Reşat Tepesi
Bulunduğum binanın beşinci katından dışarı bakıyorum, gördüğüm hep aynı manzara. Küçük bir parktan boylanan çınar ağaçları, arkasında şimdilerde tamamı iş yerlerine terk edilmiş bir zamanların meskûn yerleşim yerleri.
Yıllarca bu pencereden dışarı baktığımda, ya parlak bir günün aydınlığında iç açan manzarasını, ya bir son baharın göz gözün görmediği sise bürünmüş esrarlı şehir kalıntısı, ya da ayazın kol gezdiği soğuk bir kış gününde lapa lapa yağan karın beyaza bürüdüğü bu manzarayı izlerken tam kırk yılımın geçtiğini fark ettim.
Bir yaz günüydü, penceremden dışarı bakarken hayallere daldı gözlerim. Vatani görevimi yeni bitirmiş, günlerce iş ararken bu şirkete işimi aracı olmadan tesadüfen bulmuştum. Müracaatta ki memur beni ilgili daire başkanına göndermiş daire başkanı da bir aşağı katta bulunan müdüre gitmemi söylemişti. Müdür bey öz geçmişimi dinleyip, üç gün sonra işe başlatmıştı. Şu an seyrettiğim manzarayı, İlk kez müdür bey mülakat yaparken görmüştüm. Aradan tam kırk yıl geçti ve ben o adadan tam yirmi yıldır o odadan bakıyor yâd ediyorum eski günlerimi.
şirkete girişimin ilk onuncu yılının sonlarına doğru bakanlığa görevlendirilmiştim. Anadolu’nun çeşitli illerindeki kooperatif inşaatlarını denetliyordum. Birkaç ay içerisinde bakan oluru ile tedviren şube müdürü olmuştum. Bu yükselişin, şirkette bulunan amirleri rahatsız ettiğini duyuyordum.
Bakanlığa ve işime alışmıştım. Birinci yılımı doldurmuştum. Oda kapım çalındı, içeriye orta boylu tıknaz yirmi beş otuz yaşlarında benden üç beş yaş küçük, biri girdi. Mahcup duruşu, ürkek bakışları ardında titreyen ince ses tonuyla, benimle görüşmek istediğini söyledi. Buyur ettim, koltuğa emanet oturuyordu, rahat olmasını söyledim. Efendim, çalıştığınız şirkette göreve yeni başladım, sizinle aynı memleketten olduğumuzu hem şehirli olduğumuzu öğrendim, bu sebeple sizinle tanışmak istedim dedi, sempatik düzgün birine benziyordu. Kendisini tanıttı, ben Reşat Yaldız Amerika’da mühendislik okudum. Yurda döndüğümde vatani görevimi yaptım. Bir müddet özel sektörde çalıştıktan sonra burada göreve başladım dedi. Bir müddet sonra müsaade istedi ve gitti. Bu görüşmelerimiz zaman zaman tezahür ediyordu. Bazen işle ilgili sorunu olursa bilgi paylaşımı da yapıyorduk.
Birkaç yıl sonra Bakanlıktaki görevim sona erdi ve ben şirkete geri döndüm. Bu arada, Reşat batı fabrikalarına tayinini beklerken doğuya Erzurum’a çıkmıştı. Gitmek istemiyordu. Gitmesi için ikna yollarını denedim, giderse tecrübe edineceğini bu fırsatın merkezde olmadığını söyleyerek onu gitmeye ikna ettim. Reşat gitti, üç yıla yakın orada çalıştı. Arada bir Ankara’ya görevli geldiğinde sağlık durumunun düzeldiğini, göz ve diğer rahatsızlıklarının gün gün azaldığını sağlığına kavuştuğunu söylüyordu.
O yıl, yatırım programında bulunan üç yeni fabrikanın ihalesi yapılmış, bahis konusu fabrikalarda çalışılacak teknik kadrolar oluşturuluyordu. Amirler bu kadronun içerisine Reşat da dahil edilmişti. Reşat, Erzurum da kalmak, başka bir fabrikaya gitmek istemiyordu. Bu konuda çok uğraştı merkezi razı edemedi, tayini durdurmak için çalmadığı kapı kalmadı. Sızlanıyor gözleri doluyor hırslanıyor buram buram terliyordu. Nasıl olur yahu ben Erzurum’ da kalmak istiyorum herkes kaçmak için torpil ararken ben kalmak istiyorum. Genel Müdüre çıktığını yalvardığını, ne olur beni göndermeyin, ben Amerika’da kaybettiğim sağlığımı bu şehirde buldum dedim diyordu. Ama nafile olmadı anlatamadı derdini, gidecekti ağlaya sızlaya doğudan batıdaki fabrikaya süresi içinde ağladı sızlandı ama biçare gitti.
