormaya başladım bir anda karşımda konuşmaya bile mecali kalmamış olan insana.Sonra büyük bir keyifsizlikle onun titreyen haline ve halsizliğine acımışken buldum kendimi.Bu çok garip dedim, burası gizli bir bölge,pek kimsenin gelip geçmediği yada bay Albert’ın söylediği kadarıyla biz böyle biliyoruz! Bana büyükannemi hatırlatıyordu sanki,saçlarının kısalığı ve beyazlığı.Derin derin nefesler alıp karşımdaki insanın konuşamıyor olmasına aldırış etmeksizin ben onunla konuşuyorken buldum kendimi.Sizinle bir çocukmuşsunuz gibi konuşmak istemiyorum aslında, insanlar yaşlandığı zaman genç insanlar karşıdaki yaşlanan insanları nedense aptal sıfatına sokarlar hep, ben sizin gibi yaşlı insanları çok iyi anlıyorum, heyecanla sözlerimi sürdürürken ellerimi tuttuğunu gülümseyerek sözlerimi onaylarcasına kafa salladığını fark ettim. Sözlerimi sürdürmeye devam ettim. Sizi çok iyi anlıyorum,çünkü bir zamanlar sizde gençtiniz, ve ben inanıyorumki yaşlanan sadece bedeniniz,ruhunuz eminim benim ruhumdan çok daha gençtir!Ruh yaşlanmaz çünkü,daima çocuksu ve hassastır. Nereden geldiğinizi ve bu kıpırdayamayan halinizle nereye gitmeye çalıştığınızıda bilmiyorum açıkcası,ama eğer isterseniz sizi misafir edebilirim dedim heyecanla,keşke isminizi öğrenebilsem dedim ona,ama konuşamıyorsunuz! Gözlerime baktı,ve içten bir gülümsemeyle yere doğru eğildi, yerdeki kuru dalı alıp yere bir yazı yazdı yeniden doğrulduğunda ne yazdığına baktım ’Nora ve Charles 1910’ yerde yazan tam olarak buydu, beynimden vurulmuşa dönmüştüm
o dakikalarda, Anna ile ilk gittiğimiz yıkıntı olan ahşap evde bulduğum resmin ardında yazıyordu bu isimler,hatırlamıştım bu o merdivende poz veren kişiydi.Heyecan ve şoku ardı ardına yaşamıştım, siz o evdeki resimdeki kadınmısınız dedim ellerini tutarak,başıyla onaylarcasına evet dedi,aman Tanrım deyip büyük bir şaşkınlık yaşadığımı anımsıyorum, hemen yanıbaşına oturmuştum, bu sırada Annanın kapıdan bana seslendiğini duydum, Kafamı ona doğru çevirdiğimde neden kendi kendine konuşuyorsun Carol dedi! Ne! tüm şaşkınlığımla bunu söyleyebilmiştim, seni kaç dakikadır izliyorum, garip hareketler yapıyorsun,neyin var dedi yanıma yaklaşarak, kafamı yaşlı kadından yana hemen yanıbaşıma çevirdiğinde yaşlı kadının yanımda olmadığını fark etmiştim, şok olmuş adeta beynimden vurulmuştum sanki, Anna korkuya kapılmış bir biçimde neyin var Carol dedi, bense şaşkınlıkla ona açıklama yapmaya çalışıyordum,şimdi buradaydı, kim buradaydı Carol dedi,o dedim , o kim Tanrı aşkına dedi, yaşlı kadın bayan Nora,bu nasıl olur diye etrafıma bakınıyor açık alanda olduğumuz için bir kaç saniyeliğine Annaya yönelmem dolayısıyla kalkıp gitmiş olabileceğinin imkanı yoktu doğrusu.Bu bir hayalmiydi,Tanrım çıldırıyor olabilirmiydim! Anna sözlerini yineleyerek iyimisin Carol dedi, bense heyecanla nefes nefese kalmış yaşadığım bu olaya anlam vermeye çalışıyordum. Anna’ya ne desem inandıramayacağımı biliyordum, bu yüzden sanırım başım döndü,bilirsin bazen doğayla başbaşa kaldığımız zaman, kendi kendimizin yansımalarına şahitlik ederiz,kimseyle konuşmuyordum Anna, sadece kendimle konuşmaya çalışıyordum dedim sözlerimi heyecanla geçiştirerek.İzninle eve geçiyorum şimdi dedim ve şaşkınlıkla kaçarcasına eve doğru ilerledim. Kendimi yatağa çoktan atmıştım bile, o kadın oradaydı nasıl olurda birden yok olabilir, Tanrım neydi bu diye kendi kendime konuşmalara başladım, biraz sonra dün geceki yaşadığımız stresli dakikaları unuttuğu her halinden belli olan Anna bana doğru kapıdan seslenerek, kahvaltı hazır Carol seni bekliyorum dedi, ona tamam geliyorum dedim ve bir kez daha yaşlı kadını görebilmek umuduyla pencereye doğru ilerledim. Hiç birşey yoktu,gördüğüm şey bir rüya da değildi, peki neydi?
BÖLÜM-11...
