Yusuf'un seyir defteri - 3
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Şiddetli bir başağrısıyla uyandım. Önce ne olduğunu ve nerede olduğumu anlayamadım. Bir süre tavanı inceledikten sonra doğruldum. Sazdan yapılma küçük bir evdi bu. Çevremde tütsüler, meyveler ve yiyecek olduğunu tahmin ettiğim kaplar vardı. Başım bir sargıyla özenle sarılmış, kıyafetlerim değiştirilmişti. Elimi kafama götürüp acıyan bölgeyi bulduğumda derin bir sızıyla beraber, yaşananlar da bir bir gözümün önüne geldi. Endülüs, Santa Maria, Kolombus, Diego, uzun kovalamaca ve nehir..Evet nehir..Birden heryerin karardığını hatırlıyorum. Sonra?
O esnada içeri giren, tıpkı Afrikadan pazarlara getirilen papağanlar gibi giyinmiş ve neredeyse vücudunun büyük bölümü açıkta olan bir kız girdi. Tek kelime etmeden kafamdaki sargıyı kontrol etti. Büyük bir merasimle sargıyı çözdü. Yarama parmağının ucuyla bastırmasıyla ah etmem bir oldu. Sıcak bir şeye dokunmuş gibi elini göğsüne çekip mahçup mahçup suratıma baktı. Gülümsediğimi görünce devam etti. Yattığım hasırın kenarında bulunan toprak bir kasede bulunan, sarı renkli bir sıvıyı hafifçe yarama sürdü. Ben de elimle hafifçe yarayı kontrol ettiğimde sağ şakağımdan, kulağımın biraz üstüne kadar gelen uzunca bir yara farkettim. Diego’nun silahını ateşlediğini hatırladım. Misket kafamı sıyırarak geçmişti ve bu Allah’ın benim için büyük bir lütfuydu. Binlerce şükür ederek, kızın işini bitirmesini bekledim.
Yaram tekrar sarıldığında kızın itirazlarına aldırmayarak dışarıya çıktım. Güneş ışığı gözlerimi yaktığında ne kadar zamandır uyuduğumu merak ettim. Gözlerim güneşe alıştığında gördüğüm manzarayı mümkün mertebe çizime dökmeye çalışacağım, ancak gördüklerimin tamamını kağıda aktarabileceğimden emin değilim. Burası derin bir vadiye kurulmuş, envai çeşit bitki, çiçek ve sarmaşıkla bezenmiş, yüksek taş binaları altınla kaplanmış muhteşem bir şehirdi. Yabani sandığım bu insanların bu yaptıklarını gördükten sonra ne kadar hata ettiğimi anladım. Sonra Diego’nun elinden kurtardığım çocuğu gördüm. Yanında vücutlarının her yanı dövmeyle kaplı, tavuskuşu gibi görünen iki iri kıyım adamla bana doğru geldiğini gördüm. Bir an korsanların arasında bulunduğumu unutmuştum. Şimdi bunların gelip tüm yapılanların intikamını benden alacaklarını düşündüm. Ama ne kaçacak yer vardı, ne de derman. Çaresiz gelmelerini bekledim. Adamlar iki kolumdan tutarak beni götürmeye başladılar. Çocuk ise gülümsüyordu. Kurtarmakla hata mı ettim acaba diye düşündüm. Şehrin ortasında bir taş binaya kadar beni sürüklercesine götürdüler. Ardından yüzlerce basamak yukarıya tırmandık. Adamlar ve çocuk merdivenleri çıkarken bir kez bile duraksamadılar. Bense yorgunluktan bayılmak üzereydim. Sonunda merdivenler bitti ve küçük bir terasta durduk. Çevreme baktığımda bu binanın biraz ilerisinde daha çok merdiveni olan ve daha sivrice yapılmış başka iki bina daha farkettim. Bu elbise bile yapamayan insanlar bunları nasıl yapmış olabilirlerdi?
