- 787 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ALMANYANIN KONSTANZ ŞEHRİNDEN İZLENİMLER
Güzel bir pazartesi sabahı, yine yatağımdan rutin kalkışlarımdan birini yaparak ve yine her sabahki gibi rutin olan ne yapılacaksa yaptım. Tarih 7 Temmuzu gösteriyor. Dışarıda güneşin parlayan yüzünü göstermeye başladığı saatlere yaklaşmak üzereyiz. Dayımın kaldığı daire 1 + 1 den oluşmakta. Tamamı 55 M2, bir oda, bir salondan oluşuyor. Daire kapısını açıp içeriye girdiğinde, giriş kapısının arkasında ve karşısında vestiyer ve dolaptan oluşan bir bölüm mevcut. İçeriye girildiğinde bir adım sola ve bir adım sağa dönüldüğünde, dar bir koridora giriliyor. Koridorun sol tarafındaki kapıdan 20 M2 olan yatak odasına, sağ taraftaki kapıdan da tuvalet ve banyoya giriliyor. İki M bir koridordan geçildikten sonrada, salon ve mutfak bölümüne giriliyor. Koridor ve Salonun tüm duvarları Türkiye’de ki yaşantısını anlatan resim ve kendisine ait yazmış olduğu yazılarlardan oluşan çerçevelerle dolu. Bina kuzeyden güneye doğru kurulu olduğu için, doğuya açılan pencereden sabah güneşinin salon içerisine süzülüşünü, hemen hemen her sabah görmek mümkün. Salonun güney kısmında ise, açılan bir kapıdan balkona ulaşılmaktadır. Balkonda, çiçek saksılarından kıpırdayacak bir yer kalmamış sanki bir botanik bahçesini andırıyor…
Daire binanın beşinci katında olmasına rağmen, doğuya bakan tarafı ise direk olarak arka tarafta ki çıkmaz sokak ile birleşiyor. Binanın bu kısmında da sokağa çıkış kapısı mevcut. Çıkış kapısının hemen karşısında ise dağa doğru, çıkan merdivenler var. Dağ yürüyüşü yapmak isteyenler ise bu merdivenleri kullanabiliyorlar. Şu anki bulunduğumuz bina Alp dağlarının 800 m yükseğinde kurulmuş. Düne kadar buralara yakın olan yerlerde hala karın olduğu da söyleniyor. Saat şu anda 08.30 gösteriyor. Evden çıkmadan, bugün öncelikli olarak yapacağımız işlerden birini hemen yapmamız için dolan pet şişe, renkli cam şişe ve şeffaf cam kavanoz torbalarını alarak, iki durak ötede bulunan konteynırların içerisine atmak olacak. Evden çıkıp konteynırlara kadar yürüdük, burada her atılacak eşyanın ve atığın konteynırları farklı. Saydım altı farklı konteynır var. Bu konteynırların üzerlerinde atılacak cismin ismi yazmakta. Plastikleri plastik kısmına, renkli şişeleri renkli şişe kısmına, beyaz şişe ve kavanozları da, metal kapakları çıkartılmış vaziyette şeffaf cam konteynırının içerisine; elimizdeki metal kapakları metal konteynırına atarak bir sonra ki durağa kadar yürüdük. İsviçre’nin St. Gallen kantonunda bu tür konteynırları her yüz M görmek mümkün. Şehrin ne güzelliğini bozuyor nede kötü bir koku veriyorlar. Sanki doğanın bir parçasıymış gibi ayrı bir güzellik ve renk kattıklarını görebiliyorum. Bakımı ve temizliği sürekli yapılıyor. Burada hiçbir şey direkt olarak çöpe atılarak yok edilmiyor. Kullanılmayan tüm eşyalar tekrar kullanılmak üzere toplanıyor tasnifi yapılıyor, tekrar kullanılmak üzere 3 dünya ülkelerinin yoksul insanlarına gönderiliyor. Sistemli bir çalışma, sistemli bir politika… Ve bu yardımları genellikle kiliseler yapıyor. Kiliselere katkı sağladıklarına da inanıyorum. Neden derseniz çünkü İsviçre’nin kendi halkı kiliseyle pek barışık olmadığını gördüm. kiliseler sadece bir İsviçreli için düğünde ve ölümde kullanılan yerler haline gelmiş de ondan. Çoğunluğu Ateist. Kilise sadece İsviçrelilerin tabiriyle cikilota dedikleri Endenozyalı, Afrikalı siyahilerle ve son zamanlarda gelen göçmenlerin uğrak yerleri olmuşlar.…
Taufener Str. Melone durağından ( Melone Türkçe karşılığı Karpuz oluyor) otobüse binerek Staold plate geldik. Suzi Tobler Banhofa geçerek bizi orada bekleyecek, bizde dayımla birlikte posta binasına giderek oradaki işlerimizi hallettikten sonra onunla buluşacağız. Öncelikle dayımın yapması gereken ödemeleri vardı ve bu ödemeleri gerçekleştirdik. Burada bir çok ödemeler posta aracılığı ile yapılıyor verilen makbuzun yanı sıra birde sahsın kendisinde bulunan posta defterine işleniyordu.