Reşat, Anadolu’nun bozkırında yetişmiş, esmer, orta boylu, birazcık topluca, dalgalı siyah saçlı, hafiften alnı açık, hiper tansiyonu, gözlerinden ileri derecede rahatsız olan son derece iyi niyetli sempatik bir mühendisti..
Konya’nın bir İlçesinde kurulacak olan Fabrika inşaatına kısa sürede başlandı. Reşat, aranan mühendislerden biriydi. İnşaatın kontrol ve denetiminde bir teknisyen bir topograf, yaklaşık yedi sekiz mühendis ve bir inşaat müdürü, ayrıca bir o kadar da yüklenici firmanın teknik elamanı vardı. Ne var ki İdarenin elemanı olarak şantiyede işe sarılan oraya bura koşuşturulan Reşat’tı. Kara yolları, Su işleri Şirket merkezi arasında mekik dokutturuluyor bir dakikasını bile boşa harcatılmıyor pire gibi oradan oraya koşuşturuluyordu. Bir defasında, Reşat neden hep sen, bırak birazda diğerleri koşuştursunlar dediğimde, yav hemşerim adamlar alışmışlar tembelliğe ne diyeyim, müdürde biliyor böyle olduğunu ama onları bu işlere sokmuyor nedense. Sabah toplaşıyorlar odasında, fıkralar anlatıp gülüşüyorlar, benim zamanım olmuyor iş hazırlamaktan, onlara katılsam işler yığılıyor. Gitsem de benim gelişimden rahatsız oldukları yüz ifadelerinden belli ediyorlar, onun için ben de gitmiyorum dedi. Dolayısı ile her işe beni gönderiyorlar, bende yapamam elimdeki işleri biliyorsunuz birazda diğer arkadaşlara verin yapsınlar diyemiyorum, des Bulunduğum binanın beşinci katından dışarı bakıyorum, gördüğüm hep aynı manzara. Küçük bir parktan boylanan çınar ağaçları, arkasında şimdilerde tamamı iş yerlerine terk edilmiş bir zamanların meskûn yerleşim yerleri.
Yıllarca bu pencereden dışarı baktığımda, ya parlak bir günün aydınlığında iç açan manzarasını, ya bir son baharın göz gözün görmediği sise bürünmüş esrarlı şehir kalıntısı, ya da ayazın kol gezdiği soğuk bir kış gününde lapa lapa yağan karın beyaza bürüdüğü bu manzarayı izlerken tam kırk yılımın geçtiğini fark ettim.
Bir yaz günüydü, penceremden dışarı bakarken hayallere daldı gözlerim. Vatani görevimi yeni bitirmiş, günlerce iş ararken bu şirkete işimi aracı olmadan tesadüfen bulmuştum. Müracaatta ki memur beni ilgili daire başkanına göndermiş daire başkanı da bir aşağı katta bulunan müdüre gitmemi söylemişti. Müdür bey öz geçmişimi dinleyip, üç gün sonra işe başlatmıştı. Şu an seyrettiğim manzarayı, İlk kez müdür bey mülakat yaparken görmüştüm. Aradan tam kırk yıl geçti ve ben o adadan tam yirmi yıldır o odadan bakıyor yâd ediyorum eski günlerimi.
şirkete girişimin ilk onuncu yılının sonlarına doğru bakanlığa görevlendirilmiştim. Anadolu’nun çeşitli illerindeki kooperatif inşaatlarını denetliyordum. Birkaç ay içerisinde bakan oluru ile tedviren şube müdürü olmuştum. Bu yükselişin, şirkette bulunan amirleri rahatsız ettiğini duyuyordum.
