- 640 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ezan Sesi
Oturduğu yerden etrafını seyrediyor, içindeki kördüğümü çözmeye çalışıyordu. Neresiydi burası, ne zaman gelmişti buraya? Sanki şu andan önceki hafızası bir anda silinmişti. Buraya geldiğinde bu yol boş muydu? Bir anda doluverince aklında bin bir türlü soru dolandı. Birden ezan sesini duydu, sevindi. Bir o yana bir bu yana baktı. Sesin geldiği yere doğru koşar adımlarla yürümeye başladı. Bu kalabalık memleket ne kadar da ıssızdı. Minaresi olmayan bu yerde sanki ezan sesini kendisinden başka duyan kimse yoktu. Herkes olabildiğince hızlı adımlarla iş yerine, evine, okuluna, gittiği her nereyse oraya bir an önce varmak istercesine gidiyordu. Etrafına bakınıyor ama sesin geldiği minareyi, camiyi göremiyordu. ‘Rabbim bu nasıl bir haldir. Yardım et bana!’ dua ediyor, yalvarıyor ama bir türlü bu çıkmazdan çıkamıyordu. Hem seviniyor hem patlayacak gibi sıkılıyordu. Hem huzurluydu hem de ezan sesinin geldiği yeri bulmak için gösterdiği çaba sonuçsuz kalınca huzursuz oluyordu. Kimsecikler yoktu sanki etrafında, sanki kendisi yoktu orada, haykırıyor, bağırıyor, dokunuyor ama bir türlü kendini gösteremiyordu. Açılan o kapı silinmeyen tek gerçeğiydi. Burası o kapının açıldığı yer miydi? Acaba O neredeydi? Sanki bu memleket ütopya, buralar hep hayal ürünüydü. Ezan sesi halen bitmemişti, belki de bitmiş tekrar başlamıştı. Biri kendisine bakıyordu. Uzak değildi araları, elini uzatsa tutacak mesafedeydi, uzattı ama tutamadı. Bir görünüp bir kayboluyordu. Kâh konuşuyor kâh susuyordu. Kimseyle hiç bu kadar iletişime geçememişti. Bir programın içindeydi sanki, sanki bir film sahnesindeydi. Kendisine bu rolü veren kimdi? Küçükken bir filmde oynamak istemişti ama böyle bir filmde oynamayı istememişti. İsyan etmemek için ağzını kapattı. Oturdu. Ayağa kalktığında büyükçe bir dağın eteğindeydi. Arkasına baktı. Geldiği yer gözükmüyordu. Zaten hafızası hep yenileniyordu ama ezan sesini halen kulaklarındaydı ve o kapı hayalinden silinmiyordu.
Bir evinin olup olmadığını düşündü. Nerede yaşamıştı bu zamana kadar? Kız arkadaşı var mıydı? Yoksa evli miydi? Acaba çocukları var mıydı? Varsa erkeğin adını kendisi koymuş olmalıydı. İçinden böyle geçiriyordu. Seslensede kimse duymazdı, kendinden başka kimse yoktu burada. ‘Bana bir çay’ dedi. Kız da kahve istedi. Çayını yudumlarken kızın ellerine baktı. Titriyordu. Fincanı tutmak için uzanıyor ama utanıyordu. ‘Tutmalısın bence, utanman gerekmiyor, ben yeni arkadaşınım’ derken yeni arkadaştan çekinmenin doğal olacağını unutmuştu. Normaldi utanması, kızarması. Kahveyi içmedi, kalktılar. Hesabı masaya bırakıp çıktılar. Bir müddet yürüdükten sonra caddenin en son sokağında durdular. Kız gitmesi gerektiğini söyledi. Arkasını döndü ve gitti. Yalnız kalmıştı yarına kadar. Hayalinde bile kimsesi yoktu. Sadece kız arkadaşının olduğunu düşündü gelecekte. Bu dağ başında, bu hayalin içinde nasılda hayal kurmuştu. Kaç gündür uyumuyordu. Sahi kaç gün önce uyumuştu? Bir an göz kapaklarına bir ağırlık çöktü. Uyudu. Uyandığında sabahın ilk saatleriydi. Burnuna güzel kokular, kulağına kuşların muhteşem ötüşleri geliyordu bir de ezan sesi. Kapı çaldı. Açtı. ‘Camiye gidelim mi? Hadi geç kalmadan yetişelim’ Abdest almak için içeri girdi. Neden sonra aklına uyumadan önce yaşadıkları geldi. Durdu. Kıpırdamadı. Kıpırdayamadı. Ezan sesine kulak verdi. İlk duyduğu yerden devam ediyordu.
‘Hayye alassalâh!’
Son
Baş: 04.09.2014
Bit: 12.09.2014
Hayrani Can
YORUMLAR
Karışık bir hikaye olmuş.
Toparlamakta oldukça zorlanmakta insan.
Ama,
şu ezan konusu içimi acıttı sözün doğrusu.
Müslüman olmayan bir memlekette yaşıyorsanız,
kabulleniyorsunuz durumu,
değişik ibadet çağrılarını yadırgamıyorsunuz.
Eğer,
Müslüman bir ülkede yaşıyor da,
ezan sesini duyamıyorsanız,
işte o durum yakıyor yüreğinizi.
Saatle namaz kılmak dokunuyor insana.