Varoluş sıkıntısını kaç insan çekiyor olabilir yeryüzünde, günaha girmenin korkunç taraflarına kaçı göz gezdiriyordur şimdi, kaçı inanmaktan artık vazgeçmiştir,amaçsız yaşayan kaç insan mevcuttur mesela yeryüzünde. Düştüğüm durumdan utanmıştım açıkcası, Anna çıldırdığımı düşünüyor olmalıydı kahvaltı masasında beni bekliyor iken şimdi, sanırım ona delice bir koz verdim. Kafam karışmıştı, yaşlı kadının bir anda ortadan kaybolmasına anlam veremiyordum çünkü. Geliyormusun Carol diye seslendi Anna naif bir ses tonuyla, evet elbette, geliyorum Anna geliyorum şimdi dedim ona ve yüzümü aynaya doğru yönelttim. Kendime iyi olduğumu, yaşadığımın belkide bir halüsinasyondan ibaret olabileceğine dair telkinlerde bulunuyordum. Tüm pozitif enerjimle on beş dakika önce hiç birşey olmamış gibi kahvaltı masasına Anna’nın karşısına oturdum.Çay içmek istermisin dedi bana, bu iyi olur,teşekkür ederim Anna dedim ona kırık gülümsememle,Anna çayımı katıyordu, ben ise kafamda derin düşüncelere çoktan batmıştım bile, işin kötü yanı çıkamıyordum bu garip düşüncelerden.Çok dalgınsın bu sabah Carol dedi. Neyin var hastamısın dedi gözlerime anlamlı bir ifadeyle bakarak. Hayır! iyiyim dedim ona, sadece sanırım biraz başım ağrıyor hepsi bu, bu baş ağrın umarım kulübeye gitmemize engel değildir dedi,alaycı bir ifadeyle.Neden böyle davrandı bilmiyorum ama Anna imalı konuşmalarıyla canımı sıkmaya başlamıştı o dakikalarda. Elimi ayağımı nasıl yönlendirmem gerektiğini bile unutmuştum sanki, sabahki can sıkıcı olaydan hala kurtaramamıştım kendimi, o kadın gerçekti. Az daha kaçırıyordum dedi Anna heyecanla yerinden kalkarak, neyi dedim ona şaşkınlıkla, saate bak ona geliyor, ne olmuş yani dedim ona.Beş dakika sonra sana çok sevdiğim bir eseri dinleteceğim, şu radyodan yükselecek o büyülü melodiler.Ne demek istediğini anlamıyorum Anna dedim ona kekeleyerek. Bu saatte hep bu eseri çalarlar, eminim biliyorsundur dedi ve masaüstünde duran radyo kanalından söylediği frekansı açarak yerine oturdu. Anna bugün çok neşeliydi, oysaki dün gece çok kötüydü,nasıl olabilirdi bu,bir insanın ruh hali nasıl bu kadar çabuk değişebilirdi.Kahvaltımı yapar iken Anna’ya düşünceler arasında kaybolmadığımı belirtircesine,radyodaki adamın çok fazla konuştuğunu söyledim.Bana gülümseyerek evet dedi bak şimdi dinle çok az kaldı saat yaklaşıyor dedi tam onda hergün bu muhteşem eser çalar. Ve son bir dakika dedi heyecanla, sadece dinleyelim Carol dedi konuşmadan.Anna’nın yersiz heyecanı beni germekle birlikte açıkcası heyecanlandırmıştı.Şimdi onun heyecanına ortak olarak radyoda çalacak esere kulak kabartıyordum sabırla. Ve işte saat tam ondu, çalıyordu... Bu eser Albinoni’dendi; Adagio in G minor. Öyle derinden ve yavaştan yükseliyordu ki ruhuma işliyordu şimdi.Anna gözlerini kapatmış, karşımda adeta kendinden geçercesine eseri dinliyordu.Belliki söylediği kadar çok seviyordu. Şimdi acılarım daha fazla yoğunlaşmıştı kalbimde, kırgınlıklarım,umutlarım vardı kalbimde, unuttuklarım, unutuluşlarım, geçmişe bir kez daha dönmek canımı yakıyordu şimdi. Koca bir çemberin içine hapsedilmişti sanki ruhum , tüm huzursuzluğuyla nefes almayada devam edecekti gibi.O büyük yıkım, o korkunç kaos ne zaman yaşanacaktı ki. Anna müziğin bitimiyle ayakları adeta yerden kesilmişcesine
büyülenmiş olarak kalktı masadan. Hadi artık çok geç olmadan kulubeye doğru yol alalım dedi, gözlerimin içine bakıp gülümseyerek. Bugün hava oldukça güzeldi, bugün bir kulubeye daha gidecektik. Geçen süreçte Anna çoktan hazırlanmış bile,tüm neşesi ve keyfi ile kapının önünde beni beklemekteydi. Sırt çantamı odamdan aldım ve kapıya Anna’nın yanına doğru ilerledim. Anna bugün normalde göründüğünden daha bir keyifli görünmüştü gözüme, bir kaç adım önümden yürüyor ve şarkılar mırıldanıyordu kendince. Oysaki geçen geceki halleri ve tavırları gözümün önünden gitmemekteydi. Aynı türün örneği olduğumuz konusunda git gide hemfikir olmaya başlamıştım. Anna’nında benim gibi düzene ve öğretilerine karşı büyük bir öfkesi vardı. O kadar keyifli görünüyordu ki biraz sonra soracağım sorularla onun keyfini kaçırıp kendi hüznüme ortak etmeyi düşünüyordum. İnsan bazen acizdir, bazense hiç olamayacağı kadar bencil. Geçen gecenin intikamını almak adına şimdi Anna’nın üzerine gitmeyi ben düşünüyordum. En sevdiği eserler Albinoniden bense daha çok Mahleri severdim,yinede bir fark olmalıydı aramızda.. Kalbimi kanattı,üzerindeki bu mutluluk ,benim kalbimin acısından olsa gerek diye türlü türlü düşüncelere kapıldım o dakikalarda. Bir an için yönünü bana döndü ve gözlerime baktı,sahte bir gülümseyişle emin adımlarla önümde yürümeye devam etti.Anlaşılan o ki, o gece Anna ile oklarımızı birbirimize çoktan fırlatmıştık bile. Her nekadar onu düşüncelerimle yere ben sersemde, içimde dizginleyemediğim bir açık arama dürtüsüyle Anna’yı bir anlığınada olsa kalbinden vurmayı hedefliyordum. Nereden çıkmıştı kalbimdeki bu kötülük sinyali,oysaki oda benim gibi hayatta tutunamayan gizemli bir türdü. Neden anlayış gösteremiyorum,neden onu üzmek isteyeyim, ona alışıp sevdiğim ölçüde nefretimi ve hırsımı ona sunmak istercesine,elimin ayağımın titremesine bir an için son verip; Tacize uğramış olmalısın Anna öyle değil mi dedim. Sözlerimle şoke olan Anna, korkunç bakışlarla bana yöneldi, neler söylüyorsun sen böyle Carol dedi. Bunuda nereden çıkarttın diye ekledi. Geçen gece bir takım açıklamalar yapmamı istedin; bense yaptım! senin sorunun ne ? dedim ona sanki bu konuda kendi sorunum yokmuş gibi. O gece sana söylediğim herşey palavradan ibaretti. Beni aklınca konuşturup aciz taraflarımı enseleyebileceğinimi düşünüyordun yoksa dedim büyük bir çıkışmayla. Anna korkunç bakışlarını bir kez daha sonlandırıp büyük bir kahkaha atmaya başladı karşımda, bu tavırları beni çıldırtıyordu,bunu her nekadar ona belli etmesemde. Yanıma yaklaştı o kadar yakınımda duruyordu dudakları özellikle onu okumamı istercesine bir tavır takınmıştı. Bak Carol dudaklarıma bir bak, sadece bak ve senin komik düşüncelerin için sarf edebileceğim tek bir cümlemin dahi olmadığı gör! Yakından gör istedim...Bu hali beni olduğum yere çivilemişti adeta,karşısında sus pus olmuştum...
