- 753 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
DAYANILMAZ
Gözlerini ölüm bürüdü onların
Korkulu rüyalarda uyanıyorlar uykularından.
Günden güne daha cana yakın
günden güne daha yaşanacak hale gelsin diye
her gün daha sağlam
daha usta
daha kahraman ellerle onarılan yeryüzü
eskisinden dar geliyor onlara
eskisinden düşman.
Ne günün ilk ışığı
ne balık sürülerinin ışıldaması suda
ne güneşe uzanan dal
ferahlık vermiyor içlerine.
Çalınan insan emeği yaşatmaz oldu
korkulu rüyalarla uyanarak uykularından
korkunç kararlar verdiler.
Karşı koymazsak eğer
tehlikededir günlük ekmeğimiz
bacamızın tütmesi tehlikededir
evimiz, aşkımız, çocuğumuz
pencerede saksı
kitap sevgisi, insan sevgisi
tehlikededir.
Gözlerini ölüm bürüdü onların
uymak, uyanmak tehlikededir
tehlikededir çiçek koklamak
bardakta su, ateşte yemek
bahçede güneş tehlikededir.
Tehlikededir göz bebeklerimiz
Adana’nın pamuğunu yabancılar işliyor
dokuma tezgahları tehlikededir.
İzmir’in üzümü, fındığı Giresun’un
Samsunun tütünü tehlikededir
kapanıyor fabrikalar birer birer
varımız yoğumuz tehlikededir.
Fakat korkunç kararlara ve tehlikelere aldırış etmeden
boy atan başakların şarkısı devam eder
topraktan güneşe avaz avaz.
Çatlayan tohumdaki yaşamak arzusu
her zaman galip, her zaman hür
dağlardan akan suyun sevinci
her zaman genç, delikanlı
kabına sığmaz...
Dayanılmaz
çocuğunu emziren ananın şefkatine
-yırtıcı, derin-
hilelere, ölümlere karşı gelir
memedeki çocuğun iştahı
kudreti sonsuz
dayanılmaz.
Ve sen göz bebeğim
sen erkek sesinle
’’İşsiz kalmasın insanlar,öldürmeyelim birbirimizi’’ dersin
milyonların içinden
milyonlardan ve gün ışığından uzağa götürülür
işkence görür
hapis yatar
sürgün edilirsin;
sevilecek şeyler değilse de bunlar
DAYANILIR...
Halbuki günden güne yaşanacak hale gelen yeryüzünde
toprağın ve insanoğlunun yarattığı her şey
çatlayan tohum, akan su
ana şefkati, çocuk iştahı, insan tahammülü
hayatı öven şiir
kardeşliği söyleyen şarkı
mücadele eden resim
ve emekçinin yüreği, elleri, hasreti
harbe ve ölüme karşıdır
DAYANILMAZ.
Harbiye Askeri Cezaevi’nin 1. koğuşunda yatan şair, bir gece yarısı birinci şube müdürünün ’’bu ne rezalet’’ diyen bağrışıyla uyanır uykusundan . Müdürün elinde’’yeryüzü’’ dergisi vardır. Dergide de şairin ’’Dayanılmaz’’adlı şiiri.
Hemen o gece koğuştan alınıp, tabutluk olarak anılan hücreye kapatılır. Hücrede ağlanacak haline sevinmektedir bir yandan. Şiiri yayınlanmış, ve onların çok canını sıkarak etkili olmuştur.
15 Kasım 1951 yılında Harbiye Askeri Ceza evi ’nin 1. koğuşunda yatan şair ’’Yeryüzü’’ dergisini üyesi olduğu T.K.P. adına çıkardığı iddiasıyla yargılanır. ’’Dayanılmaz’’ adlı şiirin bu yargılanmada büyük payı vardır. Sonuçta Arif Damar delil yetersizliğinden beraat eder. Uzun bir süre işsiz gezdikten sonra bir avukatın yanında katiplik, daha sonra da bir şirkette muhasebe işlerinde çalışır. Fakat siyasi polis bir türlü rahat vermez şaire. İşverene baskı yapar ve Arif Damar çalıştığı işinden çıkarılır.
1964 yılında Sabahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol, Babeuf’’ün ’’Devrim Yazıları’’ nı çevirdikleri için kovuşturmaya uğrarlar . Türk Edebiyatçılar Birliği yöneticileri bu olayı eleştiren bir bildiri yayınlarlar. Bu defa onlarda kovuşturmaya uğrarlar.
30 Ekim 1964 Cumartesi günü Birlik yöneticileri Taksim anıtına kırk beyaz karanfilden oluşan bir buket koymak isterler. Fakat göz altına alınıp suç üstü mahkemesine çıkarılırlar. Dava beraatla sonuçlanır. Amaç gözdağı vermek, yıldırmaktır. Arif Damar bu olayı ’’Alıcı Kuş’’ kitabında ’’31 Ekim 1964’’ başlıklı şiirine konu edinir.