Biraz bekledikten sonra kapıdan yanımdaki adamlardan daha süslü fakat daha yaşlı bir adam çıktı. Elinde sarı bir yılan ve tüylü bir çomak vardı. Anlamsız sözler söyleyerek ve zıplayarak bir müddet dans etti ve son olarak tüylü çomakla kafama vurarak kenara çekildi ve iki büklüm beklemeye başladı. Aynı kapıdan çıkan birkaç tavuskuşu adam daha kapının iki kenarına sıralandılar ve içeriden altın renginde, koca göbekli, kel ve yine vücudunun her yanı dövmeli bir adam çıktı. Yanımdaki çocuk koşarak onun arkasına saklandı ve birşeyler söyledi. Altın rengi adam kafasını sallayarak baştan aşağıya beni süzdü ve gelip omzumu sıktı. Yanımdaki adamlar dizlerime vurarak diz çöktürdüler ve altın rengi adam bağırarak bir konuşma yaptı. O anda arkamızdaki merdivenlerin insanla dolu olduğunu farkettim. Bu bir idam töreni olabilir miydi? Şaşkınlık ve korkuyla olan biteni izliyordum. Uzunca bir süre konuştu ve son olarak parmağıyla beni işaret etti. İşte dedim, sonum geldi. Askerler beni ayağa kaldırarak kalabalığa döndürdü. Ben gözlerimi kapatıp büyükçe bir darbenin inmesini beklerken, yanağımdaki hafifçe dokunuşla irkildim ve gözlerimi açtım. Bu beni tedavi eden kızdı. Elinde renkli, tüylü bir başlık tutuyordu. Ayaklarının ucuna kalkarak kafama uzandı, kafamı eğdiğimde başlığı kafama geçirmesiyle tüm halk coşku çığlıkları atmaya başladı. Göğsümden çıkarcasına atan kalbim, gözümden gayri ihtiyari akan yaşlar ve boş bakan gözlerle donakalmıştım. Olan biteni anlamak için daha önümde haftalar vardı.
...
Dillerini çözmek haftalarımı aldı. Beni tedavi eden kız ve kurtardığım çocuk sayesinde konuşmayı sökebilmiştim. Ondan sonra başıma gelenleri anlamaya başlamıştım. Altın rengindeki adam buranın hükümdarıydı ve gerçekten altın tozuyla kaplıydı. Sahilde kurtardığım çocuksa tahtın varisi olan bir prensti. Diego tarafından vurulduktan sonra ırmakta uzunca bir müddet sürüklenmiştim. Bu süre zarfında da çocuk beni izlemişti. Nehir bir müddet sonra şehri dışarıdaki gözlerden koruyan bir dağın altına girdiğinden oraya gelmeden beni kıyıya çekmiş, sonra askerler vasıtasıyla şehre getirtmişti. Böylelikle o idam sandığım törenin beni prensin muhafızı ilan ettikleri gün olduğunu öğrendim. Yanıma hizmete verdikleri kız da soylu ailedendi ve bana eş olarak uygun görülmüştü. Bunu öğrendiğimde yine görkemli bir törenle evlendirildik. Memleketimden uzakta hiç planlamadığım şekilde başlayan bu yeni hayatta artık önemli biriydim.
Bolluk, bereket içerisinde yaşıyordum. Ama beni devamlı tedirgin eden bir durum vardı. Kolombus ve taifesinin burayı bulmalarından korkuyordum. Gerçi dağlarla, türlü nebatatla ve gizli geçitlerle korunuyordu ama yine de burayı bulacaklarından emindim. Durumu hükümdara arz ettim. Ancak onlardan korkmadıklarını ve geldiklerinde onlarla baş edebileceklerini söyledi. Ama bu imkansızdı. Ateşli silahlara karşı ok ve mızrağın hiç şansı yoktu. Sonra prensten babasını ikna etmesini, gördüklerini anlatmasını istedim ve başarılı oldum. Bundan sonra muhafızların reisiydim. Onlara daha sağlam ok ve mızrak yapmayı ve daha da önemlisi kılıç dövmeyi öğretecek, bu konuda da onları eğitecektim. En azından korsanlar geldiğinde bir şansları olacaktı. Bunun yanı sıra benim dinimi merak edenlere de tebliğimi yapıyor, kendime küçük çapta bir topluluk oluşturuyordum.