Bir kaç günde alıştığım bu ruhu şimdi öldürmek istiyordum, üstelik ona o kadar çok alıştım ki, kopmamında pek mümkünatı yok gibi. Her zaman tuhaf bağımlılıklarım olmuştu. Bana sevgisini ima eden bir insana adeta tapardım. Bana aşkını ilan eden bir erkeği ise adeta süründürürdüm. Ama görünen o ki Anna bana karşı bir sıfır öndeydi şimdi...
BÖLÜM-12...
Eğer şuan burada olmamış olsaydım,belkide o son kararımı çoktan vermiş olacaktım. Diğer tüm insanların yaptığı gibi, evlilik tekliflerini değerlendirecek ve o döngüye saplanıp kalacaktım. Üstelik hayatın hangi tarafında durduğumdan emin bile değilim hala. Kulübeye doğru Anna ile ilerlemekteydik, bana son golünü attığı saatlerden beridir, yollarımızı ayırıp aramıza metrelerce mesafe koymuştuk bu yüzden. Yol hemen hemen iki saat kadar sürmüştü, elimizdeki harita yaklaştığımızı göstermekteydi. Anna her zaman ki heyecanı ile, önceden kulübe kapısında soluğu çoktan almıştı bile . Bense yanına yaklaşsamda, onu görmemezlikten gelen tavrımı çoktan takınmıştım bile. Nihayet! dedi bir çığlıkla, yorgun bedenini kulübenin kapısı önüne serdi . Bu kulübe diğerlerinden daha havalı duruyordu. Dışı çokta eski gibi görünmüyordu, kapıyı açmadan içeri girmeden önce yaptığım ilk şey,kulübenin etrafında dönmek oluyor,önünü arkasını sağını ve solunu gözlemlemeden içeri adım atmıyordum. Kapıyı açalım Carol dedi Anna; Ne kadar garip öyle değil mi dedim ona, ne gibi dedi bana. Çok normal görünüyor herşey dışarıdan bakılınca.Tıpkı biz insanlar gibi Carol! dedi ,kimbilir içeride neye rastlayacağız, kalpte tıpkı kapı gibidir, ancak sonuna kadar açıldığı vakit sana gerçekleri gösterebilir.Anna’nın bu düşüncesi tamda düşündüğüm ve hissettiğim şeydi. Zihnim dilimden daha atak davranmıştı, sözler yalnızca düşüncemde kilitlenip kalmış dile dökülmemişti. Anna ise bunu pek ala sözleriyle açığa çıkartmıştı. Kapıyı açmakta her ikimizde oldukça zorlanıyorduk, çünkü kilit pas tutmuştu, anahtar bu yüzden yerine tam olarak oturmuyordu. Anna o heyecanlı ve istekli tavrını bir an olsun bile kaybetmemişti. Sanki onunla hiç tartışmamış gibiydik, yalnızca önündeki işe odaklanıyordu. Ve işte kapı büyük bir gıcırtıyla açılmıştı. Kapıyı açar açmaz içeriden yüzüme yansıyan ve burnuma gelen ahşap evin o yaşanmışlıktan sonraki terk edilmişlik kokusu hafiften hafiften mideme vuruyordu. Ölüm gibi kokuyordu, tıpkı bir ölü gibi. İlk iş olarak, sağıma soluma dahi bakmadan tam önümüzde duran odanın sımsıkı kapatılmış penceresini açtım. Kendimi o kadar kötü hissetmiştimki, pencereye atılmakla birlikte kafamı tekrar içeri sokmak istediğimden emin olamıyordum bir türlü. Rahatsızlandığımı gören Anna, panikle yanıma gelerek, neyin var Carol, sararmışsın,terliyorsun üstelik,sen iyimisin ? dedi. Ona iyi olduğumu söylemeyi çok isterdim ama değildim, beraberinde başımda dönmeye başlamıştı çünkü, beni dışarı çıkart lütfen dedim ona, çok korktuğu her halinden belliydi, elimi tuttuğunda onunda tere battığını fark ettim.Tamam Carol buraya uzan lütfen dedi, ve beni kulübenin hemen yanıbaşındaki ceviz ağacının altına yatırdı,çantadan suyu çıkarttı, ve bezi ıslayarak alnıma koydu, iyi değilsin ama, neden böyle oldun diye başımda konuşmaya başladı, sadece midem bulandı,sen gir lütfen ve not al,ben şimdi toparlanırım dedim ona. Usul usul yanımdan ayrılışını bir gözüm açıkken görebiliyordum.Ama bu gözümde kapanmak istiyordu şimdi.Bir an için iki gözümüde kapatmıştım, beynimde fırtınalar esiyordu sanki, ağustos böceklerinin o can sıkan sesleri yankılanıyordu şimdi kafamda.Bana göre henüz beş dakika bile geçmemişti ama Anna yarım saattir içerideyim hala düzelmedinmi Carol diye bağırarak yanıma geldi. Yarım saattir uyuyor olmalıydım. O kadar oldumu dedim ona,elbette dedi, peki, şimdi daha iyimisin dedi bana, evet daha iyiyim, dedim sırtım ve boynum terden ıslanmıştı, sanki biliçsizce bir uyku çekmiş gibiydim. Tüm duyularımı yitirmiş gibi hissediyordum, kafamın içindeki derin boşluğun içerisinde savruluyor gibiydim. Bir anlık atakla ayağa kalktım, Anna gözlerini dikmiş dikkatle beni seyretmekteydi,bu seyri beni biraz utandırmıştı, otur Carol lütfen dedi eliyle yeri işaret ederek.