Suç kanıtı karanfiller beyazdı
Savcı söyledi yazıcı yazdı
Kanlı bir gömlek değildi
Tüfek tabanca bıçak
Karanfildiler
Karanfildiler hem de beyaz
Alındılar durdukları yerden
Açık alandan güneşten
Evlerin bulutların önünden
Yakalandı götürüldüler
Kırk karanfildi kırkı da
Uçtu gitti
Aydınlık düşleri toprak saksıların
Yağmur sonlarının sevinci
Yazlardan inen sıcak
Sorguda duruşmada
Karanfildiler hem de beyaz
Kırk karanfildi kırkı da beyaz
Ardından 24 Kasım 1967 tarihli ’’Türk Solu’’ dergisinde çıkan ’’Che İçin’’ şiirş içinde dava açılır. Aynı davada Metin Demirtaş’da, aynı kunuda şiir yazdığı için yargılanacak, iki şair de
12 Temmuz 1968’de Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla aklanacaklardır.
Sonra mı?
Sonrası özetle şöyle:
Suadiye’de kendisine ait kitap evinde yasak yayın bulundurduğu gerekçesiyle sıkıyönetim tarafından 3 Temmuz 1982 günü tutuklanıp üç ay hapse çarptırılır. Şair cezasını Bozcaada ceza evinde çeker. Şair Seslerin Ayak Sesleri adlı kitabındaki Vietnam başlıklı eski bir şiirinin Sakarya gazetesinin yayınlanması üzerine açılan davada Gölcük Askeri Mahkemesinde yargılanır ve beraat eder.
İşte o Vietnam adlı şiiri.
Vietnam için yazmadın dedi Akşit
Vietnam için şiir yazılmaz
Vietnam için dövüşülür
Vietnam için ölünür
Yapraktan kömür
Kirpikten kül
Gözlerin yandığı Vietnam
Dağ ol dağlarına katıl
Başak ol
Tüfek ol çatıl
Tuz ol ekmeğini bansın
Göreyim
Ağlamayı bilmiyor Vietnam
Şiir ne ki
Gözyaşı
Çocuklar doğmadan öldürülüyor
Git Vietnam’da ana ol.
Arif Damar ünlü ’’51 tutuklaması’’nda hapse girer. İfade alıp vermeler sürüp giderken, iki buçuk yıl geçer mahpus damında. Sorgulamalarda arkadaşları hakkında bir tek laf alamazlar ağzından. Arif Damar’da beni niye içeride tutuyorsunuz diye sormaz hiç. İki buçuk yıl yattıktan sonra artık çıkması gerekmektedir. Zaten verecekleri ceza da iki buçuk yılı aşkın değildir. Ama şair, yargıç karşısında bir gün olsun direnip: ’’Beni salın, günüm doldu’’demiyor.
Arkadaşları bu haline şaşırıyorlar
’’Tahliyeni istesene!...’’
İstemiyor, susuyor.
’’Tahliyeni istesene !...
İstemiyor, susuyor.
’’Tahliyeni istesene!...
Şair hiç oralı olmuyor.
Ancak onlar bıraktıkları zaman çıkıyor dışarı. Yıllar sonra arkadaşları soruyorlar:
’’Yahu, ne diye günün dolduğu halde tahliyeni istemedin?..’’
Arif, şairce gülen gözleriyle bakıyor:
’’Ne yapacaktım dışarıda?’’ diye soruyor.
’’Dışarı çıksam faşizm dışarda kol geziyordu.Bir bahane bulup gene beni içeri sokacaklardı. Dışarı çıksam, eşim dostum hep içerde idi ben yalnız kalacaktım. Dışarı çıksam ne iş vardı ne güç...Ekmek, aş aslanın ağzındaydı. Hiç olmazsa içerde, ustanın dediği gibi, namluda yatan bir kurşun gibi duruyordum.’’
Zulüm de türlü türlüdür. Arif Damar o günleri anarken : ’’İrkildim özgürlükten.’’ der. ’Geri geri gitti ayaklarım.’’
Arif Damar, dışarı çıktıktan sonra da uzun yıllar yaşamın tadını süremedi. İş buldu, sürdüler; işportacılık etti kovaladılar. Çilesi, dışarı çıktıktan sonra da bitmedi.
Bir gün Şevki Akşit’le karşılaşır. Akşit sorar:
’’Arif, yeni şiirler var mı?..’’
’’Elbette dolu.’’
’’Okusana ...’’
Hem yürüyorlar, hem şair okuyor. Zaman nasıl geçiyor bilemez oluyorlar. Akşit genew soruyor:
’’Yahu saat kaç?...’’
Saate bakıyorlar, vakit öğleyi çoktan geçmiştir.
’’Yemek yedin mi?..’’
Yemedim, sen?..’’
’Ben sabahleyin biraz fazla atıştırmıştım, karnım tok.’’
’’Öyleyse, ben yemeğimi yiyeyim bari’’diyor şair.
Parkta,bir bankın üstüne oturuyorlar. Arif Damar cebinden bir kaç dilim kuru ekmek, bir kaç zeytin tanesi çıkarıyor. Öğle yemeğini öylesine yemiş oluyor.
Şair ağzını silerken mırıldanıyor:
’’Ta Sivas’tan çorbasını
uzattı bir hasta yattığı yerden’’
Yazıcılar ne yazarsa yazsın, usta hala ’’beyaz karanfiller’’almıyor mu şiirinde...