- 1921 Okunma
- 13 Yorum
- 2 Beğeni
KURBANIN DİŞLERİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Dişçilik Fakültesinden mezun olmuş ve Anadolu’ nun kuş uçmaz, kervan geçmez bir ilçesinin sözde hastanesine tayinim çıkmıştı. Okula başladığım gün olduğu gibi heyecanlıydım. Onca yılın sonunda hayalime kavuşmanın sevinciyle yola çıktım. Hiç görmediğim bir coğrafyaya doğru ilerliyordum. İstanbul’ da doğup, büyümüş biri olarak gideceğim yerde yaşayacağım sıkıntıları göz ardı ediyordum.
Düzgün yollar, yerini ilerledikçe toza toprağa bırakıyordu. Bir süre sonra alışkın olduğum ağaçların yerini sadece kelleşmiş bir adamın başı gibi kalan tepelere bırakmıştı. İlerledikçe moralim giderek bozulmaya başlamıştı. Kendimi telkin ediyor, içimden “ Her şey çok iyi olacak, hizmet için varım ben. Onun için gidiyorum” diye tekrarlıyordum.
Nihayet, yolun sonunda bindiğim eski püskü otobüs homurdanarak durdu. Gece çökmüş ve her yer zifiri karanlıktı. Karanlığın içinde Ağustos böceğini andıran evlerden süzülen cılız ışıklar olmasa mezarda hissedecektim kendimi. Yolculuğa çıktığım andan itibaren ilk kez ürküntüyle otobüsten indim ve etrafıma baktım. İnsanlar mutsuz görünüyordu. Otobüsten inen diğer yolcular, aniden kaybolmuşlardı. Karanlıkta tek başıma kalakalmıştım. Ne kadar kaldım o şekilde bilmiyorum. Aklım başıma geldiğinde, otobüs şoförünü fark ettim. Yanına yaklaştım.
“ Merhaba, Devlet Hastanesi ne tarafta acaba?”
“ Aleyküm Selam beyim. Buradan epey arası var . Nedcen Devlet Hastanesinde bu saatte beyim?”
“ Ben doktorum da yeni atandım.”
“Hoş gelmişsen beyim. Ne iyi ettin de geldin.”
“Hoş buldum. Nasıl giderim. Ya da uzaksa yarın giderim. Bana kalacak bir otel gösterseniz.”
“Dohtor Bey, burda ne gezer otel, motel.”
“ Eeee nerde kalacağım ben şimdi?”
“Düşündüğün şeye bak Dohtor Beyim, biz fakiriz, garibanız ama gelen Tanrı misafirini de sokakta bırakmayız. Hadi gidelim bizim fakirhaneye. “
Şaşırıp kalmıştım. Hiç tanımadığım bir adam bana evini açıyordu. Yutkundum ve tekrar zifiri karanlığa baktım. Çaresizdim. Mecburen kabul ettim. Karanlık sokaklarda ilerledik. Elimdeki valiz giderek ağırlaşmıştı. Aklıma ne gelirse koymuştum. Özellikle de tıp dergilerini. Sonunda tahta kapılar gıcırdayarak açıldı .Erken çökmüş bir kadın ve arkasında bize merakla bakan çocuk sürüsü karşıladı bizi. Kadın, telaşla o yana bu yana koşuşturdu. Oturacak kadar yer açtı ve kaçarak çıktı odadan. Çocuklar sıra sıra dizilmiş beni seyrediyorlardı. Kapı açıldı yeniden. Kadın, elinde bir tepsiyle içeri girdi. Başı yerde, ortaya bıraktı ve kaçarak çıktı dışarı. Tepsideki yiyeceklerin kokusu adeta sarhoş etmişti. Adını yolda öğrendiğim şoför Mustafa’ nın sofraya davetiyle yiyeceklere yumuldum hemen. Karnım doymuş, gözüm açılmıştı. Sobadan yayılan sıcaklık ile rahatlamıştım. Mustafa, durmadan konuşuyor, çocuklar durmaksızın bana bakıyordu. Sonrasını hatırlamıyorum.