Ahh bu hiç hayra alamet değildi, Anna ne zaman bu tavıra bürünse yada bu naif ses tonunu kullansa, zor durumda kalacağımı hissederdim, beni köşeye sıkıştırmaktan haz alıyordu sanki. Sandığın gibi değil Carol dedi bana, seni köşeye sıkıştırmayacağım, şaşırmıştım, ya beynimin içinden geçeni okuduğunu, yada acaba sesli konuştumda benimmi haberim yoktu gibisinden telaşa kapıldım bir anda. Sen gördüğüm en güçlü insanlardan birisin Carol dedi, tıpkı yıkılacağına asla ihtimal vermediğimiz bir dağ gibi. Hayatın başrolünde genelde senin gibi sıkı insanlar olur, her nekadar biz yan rollerdekilerin kaderi daha sağlam olsada,yıldızı sen ve senin gibiler hak ediyordur aslında. Anna’nın bu sözleri göğsümü kabartmakla beraber,beni hayretede düşürmüştü, bu sözlerinde samimi olduğu her halinden ve tavrından belliydi çünkü, bir anda iki elimi birden tuttu, kalp çarpıntılarım daha bir artmıştı, ne yapıyorsun dedim ona gülümseyerek, o iki elimi avuçları arasına almış, yeryüzünde tek bir insan bile kalmasaydı, yalnızca ikimiz kalsaydık bile bundan şikayetçi olmazdım inan dedi bana. Bu sözleri beni şaşkınlığa sürüklüyordu, neden böyle davranıyordu, bunu anlamlandıramıyordum bir türlü. Sözlerine devam etti,Sen dağ gibisin Carol, karakterli,erdemli ve samimi. Biliyormusun, bir erkekte hep bu özellikleri aramışımdır, ama karşıma hep umutlarımı yıkan tipler çıktı, tam sevecekken kalbimi yerlerde parçalanmış halde buldum. Tanrı bu evrende sonsuzluğuda, tapılası sozsuz aşkıda bağışlamıyor ne yazıkki. Yancy adında bir çocuk vardı, onun için ölebilirdim, bir ara gözlerim bu denli kararmıştı çünkü, onunla sonsuzluğa erişebileceğimizi hayal ederdim hep, taki birgün onu bir başka kızla göresiye kadar. Neden bunu yapıyorlar, bu denli bir açgözlülükle bana kim aşk safsatasının gerçek olduğundan bahsedebilirki artık. Bir erkeğin gözünde, bir et parçasından fazlası olmadığımı fark ettim o anlarda, biliyormusun üstelik sana bundan sonraki söyleyeceğim şeyler biraz edepsizce olabilir Carol ama bu düşüncelerim, beynimin onayladığı ve düşündüğü şeylerden bir kaçı olacak yalnızca. Anna’nın yersiz itirafları kalbime derin bir heyecan katmaktaydı o dakikalarda, ısrarla bir sonraki sözcüğünün ne olduğunu beklemeye koyulmuştum bile ,onun sözünü hiç bir şekilde kesmeden ne söyleyeceğini neyi itiraf edeceğini çok merak ediyordum. Biliyormusun, çoğu insanda erdeme dair hiç birşey göremiyorum, aşktan elimi eteğimi çektiğim vakitten beridir düşünürüm bu döngüyü, yani bir erkeğin altına yatıyorsun! ’sana edepsizce şeylerden bahsedeceğimi söylemiştim’,dedi çocuksu bir gülümsemeyle,dinliyorum dedim ona. Evet, bir erkeğin altına yatıyorsun, uzaktan kendini izleseydin eminim bunun çok küçük düşürücü olduğunu fark ederdin, seks yapmak bana küçük düşürücü pozisyonlara bürünmekten başka birşey değil gibi geliyor Carol, aptalca bağrışmalar,iğrenç hazzın elinde esir olmalar, düşünsene bir, en sevdiklerimizi bu pozisyonlarda görmüş olsaydık iğrenmezmiydik onlardan.Sence bu hoş bir şeymi ? Neden böyle olmak zorundaydı. Daha masum olabilirdi aşk, daha karakterli,daha edepli ve daha usturuplu, bu çok bayağı ve aşağalık birşey gibi geliyor bana Carol, bunları bir tek, bu şekilde ben düşünüyor olamam öyle değilmi dedi bana bir anda paniklemiş ses tonuyla. Bu itirafı ve açıklaması karşısında epeyce bir afallamıştım.Benden bir kızkardeşlik bir annelik yapmamı bekliyordu sanki o dakikalarda, düşüncelerinin onaylanmasını bekliyordu gibi sanki Anna...
BÖLÜM-13...