Bakanlığa ve işime alışmıştım. Birinci yılımı doldurmuştum. Oda kapım çalındı, içeriye orta boylu tıknaz yirmi beş otuz yaşlarında benden üç beş yaş küçük, biri girdi. Mahcup duruşu, ürkek bakışları ardında titreyen ince ses tonuyla, benimle görüşmek istediğini söyledi. Buyur ettim, koltuğa emanet oturuyordu, rahat olmasını söyledim. Efendim, çalıştığınız şirkette göreve yeni başladım, sizinle aynı memleketten olduğumuzu hem şehirli olduğumuzu öğrendim, bu sebeple sizinle tanışmak istedim dedi, sempatik düzgün birine benziyordu. Kendisini tanıttı, ben Reşat Yaldız Amerikada mühendislik okudum. Yurda döndüğümde vatani görevimi yaptım. Bir müddet özel sektörde çalıştıktan sonra bu rada göreve başladım dedi. Bir müddet sonra müsade istedi ve gitti. Bu görüşmelerimiz zaman zaman tezahür etti Bazen işle ilgili sorunu olursa bilgi paylaşımı da yapıyorduk.
Birkaç yıl sonra Bakanlıktaki görevim sona erdi ve ben şirkete geri döndüm. Bu arada, Reşat batı fabrikalarına tayinini beklerken doğuya Erzurum’a çıkmıştı. Gitmek istemiyordu. Gitmesi için ikna yollarını denedim, giderse tecrübe edineceğini bu fırsatın merkezde olmadığını söyleyerek onu gitmeye ikna ettim. Reşat gitti, üç yıla yakın orada çalıştı. Arada bir Ankara’ya görevli geldiğinde sağlık durumunun düzeldiğini, göz ve diğer rahatsızlıklarının gün gün azaldığını sağlığına kavuştuğunu söylüyordu.
O yıl, yatırım programında bulunan üç yeni fabrikanın ihalesi yapılmış, bahis konusu fabrikalarda çalışılacak teknik kadrolar oluşturuluyordu. Amirler bu kadronun içerisine Reşatı da dahil etmişlerdi. Reşat, Erzurum da kalmak, başka bir fabrikaya gitmek istemiyordu. Bu konuda çok uğraştı merkezi razı edemedi, tayini durdurmak için çalmadığı kapı kalmadı. Sızlanıyor gözleri doluyor hırslanıyor buram buram terliyordu. Nasıl olur yahu ben Erzurum’ da kalmak istiyorum herkes kaçmak için torpil ararken ben kalmak istiyorum. Genel Müdüre çıktığını yalvardığını, ne olur beni göndermeyin, ben Amerika’da kaybettiğim sağlığımı bu şehirde buldum dedim diyordu. Ama nafile olmadı anlatamadı derdini, gidecekti ağlaya sızlaya doğudan batıdaki fabrikaya süresi içinde ağladı sızlandı ama biçare gitti.
Reşat, Anadolu’nun bozkırında yetişmiş, esmer, orta boylu, birazcık topluca, dalgalı siyah saçlı, hafiften alnı açık, hiper tansiyonu, gözlerinden ileri derecede rahatsız olan son derece iyi niyetli sempatik bir mühendisti..
Konyanın bir İlçesinde kurulacak olan Fabrika inşaatına kısa sürede başlandı, Reşat, aranan mühendislerden biriydi. İnşaatın kontrol ve denetiminde bir teknisyen bir topoğraf, yaklaşık yedi sekiz mühendis ve bir inşaat müdürü, ayrıca bir o kadar da yüklenici firmanın teknik elamanı vardı. Ne var ki İdarenin elemanı olarak şantiyede işe sarılan oraya bura koşuşturan Reşat’dı. Kara yolları, Su işleri Şirket merkezi arasında mekik dokuyor bir dakikasını bile boşa harcamıyor, pire gibi oradan oraya koşuşturuluyordu. Bir defasında, Reşat neden hep sen, bırak birazda orada kebap yapanlar koşuştursunlar dediğimde, yav hemşerim adamlar alışmışlar tembelliğe ne diyeyim, müdürde biliyor böyle olduğunu ama onları bu işlere sokmuyor nedense. Sabah toplaşıyorlar odasında, fıkralar anlatıp gülüşüyorlar, benim zamanım olmuyor iş hazırlamaktan, onlara katılsam işler yığılıyor. Gitsem de benim gelişimden rahatsız oldukları yüz ifadelerinden belli oluyor, onun için ben de gitmiyorum dedi. Dolayısı ile her işe beni gönderiyorlar, bende yapamam elimdeki işleri biliyorsunuz birazda diğer arkadaşlara verin yapsınlar diyemiyorum, desem de yine bana döneceğini bildiğim için konuşmuyorum. Erzurum da turp gibiydim burada tekrar sağlığım bozuldu. Beni çalışmak değil de sağlık sorunlarım mahvediyor. Valla hemşerim hanım da şikâyetçi bu durumdan, o da aynı şeyi söylüyor. Diğer arkadaşların gündüz işinde akşam evinde, enayi bir senmisin, buraya geldin geleli evin yolunu unuttun diyor, ne diyeyim hanım haklı olmasına haklıda bu fabrikada bitecek.
