‘’Bembeyaz karlara inat; bende eriyorum.’’
Yaz bitimi, sonbahar başlangıcı.. İnceden inceye kış sesleniyor ‘’Geliyorum.’’ Diye.. O kanımıza karışan sıcaklık yerini ruhumuzu okşayan tatlı esintilere bırakıyor. Bir yaz akşamı sonsuzluğun boşluğunda kaybolurken tatlı bir esinti yanağına buse konduruyor.
Hafiften bir üşüme kaplıyor içini.. Peki ya bu gözyaşları neyin habercisi? Yağmurun mu? Sol yanının acısının mı? Bir çocuk misali elinin tersiyle gözyaşlarını silebiliyorsun da ya anıları, acıları ne yapacaksın? Sahi silinir mi onlarda elinin tersiyle ya da itilir mi? Olmuyor, böyle gitmiyor. Esinti ruhunu okşayıp buse konduruyor, serzeniş içindesin ‘’karşılık vermek istercesine..’’ Ama neye karşılık vermek?
Karanlık çöküyor, insanlar kayboluyor ve yanlarında gölgeleri.. Sen ve sana ait olanlar yağmurun her damlasına inat yeryüzüne çıkıyor. Anlatmak istediğin ve anlatmak istedikleri var. Lakin.. Dinleyecek ne bir insan ne bir gölge var. Konuşsan olmaz, sussan olmaz. Bir bilinmezlik tanımı.. Anlatıyorsun bir bir.. Ama neyi, kime? Hayatın soru işaretleriyle dolu.. Çözülmeyi bekleyen yığınlarca sorun.. Ve yine serzeniş ‘’kurtarın beni’’ diye.. Sonuç? Ne sana uzanan bir el ne de serzenişine bir karşılık.. Ne olmuş insanlara böyle? Duymuyorlar mı? Ya da.. Acılara mı sağırlar? Olmuyor! Böyle gitmiyor!
Kışın iyiden iyiye kendini göstermesi gibi bende günden güne eriyorum. Evet, mevsim sonbahar, biraz zaman geçsin kar yağar belki.. Bilinmez. Peki ya benliğimin mevsimi ne? Hayır, hayır ben sonbaharı yaşamıyorum, ben ilkbaharın başlangıcıyım yoksa erimezdim değil mi? Sahi karlar gibi bende mi eriyordum?
Karlar bembeyaz, saf ve temiz olurlar. Peki ya benliğim? Ne yazık ki benliğim beyaz değil, asla olamayacakta..! Ben rengimi kabullendim. ‘’Siyah’’ Belki bembeyaz, saf ve temiz değilim ama neticede bende eriyorum işte! Günden güne, iyiden iyiye eriyorum.
-Merve Yıldırım