Dayı bu ne böyle dedim. Ödeme yaptığına dair koçan alıyorsun, hem de parayı alan memura bu posta defterine imza attırıyorsun. Buna ne gerek var ki dedim.
Dayım büyük düşün Ziya dedi.
Ne gibi yani?
Dayım; bak bunları biriktirdiğin taktirde kaybetme ihtimalin olabilir mi? Olabilir. Ama bu defterde ödediğine dair tüm bilgiler yazılıyor ve karşılığında da o görevliye imza attırıyorsun. Şimdi anladın mı? Sence hangisi mantıklı?..
Gerçekten de öyle dedim…
Dayım; diyelim ki parayı yatırdığın kurum, sana para yatmadığına dair bir yazı gönderdiğinde bu defteri hemen açıp bakıyorsun, o evrakla ilgili ödeme bildirimlerini yazarak o zarfı geri gönderdiğinde olay bitiyor… Burada devletin tüm kurumlarının ödemeleri posta işleriyle hallediliyor. Posta binası içerisinde telefon satış reyonları mevcuttu. Cep ve ev telefonlarının satış fiyatları çok ucuz, ama burada hat almadan telefon alman mümkün değil.
Almanya’nın Konstans şehrine gitmek üzere, tren biletlerimizi de buradan alarak, Posta binasından dışarıya çıktık, posta binası çok eski bir bina kalın taşlarla örülmüş duvarları üzerinde o dönemlere ait resimler ve heykelleri görmek (Atlı postacı, At arabalı posta arabaları ve o döneme ait posta hizmetlerine emeği gecen kişilerin heykelleri ) mümkün.
Banhofa geçerek tren saatimizin gelmesini beklemeye başladık. Banhofdan her beş dakikada bir tren kalkıyor. Kesinlikle geç gelme erteleme diye bir durum yok. Eğer böyle bir şey olacak ise de elektronik olarak her şey kendiliğinden halledilip saatler yenileniyor. Tren gara gelip yanaştığında elektronik tabelada duran bir tren resmi ve hareket saati geldiğinde de hareket eden tren resmi gösteriliyor. Bu sistemi otobüs duraklarında da görebiliyoruz. Konstans yönüne gidecek olan tren perona yanaştı. Trenin kalkmasına daha iki dakika vardı. Trene bindik bizimle beraber diğer yolcular da bindiler, bisikleti ile binenler bile vardı. Bisikletlerle binenler, vagon içerisinde bisiklet koyma yerleri mevcut. Bisikletlerini o bölüme koyabiliyorlar. Tren hareketle St. Gallenden Kuzeye doğru hareket ettik. Banofdan çıktıktan sonra, uzun bir tünele girdik. Tünel çıkışında ki ilk durağımız St.Fiden, St. Fiden aslında St.Gallen şehrinin bir semti oluyor. Burada ve bundan sonraki istasyonlarda duruşumuz, toplam olarak bir dakika, sadece indi bindi yapılıyor. Demir yolunun içi ve çevresi tertemiz. Burada trenler yeşile, yeşil de trenlere alışkın. Avrupa’nın genelinde yağmur bol yağdığı için, burada yazın olmadığını görüyorum. Burada iklim hep ilkbahar, sonbahar ve kış… Biz dört mevsimi onlar üç mevsimi yaşıyorlar. Geçtiğimiz güzergahlarda büyük ve küçük baş hayvanları görüyorum, kendi hallerinde doğanın içerisinde, doğayla baş başa, Tabiri caiz ise yediği önlerinde, yemedikleri arkalarında. 12 ayın sekiz ayı yeşil ot bulmak mümkün…
