- 894 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KISSADAN HİSSE...
KISSADAN HİSSE!..
Bazı insanlar vardır ki alçak dağları ben yarattım hesabı; bilmedikleri hiçbir şey yoktur. Öncelikle etrafındakileri küçümseyerek sağa sola tafra satmaktan kendilerinden geçip gerdan kıvırırlar. Böyleleri isterlerse bir değil iki-üç üniversite bitirsinler. Bence beyinleri bilgi dolu olsa da kalpleri boştur. Çünkü bilgiyi hayat tecrübeleriyle bir türlü yoğuramamışlardır. Önemli olan bilmediğini inkar etmemektir. İnsan bilmediğini gizledikçe bir o kadar da hatalarla yüz yüze kalabilir. Daha doğrusu hayatın içinde pişmek diye bir tanım var ya. Onun üzerinde gözlemlerime dayanarak birkaç kelam etmek istiyorum daha doğrusu. Yoksa kendimi çok bilmiş havalarına sokup da sizlere caka satacak sevdasında değilim. Zamanında artistin biri, “ Oyumu çobanınkiyle bir tutmam,” demişti. Ben bu sözlere siyasi açıdan değil de farklı boyutlarda kafa yormuştum. Sonuçta kendimce artisti hayat üniversitesinin kapısından bile geçmediğine kanaat getirmiştim. Her ne kadar kendisi tarihçi olmasına rağmen, hayatı algılamasını yetersiz değerlendirmiştim. Çobandan ders alacağımız öyle farklı şeyler vardır ki; bunları kitaplardan arasak bulamayız. Çoban, dağda tek başına bir hayvanın doğumunu yaptırmıştır, hayvanın ürkmesinden ne gibi tehlikelerin olabileceğini sezinler, havadaki buluttan meteorolojik tahminde bulunabilir, hayvanın kesik kesik öksürmesinden sıkıntısını anlar… Bu örnekleri çoğaltabiliriz. John Steinbeck, üniversite son sınıfından ayrılıp da köylerde ırgatlık, çobanlık yaparak” gerçek üniversiteye şimdi başladım,” dememiş miydi…
Pazardaki peynirciyi izliyordum geçenlerde. Beş kiloluk naylon bidonun içindeki lor peyniri çıkarmaya çalışıyordu.(Tezgahına koyup satacak) Acaba nasıl çıkaracak diye merak etmiştim. Üsteki boğaz kısmını bıçakla kesip kesilen bidonun parçasını, çevreyi kirletmeden çöpe bıraktı. Sıra lor peynirine gelmişti. Bıçakla kesilmesini beklerken düşündüğüm gibi yapmadı. Elindeki ince ipi peynirin çevresine dolayıp, iki eliyle sıkıştırmak suretiyle peyniri kalıbından bozmadan kesmiş oldu. Her beş santim mesafeyle aşağıya doğru aynı şekilde yineledi hareketini. Böylece peynir, bir parça bile düşmeden tezgaha konulmuş oldu.
İki kuş, çok yakınımızda yerden bir şeyler gagalayıp duruyorlardı. Yanımdaki kişiye şu güvercinler de hiç kaçmıyorlar dedim ama aldığım yanıt; “ onlar güvercine benziyorlar ama güvercin değiller” idi.
Hemen yanımızdaki sağlık ocağındaki doktor, pazardan almış olduğu nohutu eşime gösterdi:
- Suzan Hanım, şu nohuta bakar mısın, ateşte iyi pişer mi? Yoksa hanımdan fırça yemeyeyim evde.(Bilmediğini paylaşmakla doktor gözümde öyle yükseldi ki)
Birini küçümsemiştim doğrusu. Biraz konuşunca adamın hayat üniversitesinden pekiyi derece ile mezun olduğunu anlamış oldum. Demek ki önyargılı olmamak gerek.
Her hafta sohbet ettiğim bir arkadaş vardır ki; o gün yanaştığında gelmesini beklerim, gecikirse telefon ederim,” gel” diye. Dünya kadar kitapları ne zaman okudun, o kadar siyasi deneyimi nasıl edindin(gerçi yedi seneye yakın kodeste yatmışlığı vardı) bir konuşmaya görsün, zamanın nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil. Hele bir arkadaş daha vardır ki; dillere destan. Sana konuşma hakkı vermeyi bırak nefes bile aldırmaz ki gına gelir artık yaptığı sohbet…Hep ben konuşayım havalarında. Neyse…
Hayatın içinde pişmek o kadar farklı ki; senin bitirdiğin üniversite ne ki. Gerçek hayatta öyle şairler,yazarlar varki,baba parasıyla üniversiteyi bitirenleri sulu dereye götürür de susuz getirir ama yine de büyüklenmezler.
Afra tafra yapmak mı? Bence zayıf iradeli insanların sarıldıkları boş teselli…
YORUMLAR
Güzel bir konuya değinmişsin Ayhan Bey, birkaç üniversite bitirince hayatı öğrendik sananlar aslında hiçbir şey öğrenmediklerini bir dağ başında mahzur kalınca öğreniyorlar.
Şu facebook, ikide bir soruyor; hangi üniversiteye gittin Emine?
Yav sana ne! Hayat üniversitesine gittim, yetmez mi.
Tebrikler, saygılar