Buna anlam veremesemde onaylıyordum bu durumu. Anna’nın o can alıcı itirafı ve aşka olan bakış açısını öğrendiğim dakikalardan beridir içten içe gülümsüyordum kendimce. Tanrım karşımda ruhumdan bir parça vardı sanki. İki yabancı insan doğuyor, biri erkek diğeri dişi, her ikiside birbirinden habersiz kilometrelerce mesafe uzaklıklarda yaşıyor şimdi, bebekliklerini yitirip çocukluk çağına,oradanda ergenliğe ve daha sonra gençliğe adım atıyorlar. Bunca zaman sizden habersiz kilometrelerce uzağınızda yaşayan ve günün birinde Tanrının yazdığı kader doğrultusunda sizin olacak yabancı bir ruhun varlığını hissediyorsunuz sonra ve oluyorda. Bir başkası içinmi taşıdık bunca zaman ruhumuzu, bir başkasına adamak içinmi... Ruhumun yansıması tam karşımda beliriyordu. Anna ile benzer düşünceler içerisinde olmamız kalbimi adeta kanatlandırıyordu. Anna dalıp gittiği uzaklardan çıkmış olmalıydıki bir anda bana yönelerek, birşey söylemedin Carol bu konuda, düşüncelerimde yalnızmıyım yoksa dedi ? Gülümseyerek Anna’ya yöneldim,ve ona yere uzanmasını söyledim, dediğimi yaptı, o’da bende yan yana ceviz ağacının altına uzanmıştık. Rahatımız pek bir yerindeydi, tabi kafamızda yerli yersiz beliren tonlarca düşünce hariç. Buna şimdi cevap vermek istemiyorum Anna, ama seni çok iyi anlıyorum dedim ona. Neden cevap veremiyorsun dedi bana,yine asabi bir çıkışmayla, sakin olmalısın Anna, sakin, bazen sadece susmak gerekir,sadece dinlemek ve izlemek gerekir, kalbin yeni doğmuş yavru bir kuşun kalbi gibi, sürekli heyecan halinde atmakta. O kadar ihtiyacın varki korunmaya,senin hayattan istediğin tek şey bu bence dedim ona. Bu sözlerimden sonra Anna bir anda oturumuna gelerek, tereddüt ediyorum artık sana yaklaşmakta Carol dedi , ne zaman kalbimi ve düşüncelerimi açsam beni yarı yolda bir ahmak gibi bırakıyorsun dedi, seninde hissettiğin şeyler bunlar, düşündüğün, o lanet olası kafanı ağrıtan şeyler bunlar, neden karşımda büyüklük taslamaktan başka hiç birşey yapmıyorsun dedi bana bağırarak. Bende oturumuma geldim Anna’nın bu çıkışması sonrasında. Ona sakin olmasını söyledim usulca, ama o bir anda ayaklanarak, sen korkak bir kızsın, cesaretsiz, ve bencilsin! dedi ve geldiğimiz güzergaha doğru koşmaya başladı. Tanrım napıyordu bu ? Havanın sıcaklığı, gördüğüm kulubenin kasveti,adeta eritiyordu kalbimi, henüz içeri bile girmemiş not dahi almamıştım oysaki, Anna’nın peşinden gitmeliydim ama hiç halim yoktu, kendimi yüz yaşında ihtiyar bir kimse gibi hissettmeye başladım o dakikalarda. Güneş yakıcı yüzünü daha bir inatla göstermeye çabalıyordu sanki, sıcaktan erimek üzereydim adeta.Peki Anna nereye gitti. Anna muhtemelen eve doğru koşmuştu,ve muhtemelen kanepede ağlayacaktı bir müddet, ama neyseki bir süre sonra herşeyi unutuyor ve hiç bir şey olmamış gibi davranmaya devam ediyordu hayatta. Bu düşünceler içerisinde yattığım yerden ağacın altından kalkıp toparlandım, çantasınıda burada bırakmıştı, kendi çantamla birlikte onunkinide taşıyarak eve doğru yol almaya başladım.Bugünü böyle bitirecektik anlaşılan. Adımlarımı atıyordum ama sanki ruhum bir başka boyuttaydı,sanki omuzlarımda koca bir dünyanın yükü vardı. Eve doğru ilerleyişimi sürdürmek hiçte kolay olmayacaktı anlaşılan. Yarım saat kadar sıcağın altında zorakide olsa yürüğümü hatırlıyorum, tam mola verip dinlenmek için oturmak üzereyken köpeğimiz Tex Willer heyecanla yanıma geldi, sıcaktan oda bunalmış olmalıydıki dili dışarıda hızlı hızlı nefes almaktaydı. Neyin var Tex bu heyecanda nedir dedim ona, heyecanlı gözlerle etrafımda dönmekteydi, birşeyler anlatmaya çalıştığı açıktı ama ne söyleyeceğini kestirmem mümkün değildi. Hep düşünmüşümdür bunu,bana göre hayvanlarımız konuşamayan ama duyguları olan bir takım insanlardı. Kendi kendime dalıp gittiğim düşüncelerimden Tex’in üzerime atlayıp bacağımı ağrıtması dolayısıyla sıyrıldım, ve Tex daha önceleri hiç sapmadığımız bir güzergaha doğru beni çağırıyordu adeta, onu takip etmemi istiyordu. Kendimi toparladım ve Tex’in peşinden bende koşmaya