Arkadaşlarımdan yaşayan varsa ve onunla haberleşebilmeyi planladım. Bunun için küçük avcı birlikleri oluşturdum. Bunlar devamlı olarak çevrede devriye gezecekler ve en ufak bir olayı ihbar edeceklerdi. Kendim de başka bir birlikle keşif gezilerine çıkıyor, henüz zarar görmemiş küçük köylerden adam topluyordum. İstihbarat için geldiğim bu yolculuk beni bambaşka mecralara sürüklemişti. Demek ki Yüce Yaratıcı’nın benimle ilgili planları vardı, çünkü o plan yapanların en hayırlısıdır.
===========================================>>>>>>
YORUMLAR
hayal ürünü yazılar yazmak, benim en büyük hayalim..bu öyküyü çok başarılı buldum..tebrik ederim..sanırım bende artık hayal ürünü yazılara başlamalıyım..
grafspee
Bu adam konusunu iyi bilen bir entellektüel. Analitik düşündüğü öykülerinde kullandığı dönemlere ait bilimsel argümanlardan anlaşılıyor zira çelişkiler yok. Bir de edebi yetenek olunca, işte böyle öyküleri beklenene dönüşmesi beni hiç de şaşırtmıyor...
grafspee
Seyir Defterine düşürülen her detay, sizin ince zekanızıda göşteriyor. Bizi çok fazla yormayan detaylar, kafamızda oluşan merakı dahada arttırıyor.
Her dönemde olduğü gibi, iyi ve kötü; güçlü ve güçsüzler arasında yaşanacak savaşlarda ,tanrının dengeyi sağlamak için kullarına tanıdığı ayrıcalık, burada seyir Defterinin kahramanı olarak yerlilere verilmiş. Kim bilir oradaki iyiliğin karşılığını, Tanrı da ona ,Osmanlıya yaptığı hizmetlerin, mucizelerle dolu ,başarıya ulaşan sonuçlarla ödüllendirecek :)
Merakla devamını bekliyoruz...
Saygılar, Sevgiler degerli dostuma
grafspee
CaNMaYBuLL
Devam devam... an* ansızın içinde vuku buluncaya kadar ... o kadar :)
Bu tür kurgular, cümleler, bağlantılar ve ortaya çıkan bir öykü.
Şimdi öncelikle şunu belirtmeliyim ki düş gücünü kullanmak her yiğidin harcı değil.Hele bunu bu şekilde kullanıp uzantısı bu derece ilginç devam edecek biçimde ortaya koymak da.
Her öykünün ardından bir yenisi yazılınca bir öncekine göre bir basamak atlamış oluyoruz.
Birikimi kullanabilmek o özgün çizgiyle devam etmek de bu merdivende en önemli adım.
Ama şunu çok iyi anladım galiba; yazar bir şekilde kaybolmayı ve fantastik bir öyküde gezinmeyi çok seviyor.Biz de okudukça geziyoruz onunla birlikte:)
Önce birikiminizi, sonra öykünüzdeki bu kurguyu, hayal gücünüzü tebrik ediyorum.
Kaleminize ömür.
Sevgimle.
grafspee
Sihirli Kalem
Güne düşmüş ne çok yakıştı kurdelası:)
Tebrikler.
Valla,
hayal aleminize hayran kaldım.
Yani,
bu kadar şeyi nasıl kurgulayabildiğinize şaşırdım vallahi.
İnsanın hayal gücünün yaratamayacağı bir şey yok demek ki.
Çok ilginçti.
grafspee
teşekkür ederim, beğenmenize sevindim.