Yine aynı sesler..
Bugün günlerden.. Bilemiyorum tam olarak seçemediğim bir gün.. Belki salı, belki de cumartesidir. Kaç gündür uyuduğumu yahut uyumaya çalıştığımı bilmiyorum. En son günlerden cumaydı. Gecenin geç saatlerinde bilinmezliğe doğru yol alıyordum. Bir kaç silik anı var hafızamda.. Fahişeyi andıran şehir, tenha sokaklarda alkolle izdivaç yaşayan tipler ve kendince mesleğini icra eden hayat kadınları.. Gecenin o saatinde şehre karanlık çökmüş lakin karanlık koyulaştıkça insan sayısı artıyor gibi görünüyordu. Kaldırımda bir o yana bir bu yana yürümeye çalışıyordum. Kafamda anlam veremediğim bir çok ses vardı. Ya da anlam karmaşası mı demeliyim? Bilemiyorum tam adlandıramadığım bir şey.. Beynim her ne kadar koşarcasına adımlar atmak istese de biyolojik yapım buna el vermiyordu. İnsanlara çarparak kaldırımda ilerliyorum. Her çarpma etkisinde kendime dönüyor fakat sonra yine bilinmezlik haritasında yolumu arıyordum. Bir türlü susturamadığım sesler, beni yönetiyor gibiydi. Gözlerim kararıyordu tıpkı şehir gibi.. Kaldırımdaki direğe yaslandım, kafamı direğe vura vura can vermek istiyordum. Beynimdeki sesler beni kahrediyordu. İnsanlar giderek artıyordu. Tam hatırlayamasam da sanırım adım atacak boşluk kalmamıştı. Bilemiyorum belki de kimse yoktu. Bir gayret toparlandım, küçük adımlarla yürümeyi başarıyordum. Yine sesler.. Bağırıyorlardı, hayır hayır haykırıyorlardı. Tüm insanlardan nefret ediyordum, ne kadar gürültü yapıyorlardı. Oysa gecenin bu vakti sükut vaktiydi. Yavaş yavaş yol alıyordum. Sonunda bulmuştum, o huzuruyla beni mutluluğa çeken müstakil evi.. İçine girmeye korkuyordum, bilemiyorum belki korkulası bir şey yoktu. İçimde korku hücumu başlamıştı. Ama bu sefer başaracaktım, bana sunduğu mutluluk oranınca şimdi dehşet sunan bu eve girecektim. Nefesimi tutmuş ilerliyordum. Ailemin bu evde katliamının üzerinden tam 12 sene geçti. İçeri girdim, eskisi gibi kokmuyordu. Artık o mis lavanta kokuları yerini küf kokularına bırakmıştı. Bir korku filmi misali gelişiyordu olaylar.. İşte, tam orada! Ailemin bir anda dünyadan yok oluşuna şahit olduğum oda orada! Oraya girebileceğimi sanmıyordum. O artık bir oda olmaktan çıkmış, etrafını kan kokusunun çevrelediği bir mezarlık olmuştu. Nefesimin kesildiğini hissettim. Daha fazla dayanamayıp kendimi sokağa attım. Yine aynı sesler.. Artık çekilmez bir hal almıştı anlamsız sesler.. Eve vardığımda sabaha karşıydı. Kapıyı açıp içeri girdim. Kendimi yatağa attım ve yine aynı sesler.. Bu bir kabus olmalıydı. Daha fazla çekilesi yanı kalmayan bir kabus.. Yataktan fırladığım gibi koşar adımlarla geldiğim eve geri döndüm. Her şey orada sonlanmalıydı. O oda da.. İçimin ürpermesine aldırış etmeyerek eve girdim daha sonra o mezarlığı anımsatan odaya.. Gözlerim kararıyordu ve son hatırladığım çerçeve içindeki aile fotoğrafımızdı. Gözlerimi zorlukla açtım. Hastane odasındaydım, ne olduğuna dair en ufak bir fikrim olmadan.. Doktorlar, hemşireler ve yine sesler.. Bir doktor girdi içeri, bakışları oldukça keskin fakat gözlerinin feri kaçmıştı. Ve sonra ağzından şu sözcükler döküldü: ’’Sesler duyduğunuzu söylemiştiniz. Karşı koyamadığınız bir takım sesler.. Sebebi ’’Çoklu Kişilik Bozukluğu..’’ Her şey anlamsız geliyordu. Neden bahsettiği konusunda fikrim olmaksızın inanasım da gelmiyordu bu çoklu kişilik dediği kabusa.. Ya doğru söylüyorsa? Ya ardı arkası kesilmeyen sesler, beynimdeki kişiliklerin bir savaşıysa.. Gözlerimden dökülen yaşlara aldırmadan sükunetle ’’Hayır!’’ dedim. Suçunu kabullenmek istemeyen bir zanlı misali.. Ama gerçek açıktı işte! Tam 12 yıldır duyduğum o sesler, beynimdeki kişiliklerin bir savaşıydı. Şimdi anlıyordum gecenin bir vakti şehirde çoğaldığını hissettiğim insan sayısının bir kurmacadan ibaret olduğunu..
-Merve Yıldırım
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.