Sabahın erken saatinde horoz sesleriyle fırladığımda anlamıştım İstanbul’ da olmadığımı. Gündüz gözüyle tekrar baktım etrafıma. Ben nasıl bir maceraya atılmıştım. Daha neler yaşayacaktım bilemiyordum.
İşte oradaki ilk günüm bu şekilde başlamıştı. Kahvaltının ardından Mustafa önde, ben arkada yeniden düştük yola. Valizimi sonra getireceğini söylemesine rağmen inat etmiş onu da yanıma almıştım. Külçe gibi ağırlaşıyordu her adımda. Güzel bir hastane binası hayal ederken, karşımda duran sıvaları dökülmüş, çatısı paramparça olmuş eski bir binayla karşılaşınca adeta olduğum yere çökmekten son anda kurtardım kendimi. Görünüşe göre hiçbir hayat belirtisi yoktu binada. Mustafa, mahcup bir halde bana bakıyordu.
“ Mustafa burası mı Hastane? “
“Evet, beyim burası”
“Kaç kişi çalışıyor burada biliyor musun?”
“Başka kimse yok beyim”
“Neee?Nasıl başka kimse yok mu ? Ne biçim sistem bu ya. Neden atadılar beni buraya o zaman.”
“Eskiden vardı beyim. Gelen gitti. Her gelen kısa zamanda gitti yerine yenisi geldi. Kimi ilk gün gitti. Ama hakkını yemeyeyim sizden öncekinden önceki bir ay dayanmıştı.”
Başka söylenecek hiçbir söz kalmamıştı. Karşımda virane bir bina, içinde cinlerin cirit attığı, Allah’ın unuttuğu bir yerde yalnız ve çaresizdim. Hayallerim, yapmak istediklerim, tıpkı değerli bir vazo gibi yere düşüp parçalanmıştı. Valizimi yere bıraktım ve olduğum yere çöktüm. Mustafa da yanıma oturmuş sessizce beni izliyordu. Ne biçim bir düzendi bu. Koskoca Sağlık Bakanlığı benimle dalga mı geçmişti. Nasıl dönecektim? Bırakın başkalarını kendime karşı, ideallerime saygısızlık değil miydi bu kaçış?
Kendime geldiğimde, Mustafa’ ya ;
“ Mustafa hemen tanıdığın kim varsa topla gel. Yevmiyelerini cebimden vereceğim”
Anlamsızca bana baktı. Herhalde zır deli olduğumu düşünüyordu. Yaşadığım travma mantığımı da alıp götürmüştü sanki. Onca yolu korkup kaçmak için gelmemiştim. Aklım hiç o günkü kadar yerinde değildi. Mustafa başını iki yana sallayarak gitti yanımdan. Aradan iki saate yakın bir zaman geçmiş fakat gelmemişti henüz. Cılız bir ağacın dibine oturmuş, gelmelerini bekliyordum. Tam ümidimi kestiğim bir anda kalabalık insan topluluğunun benden tarafa geldiğini gördüm. Önde Mustafa vardı. Yaklaşık on kişi kadardılar. Yanıma yaklaşan ellerime sarılıp, öpmek istiyordu. Elimi zorla kurtarıyor, tokalaşıyordum. Hiç beklemeden binaya dağıldık. İçeride işe yaramaz ne kadar eşya varsa dışarı çıkarttık. Ücra yerlerin kaderi gibiydi atılan eşyalarda. Sonunda bina en azından toparlanmıştı. Sonra tamirata giriştiler. Çatı onarıldı. Sıvalar, geçici olarak kazındı. Kalabileceğim bir yere ihtiyacım vardı. Küçük bir odayı kendime seçtim. Benden öncekiler de orada kalıyor olmalılardı. Bir yatak ve bir masa yeterdi bana. Akşamın karanlığına kadar kaldılar benimle. İşi kotarmıştık. O yaşıma kadar edindiğim tecrübelerin on kat fazlasını, zevk duyarak kazanmıştım. Üstelik kara kara düşündüğüm yatak ve masa işi de hallolmuştu. Ne lazımsa hemen anında gelip yerleşiyordu. Kapıda onları uğurlarken, elimi cebime attım. Bütün gün benim için çalışmışlardı. Mustafa niyetimi anlamış olacak, elimi tuttu ve beni kenara çekti.