başladım, bu sıcağın altında yaptığım şey delilikti. Belliki tex bana birşeyler göstermek istiyordu, bundan emindim. Heyecanla onu takip etmeye devam ettim, ikiye bölünen sağdaki yola saptırmıştı beni, br süre kadar ormanın içerisinde yürüdükten sonra, içimi bir korku kapladı, herşey olabilirdi burada, başıma herşey gelebilirdi, neden buraya geldim geleli kendimi güvende hissediyordumki ? Geri dönmeye hazırlanıyordum ki, Tex havlayarak öylece kayanın üstünde durmakta, bana ve kayanın aşağısına doğru bakmaktaydı. Çantaları yere bıraktım ve ilerledim bu süreçte kulağıma su sesleri geliyordu, belliki burada bir dere yatağı vardı. Tex’in heyecanına bende ortak olmaktaydım o dakikalarda, heyecanla kayanın üstüne çıktım ve aşağıya baktığımda gördüğüm manzara karşısında adeta şok oldum. Aşağıdaki derede Anna çıplak bir vaziyette iki kollarını açmış dereninin içerisinde ölü gibi yatmaktaydı. Başımdan kaynar sular dökülmüştü adeta, kalbim korkuyla çıldırmışcasına çarpmaktaydı, titreye titreye Anna’ya doğru bağırarak onun yanına doğru ilerlemeye devam ettim. Gözleri kapalı, üzerinden belirli yerlerinden sular geçmekteydi. Aman Tanrım Anna iyimisin, ne yapıyorsun bu halde diye onu tokatladım, sesi çıkmıyordu ve tamamiyle çıplaktı, Tanrım o öldümü diye bir anda bağırdığımı hatırlıyorum, benim korkum birilerine o dakikalarda kahkaha oluvermişti. Ben başucundan savrularak diz çökmüş ağlamaktayken o kahkahalarla gülmeye başladı, ona doğru yöneldim bir hışımla, şaşkınlıkla, gözlerini bir açıyor bir kapatıyordu, iki yana açıp sırt üstü yattığı yerden kahkahalarla gülümsüyordu bana. Sen delirdinmi neden bunu yaptın diye bağırmaya başladım, o ise oturumuna gelerek, beni kaybettiğinde neler hissettiğini görmek istedim sadece Carol, lütfen kızma bana dedi. Sen delirdin mi! belki bu sözü onlarca dek tekrar etmiştim o dakikalarda, ağzımdan başka hiç bir kelimede çıkmıyordu, her işaret onun delirmiş olduğunu göstermekteydi bana, diğer düşünce canımı sıkabilirdi yoksa. Olduğum yerde korkuyla ve panikle titremekteydim hala, sığ’da olsa suyun içinde olduğum için ıslanmıştım haliyle. Anna yanıma gelerek gülmeye devam ediyordu, lütfen Carol,asıl sinirlenmesi gereken bendim bugün biliyorsun dedi, neden çıplaksın dedim ona, sen delirdinmi’lerden sonra ağzımdan çıkan en mantıklı sözcüktü nitekim. Utanmıyormusun bu durumdan, her tarafını görüyorum dedim ona, gittikçe saçmalıyordum oysaki bu tarz sorularımla, çekip gitmem gerekirdi o dakikalarda ama ona yarım yamalakta olsa bakmaktan alamıyordum kendimi. Bu sapkın düşüncelerden hemen kurtulmalıydım, bu çok aptalca diye kendi kendimi içimden ağrı teskin etmeye çalıştım. Bak Anna bunu neden yaptın,senin derdin ne diye ona ciddi tavırlarımı takınarak tekrar yöneldim.Benim derdimmi Carol dedi bana yaklaşarak, ve konuşmaya başladı karşımda, biliyormusun hepimizin gizliden gizliye zaafları vardır, ve hepimizde bunu çok iyi biliriz, güzel olan herşey çekicidir, ve her cins her cinside kabul edebilirdi. Ama bir döngü ve bir gelenek vardır ortada, bir düşünsene çok çirkin ve yaşlı bir adamla sırf parası olduğu için evlenmek durumunda kalan güzel bir genç kızı, sadece hayatta kalmak için yapıyordur bunu, ortada bir aşkta yoktur üstelik,bunu herkes bilir. Bu evlilik oyununu çoğu kimsede kusursuz bir yücelikle oynamış ve yaşamınıda nitekim bu döngüde hala sürdürmektedir. Bende güzel olan şeyleri seviyorum Carol ama cesaretim yok çoğuna. Gidellimmi artık buradan dedi ve elbiselerini bıraktığı yerden alıp giyinerek bana gitmemiz gerektiğini gözleriyle işaret etti. O dakikalarda derenin ortasında ıslanmış bir vaziyette,Anna’nın söylediği sözlerin şaşkınlığı altında kalakalmıştım, hiç bir şey düşünemediğimi sadece duyduklarımın kafamın içinde yankılanarak ileri geri sarıyor olmasını hissettim. Ardı ardına giden, vagonları eksik bir tren gibiydik onunla, şimdi on metre kadar ilerimde iki yabancı gibi eve doğru ilerlemekteydik onunla. Anna günden güne beni şaşırtmakla beraber düşündürüyordu da ayrıca...
Bölüm-14...