Şu anda Mitlenbach denilen tren istasyonundayız. Burası bir köy istasyonuymuş. Köy demeye bin şahit gerek. Çok modern ve çok güzel, burada Mikros mağazasını gördüm, postaneyi gördüm. bizdeki gibi yıkık, dökük, derme çatma yapılmış binaları göremiyorsun. Tüm köy evleri ya iki katlı yada üç katlı. Bavur evleri bile olabildiğine modern. Mittenbach köyünden itibaren de meyve bahçelerini görüyoruz. Burada ki meyve bahçelerinin dikilişi bile çok farklı. Her sırada ki meyve ağaçlarının arası 75 Cm ile 100 Cm civarında, fakat iki sıra arasındaki genişlik ise bir traktörün gidebileceği mesafede dikilmişler. Burada Meyvenin her çeşidini görmek mümkün. Mittenbach; Bodensee gölünün batısında bulunuyor. Bundan sonraki yolumuza Bodensee gölüne paralel olarak devam edeceğiz. Göl kenarından demiryoluna kadar olan kısım ve bize göre de sol tarafımızda karavanlardan kurulu sabit muntazam bir şekilde içerisinde araçlarında gezebileceği şekilde yazlık karavan evleri görüyorum. Bunların yanı sırada doğanın dokusunu bozmadan, çok güzel altlarında garajları olan modern yazlık evleri de görmek mümkün. Burada yaşamını devam ettiren tüm canlılar, Allahın onlara bahşettiği ve onların hizmetine sunduğu tüm güzelliklerinden nasibini, müsrif davranışlardan kaçınarak hayatın tadını çıkarmaya devam ediyorlar. Mittenbach’dan sonraki güzellikleri seyrederken kendimden geçiyordum. Roggwill- Berg, Haggenscwil – Winden, Muolen, Steinebrunn, Neukirch – Egnach ve Romanshorn.
Romanshorn Bodensee gölünün kıyısında kurulu, Vapur iskelesi, yat limanları ve halk plajlarıyla, çok ama çok güzel bir şehir. Buradaki vapur iskelesinden, gölün karşı tarafında bulunan Almanya’nın ve Avusturya’nın göl kıyı şeridinde bulunan şehirlerine giden hem yolcu, hem de arabalı vapurlar çalışmakta. Burada şunu fark ettim Bisiklet tüm insanların yaşam alanlarına girmiş ve vazgeçilmez bir ulaşım aracı olmuş durumda. Bundan dolayıdır ki her tren istasyonunda ya bisiklet kiralama yerleri, ya da insanların kendi bisikletlerini koyabilecekleri bisiklet garajları mevcut.
Romanshorn’dan hareketle Kreuzlingen’e geldik. Burada trenden inerek, Tren yolu altındaki köprülü kavşaktan geçerek Almanyanın Konstanz (CHDE – Konstanz Grenzstein ) sınır kapısına kadar yürüdük. Burası İsviçre’den Almanya’ya geçişin son noktası. Saat 10.30 veya 11. Gösteriyor olabilir. Sınır kapısında ne bir polis, nede bir görevliye rastladık. Sınır kapısından elimizi kolumuzu sallaya, sallaya Almanya sınırlarına adımımızı atmış olduk. Bu sınır kapısı hep böylemidir diye sordum. Olağan dışı bir şey olmazsa genellikle gece ve gündüz bu durumda dediler.
