v a z g e ç m e k
Bir gün bir yerlerde olmak mı ya da bir gün birileri olmak mı istediğim
buna yıllardır karar veremedim. Bir yerlerde olduğumda hep başka yerler düşledim ve birileri olduğumda da her zaman başka birileri olmayı. Ne aradım, ne buldum sorusunu sordum sürekli kendime yaşamak yerine. Belki de bu benim yaşama biçimimdi kendimce. Aklımı kendi haline bırakmaktı, belki kusurum. Bir akla bu kadar özgürlük; bir yüreğe bu kadar hissetmek; bir insana bu kadar hayal kurmak fazlaydı belki de. Ama vazgeçmek kaybetmenin kendisi değil miydi; ya da korkaklığın su yüzüne çıkışı.
Vazgeçseydi bilim, sanat ve fikir insanları; üzerinde yaşayabilir miydik bu koskoca birikimin. Ateşten korkmak yerine yemeğimizi pişirir miydik onunla; vahşi bir hayvanı dost yapabilir miydik kendimize; toprağa bir verip on alabilir miydik; köyler, şehirler, devletler ve imparatorluklar kurar mıydık? Candostunu madden kaybettiğinde vazgeçseydik, onu kendinde manen bulabilir miydik; Mevlâ’ya varabilir miydik Leylâ yolunda. Gemileri karadan aşırıp şehirleri ve gönülleri fethedebilir miydik; kuşlarla yarışabilir miydik kanat takıp kulenin birinden destek alıp bir boğazın bir yanından diğer yanına ve nihayet bağımsızlık için gözü karartıp dünya savaşında yeni mağlup olmuş bir halkla galipleri mağlup edebilir miydik ümitlerin bile ellerden borç alındığı bir zamanda. Tüm bunlardan öte yattığımızda huzur dolu ve deliksiz uyuyabilir miydik vazgeçseydik.
Ben uyuyamazdım, uyuyamadım hiç. İçimdeki ateş ne zaman tutuştu böyle bilmiyorum. Ancak her sabah yeni bir güne uyandığımdan, aynı gün başımı yastığa koyana dek yanan ateş çoğunlukla uykumda da bırakmadı beni. Çoğu kez rüyalar gördüm: kimi hatırladığım, kimi hatırlamadığım. Bir süre sonra, geceleri rüya yerine gerçekleri gördüm. Yahut gündüz rüya görmeye başladım, bilmiyorum. Ama hep aynı şeylerdi kemiren veya yoğuran beni. Toplum, sonucu görmeden bilemez bunu. Limana varmayan gemiler yol gitmiş sayılmazlar bu âlemde, nasıl olsa. İnanmak, bir yola baş koymak ya vezir, ya da rezil eder insanı. Her başarının sahibinin yalnızca bir / birkaç başarılı değil; onlarla birlikte milyonlarca başarısız olduğunu görmez / görmek istemez kimse. Siyah veya beyaz düşünmek kolay olandır çünkü.
Griler zihin yorar, griler uyku kaçırır, griler huzur vermez, bencillikten alır insanı, fedakârlığın çilekeş kollarına atar, griler kaybettirir. Gri olduğum / olmaya çalıştığım günden beri mutluyum ve mutsuzum; hırslıyım ve bezginim; güçlüyüm ve güçsüzüm; kalabalığım ve yalnızım; suskunum ve konuşkanım, zindeyim ve yorgunum; akıllıyım ve deliyim. Gri olmayı aklıma koyduğumdan beri hem iyiyim, hem kötüyüm nasılsın diye soranlara. Griliği benimsediğim andan beri hem özgüvenli, hem özgüvensizim kibrinin esiri olup karşımda duranlara. Griyi önermedim kimseye, o yüzden hiç. Aklını çift tarafı giyilen bir mont gibi kullan demedim kimseye; bunu yapamazdım. Çünkü hükümler, önyargılar, varsayımlar, kabuller güneş gözlüğüdür gerçeğe bakarken gözleri kamaşanlar için.
Önyargılar, insanı düşünmek denen zahmetli süreçten kurtaran ve armut piş, ağzıma düş geleneğinin sebebi ve sonucu olan hazır haplardır. Fikirlere, olaylara ve kişilere karşı görünmez zırhımızdır önyargılar. Genellemeler yapmak, kulaktan dolma bilgilerle hareket etmek, değişimi yok farzetmek, sorgulamamak, hemen hüküm vermek önyargının dava arkadaşlarıdır. Önyargının sağladığı rahatlığa erişenler zorluklarla karşılaştığında da aynı rahatlığı seçmek eğilimi gösterirler: vazgeçmek.
Bir karardır: vazgeçerek, düşünmek ve mücadele etmek gibi illetlerden kurtulmak ve vazgeçmeyip beynini oyun hamuru gibi yoğurmak, gece gündüz rüya görmek arasında verilmesi gereken. O kararı ben çoktan verdim; karar veremediğim olayı yazının ilk cümlesinde belirttim. Birileri veya bir yerlerde olmak arasında seçim yapamadım bir türlü. Bunlar olmadı çünkü hiçbir zaman istediğim. Çünkü üretmek ve faydalı olmak bir yer ve / veya bir kişi değil; yalnızca bir çabadır. Amacı çaba göstermek olan birine bir yer veya kişi olmayı teklif edenlere, Neyzen Tevfik olsaydım, ben zaten hiç*im derdim.
(Olmak yerine yapmayı seçenlere..)
İSTİSNA (09 Aralık 2006, Şişli)
İstisnalar kaideyi bozar.
* Sadrazam Talat Paşa, bir gün Neyzen Tevfik’e devlet dairelerinden birinde kâtiplik önerir. Neyzen Tevfik:
—Kâtip olacağım da ne olacak?
Diye sorar.
Teşekkür beklerken böyle bir soru ile karşılaşınca şaşıran Talat Paşa, memurluk katlarını alttan üste sorarlar:
—Önce şu, sonra bu…
Neyzen’in hâlâ hoşnut olmadığını sezince de, şöyle sürdürür:
—Daha sonra vekil, nâzır, kim bilir belki de sadrazam…
Neyzen’in yanıtı yine bir soru olur:
—Ya sonra?
Talat Paşa, bir an duraksar, “sonrası” padişahlıktır çünkü. İster istemez:
—Hiç!
Der. Bu yanıt karşısında güler ve şöyle der Neyzen Tevfik:
—Ben bugün de “hiç”im! Sonu “hiç” olduktan sonra, onca zahmete ne gerek var?
(“Hiç”in “Azâb-ı Mukaddes”i Neyzen Tevfik müzik albümü kitapçığı, Kalan Müzik, 2001)