Eve vardığımızda Anna’nın bugün ki bana yaşattığı şoku unutmaya çalışıyordum, nesi vardı bu kızın, kafamda belirlediğim birşeyler vardı, lakin hissettiğim şey bir zamanlar kalbinin fazlaca kırılmış olabileceği gerçeğiydi. Islanmış ve çamur olmuş elbisemi değiştirip kendimi yatağa bıraktım, Anna ise salonda koltukta uzanmaktaydı. Hareketleri ve düşünceleri sinirlerimi germeye başlamıştı artık, fazlaca aykırı davranıyordu, ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Birden gitmek istediğimi fark ettim, bu saçma teste yada sınava tabii tutulmak beni fazlasıyla mutsuz etmişti. Anlık olarak aldığım kararla, salona doğru yöneldim, koltuğunda uzanan ve uzaklara dalmış gitmiş olan Anna’ya seslenerek, gitmek istiyorum ve yarın gidiyorum ben Anna dedim ona. Anna’nın şok olduğu ve bu duruma şaşırmış olduğu her halinden belliydi, bir anda ayaklanarak, nasıl gidersin dedi! Bay Albert artık umrumda değil, seni anlamıyorum, kendimi de, neden buradayız ne yapıyoruz, ne yapmaya çalışıyoruz onuda anlamıyorum,hiç normal değil buraya tıkılıp kalmalarımız diye bağırdım asabiyetle. Elim ayağım tutmuyordu artık o dakikalarda, yorgun olan ruhum birde bu psikolojik baskılara maruz kalıyordu, dilediğim bir hayat vardı oysaki, istediğim bir yaşam vardı, aşık olabileceğim bir erkeğin omzunda sonsuza kadar bir hayat sürebilirdim oysaki. Yanımda yıkılmaz bir dağ gibi durabilirdi, bakışlarındaki derinliklerin sonsuzluğunda yüzüyor olabilirdim, ruhumu emin ellere teslim edebilirdim, ve kafamı hiçbirşeyin karıştırmamasına izin verebilirdim, kendimi bencillikten sıyırabilirdim, aşkın en şehvetli anlarına şahit olup,
iki bedende tek bir ruh, tek bir nefes olabilirdik, hayatım boyunca o erkeği aradım Anna, hayalkırıklıkları beni yanlış düşüncelere soksada, istediğim tek şeyin bu olduğunu artık daha iyi anlıyorum. Ama bunları kime söylüyordum, Anna’nın bunları düşlemediği çok açıkca ortadaydı. Yanıma usul usul yaklaşarak, bizler kasvetli, bizler hiç bir yere yada hiç bir şeye ait olmayan ruhlarız Carol dedi, sözlerini bastırarak, yanılıyorsun Anna yanılıyorsun dedim ona büyük bir çıkışmayla, her anım zaman kaybı, kendimden tek bir parçayı bile henüz çıkartmadım meydana, çocuklarım olabilirdi, çok istediğim ve seveceğim bir oğula sahip olabilirdim, belki bunları yıllar önce düşlüyordum ama artık bunları sadece düşlerde var etmekten yoruldum. Ben bunları istiyorum, sen ne istiyorsun bilmiyorum ama kendini bir başkasıyla paylaşamayacak kadar bencilsin dedim ona. Bu sözlerim onu çok kızdırmış olacaktı ki bana bildiği tüm nutukları sıralamaya başladı o dakikalarda. Sen zavallısın Carol, sen bir zavallısın, aşkı istiyorsun, ama sana kimsenin sahip olmasına izin vermeden, sahi bir bencil mi arıyorsun ortada, sen gerçek bir bencilsin Carol, sen gerçek bir korkaksın dedi bana, bir dâhi gibi düşünmen seni yaşamın ortasında bir kraliçe yapmaya yetmez, bunu en iyi sen bilirsin üstelik, gerçek aşkı yaşadığını iddia eden bir çok insanın yaşamı ve aşkı büyük bir fiyaskoyla sonlandı yada sonlandırıldı bugün , kimse kimseyi çekemiyordur,kimse kimseye katlanamıyordur, geri dönüş yalnızca kişinin kendi varlığına ve ruhunadır aslında. Sen zeki bir kızsın Carol, bunlardan sana bahsetmeme gerek bile yok aslında, benim aradığım tek şey günün birinde bitecek olan bu hayatı yaşabileceğim, tüm acıları,kederleri, mutlulukları,hüzünleri, paylaşabileceğim bir yol arkadaşı, ve bunda cinsiyet gözetmiyorum, nedenine gelince, yaşamın tatlı yanlarından çok Tanrının sözlerine kulak kabarttığımdan olsa gerek ki, beni ilgilendiren tek şey sonum, Tanrının karşısına çıktığımda, akıtılan bir günah görmek istemiyorum karşımda, onun yüzüne en net bir şekilde bakmak istiyorum,çünkü onun azabından korkuyorum,ve aşka gelince hayatıma kattığım bu yol arkadaşlıklarında bir gram aşk’ta istemiyorum, cinsel açıdan kimseye ihtiyaç duymuyor yada bunu aslında istemiyorum, olabildiğince aseksüelim çünkü. Ben kalbimi yalnızca Tanrıya adamak istiyorum, onun sözlerine kulak veriyor ve kötü olan herşeyden kendimi soyutluyorum, geçmişte çok hatalarım oldu Carol, sevdiğim çocuk beni paramparça etti, çokça yol kat ettim, fakat hep yara alan ben oldum, Yancy tarafından aldatıldığımı öğrendiğimde, onun en yakın arkadaşı olan David’in kollarında buldum kendimi, onu cezalandırmak için kendimi bir başka kollara attım, ama bu yeterli değildi, çünkü bana kimse bunca zamandır sonsuz aşkı vaad etmedi, yada edemedi,çünkü ortada’da gerçekte’de böyle birşey yoktu.Sadece kendimizi kandırmalarla meşguldük o dakikalarda. Şimdi nasıl benim karşımda hala arayışlarda olduğunu ve benimsetilen bu lanet döngünün vagonunda yer almak istediğini söyleyebilirsin ki bana, kendine gel Carol! diye bağırmaya başladı bana. Artık boğulmaya başlamıştım, Anna’nın sözleri kalbimi kanatmaktan başka hiç bir işe yaramıyordu, çoğu kez yok