Konstanz da kendimi Türkiye’de zannettim çok fazla Türk var burada, hemen, hemen tüm işyerlerini Türkler çalıştırıyor. Burada Türk bakkalları, Türk Manavlar, Türk kasapları ve en meşhur olanları da döner kebap salonları var. Türkiş döner, Türkiş Kebap Avrupa’nın her tarafında… Avrupa’nın göbeğinde bunları görmek beni gururlandırdı. Bir zamanlar ekmek parası için işçi olarak gurbetin yolunu tuttular, çalıştılar çabaladılar ve sonunda başardılar. Bu gün burada olan insanımız hem kendi vatandaşlarına, hem de Alman vatandaşlarına bu iş yerlerinde hizmet veriyorlar. Gerekirse Alman işçi de çalıştırıyorlar… Konstanz da Sakaryalı bir aile ile tanıştık Market çalıştırıyorlar. Tüm sattıkları malların Türkiye’den getirdiklerini söylediler. Gerçekten de öyle. Buraya işçi olarak gelmişler, çocukları burada dünyaya gelmiş, burada büyümüş ve burada evlendirmişler, şimdi her birinin ayrı, ayrı kendilerine ait iş yerleri mevcut. Son olarak da buradan haçça gitmişler gelmişler, şimdi Artık Hacı Anne ve Hacı Baba olarak anılıyorlar. Almanlar onları çok sevmiş ve bizimkilerde Almanları. Bizimde burada yapmamız gereken bir şey vardı. Buraya kadar gelinirde alışveriş yapmadan gidilir mi dedik ve sarı sulu elmalardan elma aldık. Market çıkışı ıssız ve sakin sokakları geçerek Konstanz’ın Banofuna açılan büyük ve geniş caddesine çıktık. Bu cadde üzerinde asırlık binalar mevcut. Ana caddeye girişte sol köşedeki Türk marketinden kilosu 3 Euro olan domatesten 2 Kg aldık. Biz markette alışveriş yaparken Suzi Sokağın başında, dayımında tanıdığı Tomi ve Magdalina ile karşılaşır. Market çıkışında sözde yemek yiyecektik. Tomi ve Magdalina bizleri yolun karşı tarafındaki kafeteryaya davet etiler. Burada birer kahve içtik ve sohbetten sonrada kalktık. Karnım bir hayli acıkmıştı. Açlıktan elim ayağım titriyordu. Bir an önce açlığımı gidermeliydim. Kan şekerimin bir hayli düştüğünü kendim hissedebiliyordum artık. Doğruca Müller lokantasının yolunu tuttuk. Burada her türlü yemek çeşitleri mevcut. Bu lokanta Almanya’nın her yerinde şubeler açmış her kesme hitap edebilen bir lokanta. Ben burada pek et yemeklerine dönüp bakmadım bile, geldiğim günden beri doğru dürüst sebze yemeği yememiştim. Baktım ki vitrinde güzel sebze yemekleri var onlardan aldım. Burada tabağa konan her yiyecek tartılıyor ve ona göre parası ödeniyor. Ben bir sebzeli tavuk ile, börülceye benzer ama börülce değil, bir çeşit fasulye türü olan haşlanmış ve üzerine sarımsak, limonla karışımı sosu dökülmüş ve tabağın kenarında da az miktarda pirinç pilavı olan tabaklardan birini aldım. Aldığım yemekleri masama bırakarak, doğruca lavabonun yolunu tuttum. Ellerimi ve yüzümü burada yıkadım ve ayrıca etraflı olarak lavabo ve tuvalet kısmını inceledim. Maalesef fotoğraf karesine sığabilecek hiçbir şey bulamadım. Elimi duvarda asılı olan kağıt havlu makinesinden havlu alarak ellerimi ve yüzümü kuruladım. Masama dönerek yemeğimi afiyetle yedim ve suyumu da afiyetle üzerinden içtim. Yemekten sonra nasıl kendime geldim anlatamam. Her şey normale döndü, titrememde geçti halsizliğimde. Lokantadan kalkacağımız sırada suzi su şişelerini toplayarak kasaya yöneldi, dayıma hayırdır dayı suzi bunları ne yapacak kasaya mı teslim edecek dedim. Hayır dedi plastik şişeleri geri getiren müşterilere müler lokantaları 30 send geri ödeme yapıyor. Onun için şişelerin depozito paralarını geri alacak.