Bir yıl sonra fabrika İnşaatı tamamlandı ancak, su teminine esas isale hattı ve bağlantı işleri kaldı. Reşat, İsale hattı projeleri için Ankara DSİ, Şirket genel Müdürlüğü ve Şantiye arasında mekik dokuyordu. Bir gün acı haber geldi. Reşat trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Kazadan üç gün sonra öldüğü duyuldu, üç gün olmuştu kaza geçireli, şehirlerarası otobüs kaza yapmış, üzerinde kimlik çıkmadığı ve eşyalar karıştığı için cenazesini morga kaldırmışlardı. Eşyalar ayıklandığında, Siyah çantanın ona ait olduğu anlaşılmış, çanta açıldığında isale hattı projeleri, bir poşet içerisinde yiyemediği susamlı simidi, cüzdanı kimliği ve az miktarda parası çıkmış. Proje ve iş yeri kimliğinden fabrika personeli olduğu anlaşıldıktan sonra, fabrikasına acı haber verildiğinde ailesinin haberi olmuş.
Mütevazı bir cenaze töreniyle sessiz sedasız memleketinde defnedildi. Cenazesine bende katıldım fabrikasından müdür dahil hiç kimse yoktu. Geride gözü yaşlı genç bir kadın, iki ufak çocuk yetim kalmıştı.
Çalışan iş arkadaşları tarafından, Reşat kısa sürede unutuldu. Su bağlantısı yapıldı, fabrika çalıştı. Fabrikanın açılışına tüm umum ekâbirler geldi, tören ve şenlikler yapıldı. Kürsüye çıkan bir zevat yakın gözlüğünü takıp elindeki kâğıdı uzun uzun keyifle okudu ve son cümlesini “ bu fabrikanın programa alınmasında büyük emeği dokun memleketimizin medarıiftiharı mebusumuz Sn Bahtı Dağıtaşlı ya atfen isminin verilmesi uygun görmüştür" vatana millete hayırlı olsun dedi. Orada bulunanların alkış ve ıslık sesleri karşı tepede aksedip geri dönerek görmez duymazların kulaklarını çınlattı.
Aklıma Samsun Çarşamba da yapımı devam ederken görev başında kaza sonucunda şehit olan merhum Hasan ve Suat Uğurlular geldi. Rahmetle andım. Zira Su işleri ahtı vefa olarak yapımı tamamlanan bu barajlara merhum çiftin isimlerini vermişti. Bir an o törende bulunan kalabalığın içinde proje ozalitlerini koltuğunun altına almış" vah hemşerim vah" bana hüzünle tebessüm arası bakarken görür gibi oldum.
Yıllar sonra, mezkur fabrikaya bir görev için gittiğimde, Fabrika hududuna yakın bir tepede terfi havuzunu görmem gerekiyordu. O bir zamanlar açılış töreninde alkış ve ıslık seslerini yansıtan tepeye giden yol güzergâhında yönü kaymış paslanmış ok işaretli eğik levha üzerinde Reşat Yaldız tepesine gider yazıyordu. Tepeye vardığımda terfi havuzun ortasına çelik kirişler üzerine kondurulmuş yine çelik köprüyle ulaşılan kamelyanın gölgesinde Reşat’ı koltuğuna kurulmuş kahvesini yudumlarken görür gibi oldum. Her zaman olduğu gibi gülümsüyordu” Yav hemşerim şimdiki görevlilerden hiç biri beni tanımıyor, geçenlerde işletmenin müdürü yanındaki görevli memuruna bu tanıtım levhalarını söküp atın, tepeyle havuzun ismi değişecek, belediye başkanına söz vermiş umum müdür, başka bir isim bildirilecek öğrenir size bildiririm o ismi yazdırırsınız, tamam mı dedi. Hemşerim üzülmedim, havuzumun adı Hasan Uğurlu Barajı değilse de bu güne kadar Reşat Havuzu olarak, Tepem her ne kadar Palandöken Dağı değilse de, Reşat tepesi olarak anıldı buna da şükür". Var gör yalan dünyanın ahvalini der gibiydi. Yanımdaki görevli arkadaş neden bu kadar uzun uzun kamelyaya daldınız diye sordu, diyemedim. Desem de bilmezdi ki. 05.09.2013mcicek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.