olmayı diledim, ortada başıboş kalmış ve unutulmuş bir ruh olarak yaşamaktan daima korkuyordum çünkü . Anna bu sözleriyle ona yoldaşlık etmemi ve hayatı, onunla bir anne, bir kızkardeş, bir yol arkadaşı olarak bitirmemi istiyordu. Neden hayatımı koca bir hiçliğe adayayım ki demektende kendimi alamıyordum. Beynimde fırtınalar esiyordu adeta, canımı en çok yakan şey ise, diğer yandan bu düşüncelerinin çoğunu gizliden gizliye onaylamamdı. Sessiz kalmamakta kararlı olan Anna, sözlerine devam ederek; keşfedeceğimiz, çok şey var Carol, bana katılmalısın, gideceğimiz çok yol var, görebileceğimiz bir çok güzellik, acı olmayacak yaşantımızda, çünkü her ikimizde birbirimizden hiç birşey istemeyeceğiz, kalbimizin kanaması da gerekmez, biz bunlarsız yaşayabiliriz, ve bizim istediğimiz şeyde bu zaten Carol dedi . Bana ömrümün sonuna kadar yoldaşlık et, ve gerekirse en önce beni sen ölüme uğurla. Sana yaşadığım sürece sahip çıkarım,sende bana, her ikimizde bir olup, tüm kötülüklerden ve bize karşı işlenebilecek, yaşamımızda belirecek acılardan birbirimizi koruyabilmiş oluruz böylelikle. Kimse kalmıyor Carol, görüyorsun,kimse kimseyle sonsuza dek kalmıyor buralarda, sonsuzluk bu dünyada değil çünkü, ve bunu en iyi sen biliyorsun, her ikimizde sonsuz hayatı istiyoruz oysaki, bana eşlik edebileceğin bu dünya azabının, eşiğinden geçir beni, beni kolla ve koru Carol, çünkü kendi kendimle olabilediğince güçsüzüm. Sonsuzluğa eriştiğinde sende bende her ikimizde özgür olacağız, her ikimizde dilediğimiz erkeklerle sonsuza dek sonsuzlukta mutlu olacağız. Gitme lütfen,biz birbirimizi bu dünyada çoktan bulduk, ruhumun bana eşlik etmesi gereken diğer bir ikizi sensin, diğer döngüde saplanıp kalanlar değil. Bu sözleri karşısında soğukkanlılığımı korumaya çalışsamda daha fazla tahammül edemediğimi anladım , kalbim sıkışmakta,ruhum bedenimden adeta ayrılmak üzereydi sanki. Ona gitme konusunda ne kadar kararlı olduğumu hatırlatmak adına, bir kez daha yüzümü kararlılıkla ona yöneltip, sabaha buradan gitmiş olacağım Anna dedim... Kendimi yatağa atmış akşamın saatlerinde günü erkenden bitirip sabaha ulaşmak istiyordum sadece, kafamda hiç bir düşünceye yer vermemekte ise kararlıydım. Hiç bir şey düşünmüyor ve olabildiğince zihnimi başıboş bırakıyordum. Gözlerimi, akşamın batan güneşinde, odama bıraktığı yansımaya çeviriyordum sadece...
sayfamdakalancumleler.blogspot.com.tr/
Yazan-Edibe Toğaç...
Devam Edecek...
YORUMLAR
BTH'nin imlayla ilgili yorumuna yaptığınız eleştiriyi çok tutarlı bulmadığımı söylemeliyim. Zira "kendimi kasmamaktan ve tüm imla kurallarını alt üst etmekten yanayımdır." demenize saygı duyarım ancak kullandığınız "vede" diye bir kelimenin Türkçe'de olmadığını da bilmenizi isterim. Unutmayın ki birbirimizle anlaşmak için kullandığımız her şey, yanlış bir şeye vurgu yapsa bile bir kavramda vücut bulmuştur ve dilde de bunu terimlerle ifade ederiz.
Ben, bir öncesinde kullandığınız, "Günün birinde bir editörün elinden mutlaka geçecektir," ifadenizi, ilk tırnak içine aldığım ifadenizle çeliştiği için daha samimi bulduğumu itiraf etmeliyim.
Sakın yanlış anlamayın, amacım dayak atmak değil, burada, Defter'de bizleri birarada tutan adı konulmamış ama herkesin hissettiği bir ortak duyguyu dillendirmek.
Tabi eseriniz, öne çıkarılmış, uzun uzun analizlenmiş karakterlerin arasında kaybolmuş olay ya da durumların okurca kristallendirme zorluğundan dolayı bir romandır bu, kararı verdirdi. Çok mu önemli bu? Bence değil ama öykü okuma ruhsal hazırlığı içinde sayfalara giren okuyucu okur mu, bilemem.
Mesela ben, hafta içi pek vaktim ve ruh halim uygun olmadığından okumadım. Fakat göz geçirdiğimde içimde uyanan, Türk olmayan kahramanlarla kotarılabilecek sınırı, mistik sözcüklerin hangi durum için kullanıldığını, hangi olay ve durumları kaçırdığımı, acaba sufi bir şeyler de var mı merakından dolayı, eserinizi mutlaka cuma gecesi okuyup naçizane görüşlerimi ekleyeceğim yorum köşenize.
Umarım şevkinizi kırmamış, moralinizi bozmamışımdır.
Sağlıcakla...
Edibe Toğaç
Sevgiyle ve saygıyla kalınız...
Yorumcunun, ''okumadım'' kelimesi, okumaya yöneltti beni yazılanı.
Baştan sona kadar okumadım tabi ki.
Son bölümünü, tamamen gözden geçirdiğimi ifade edeyim önce.
Ne buldum?
Bu küçük yorum köşesine,
sarf edilen bir emeğe saygısızlık etmek babında bir şeyler yazma niyetinde değilim.
Ancak,
bu uzun yazının yazanı,(Roman herhalde yayınlanan.)
epeyce dikkatli olması gerekiyor bence.
Ve de,
yazdıklarını yeniden gözden geçirmeli.
Noktasını yitirmiş bolca cümle var yazının içinde zira.
Edibe Toğaç
keşke ''arkası yarın'' kuşağı gibi yayımlasaydınız; ... okudum mu derseniz... bu sebeple hayır. sabrımız kısa okuyucularız biz ekran başındakiler... elbet, kitap faklıdır ama.
sırf,
emek için bile tebrik edilmeli... bir de... replikleri tırnak içine alınız. karışmamış olur böylece.