Avrupanın her tarafında tüm insanlar birbirlerine güler yüzle, sempatik tavırlarla bakıyorlar. Sabahları evde sokakta her yerde “guten morgen, guten morgen” Her mekanda her yerde iyi dileklerini bildirerek güler yüzle selamlaşıyorlar. Burada herkese verilen görev neyse onu yapıyor, kimse kimsenin görevine müdahale yapmıyor, kimse kimseyi küçük görmüyor, herkes birbirlerini saygı ve sevgiyle karşılıyor ve kucaklıyor. Kimse kimsenin hakkını da yemiyor. Üreten ürettiğinin hakkını istiyor. Tüketici de hayır demiyor, pazarlık da edilmiyor. Devlet de aynı zihniyetle yönetiliyor insan endeksli, çıkar gözetilmeksizin. Türkiye’de olduğu gibi burada hiç kimse otoyola çıkıp, Antalya da ve Bursa da olduğu gibi oto yola çıkıp Salatalık ve şeftali dökmüyor.Başta devlet olmak üzere ve o ülkenin her ferdi birbirlerini anlıyorlar birbirlerini seviyorlar ve çıkar mevzusu olmadan herkesin hakları korunuyor. Demokratik sistemle, kapitalist sistem iç içe girmiş hiçbir aksaklık olmadan yürümeye devam ediyor. Ve aksaklığa da izin verilmiyor. Devlet yönetim sisteminde ben seçildim ben hallederim olayı yok. Yapılacak her şey halk soruluyor ve halk oylamasına gidiliyor. Bunun içinde biz halkı bilinçlendirelim diyerek ne sokaklara çıkılıyor, nede miting, gösteri ve yürüyüşler yapılıyor. Kimse kimsenin de kirli çamaşırlarını gün yüzüne çıkarıyor. Burada her şey ülke çıkarları ve halkın çıkarlar doğrultusunda oluyor. Mutlaka duyurulması gereken her olay, gazetelerden, Tv ve radyolardan en önemlisi de postanelerden gönderilen mektuplardan halkı bilgilendiriyorlar…
Suzi depozitoları aldıktan sonra lokantadan dışarıya çıktık geniş cadde üzerindeyiz buradan diğer taraflara gezilebilecek ve görülebilecek olan yerleri gezdik ve en sonunda alışveriş yapmak üzere Aldi mağazası içerisindeydik. Aldi mağazasında 2 Pazar araba dolusu alışverişimizi yaptık ve dışarıya çıktık. Arabanın biri bende, diğeri Suzi’de yine sokakları geçerek Konstanz banofunda ki gümrük kapısından içeriye girdik işlemleri yaptırdıktan sonra Kreuzlingen’e gidecek tirene gidecek trene binerek İsviçre’ye dönüş yoluna girmiş olduk. Kreuzlingen de tren değiştirerek St.Gallen’e doğru yol almaya başladık şu anda 45 dakikalık bir yolculuğa başlamış olduk. Eve geldiğimizde yorgun ve bitkindik. Ama bu yorgunluğa değer miydi evet değerdi. Aşık Veysel Şatıroğlu’nun dediği gibi “uzun ince bir yoldayız gidiyoruz gündüz gece” evet gideceğiz insanlığımıza ve insanımıza bir şeyler katmak ve bir şeyler vermek için, yollar çok ve yollar uzun ama hayat kısa. Haydi varmısınız hep beraber hayatın tadını çıkarmaya…
YORUMLAR
Uzun bir gezi yazısı olmuş.
Paragraflar da dolu dolu yazılmış.
Bu nedenle,
çok okuyucusu olmayacaktır bu gezi yazısının.
Gezmeyi seven bir insan olarak,
bir bukle bakmak geldi içimden ve cümlelere esir oldum, bırakamadım.
Hoş bir anlatımın kucağında,
sonuna kadar götürdü beni yazı.
Gerçekten çok hoş kaleme alınmış, çevre çok güzel tariflenmiş.
Menfi bulduğum tek şey,
Avrupa'nın aşırı övülmesi, memleketimin ise kötü resmedilişi.
Bunun haricindeki her şey güzeldi.
ziyabekar
esen kalın...