“ Dohtor Bey, sakın çıkartma o paraları. Hakaret sayarız yoksa. Burada insanlar parayla değil, yürekleriyle çalışırlar. Sen geldin ya! Artık çocuklarımız ölmeyecek. Kadınlarımız, yaşlılarımız ağrı çekmeyecek. Sen geldin ya! O yeter bize. Haydi, Allah rahatlık versin.
Ne diyebilirdim ki! Onlar hakikaten yürekleriyle çalışmışlardı benimle birlikte. Oysa ben diş doktoruydum. Bunu nasıl söyleyebilirdim onlara. Bunu söylemek, onlarında hayallerini yıkmak demekti. Arkalarından bir süre izledim onları. Karanlığın içinde kaybolana dek…
devam edecek!
Nermin Kaçar
YORUMLAR
Öykülere bakış açım şöyle: Yazar, herkesin bildiği ya da gelişmekte olduğu olayları okuyucuyu sıkmayacak şekilde yani derine kaçıp da akademik bilgiçlik taslamadan yazıp yazmadığına bakarım. Yazarın kaleme aldığı konuda bence yön gösterici olmaması lazım. Yani olaylar içerisindeki gelişmeleri açarak sorunların çözümünü okuyucunun inisiyatifine bırakmaktır. Yazıda fazlalık ya da eksiklik aramak peşinde koşmak boşuna nefes tüketmek gibidir. Fantastik öyküleri" öyle olması mümkün değil" diye eleştirmek nasıl ki beyhude ise yazının gerçekliği üzerinde durmak ta bana göre beyhude...
Önemli olan bilinen sıradan olayların akıcı yazılıp yazılmadığı...Yoksa diş doktorunun kendisini hangi sıfatla tanıtıp tanıtmadığı üzerinde kafa yormak yazıya ne kadar pozitif bir katkı yapar.
1975-77 yıllarında görev yaptığım beldeye yani tayın olunan bir doktor at sırtında köyden köye giderdi muayene için. Şimdi bunun " böyle bir şeyin olup olmayacağını tartışmak" yerine öyle bir doktorun farklı bir ruh haliyle görev aşkını kaleme almak öncelik almalı diye düşünmekteyim.
Nermin Hanım'ı tebrik ediyorum. Sıradan insanlarla bizi tanıştırdığı için.
Saygılarımla.
Biran için öyküde anlatılan bir hastane değil de köy okulu sandım. Devlet hastanesi, hastaların yatırılarak da tedavi edilmesi imkanının olduğu bir kurumu tarif eder. Zira hastaneyse atanan doktor dışında birilerin de olması gerekmez miydi?Oysa öykünün betimlemelerinden hastanenin bomboş, terkedilmiş olduğu havası verilmiş. Yazar bu çok önemli ayrıntıları atlamamalı, mantık hatalarına düşmemeliydi, derim.
Saygılarımla...
Nermin Kaçar
Öykünün ilk paragrafında Tıp Fakültesinin Diş Hekimliğinden mezun olduğunu ve adı bilinmeyen bir yerde hastaneye atandığını belirtmiştim. Sanırım o kısım gözünüzden kaçmış olmalı. Her öyküde veya romanda hayali betimlemeler yapar yazarlar. Hoş gerçi ben daha kendimi yazar kategorisinde görmüyorum. Çünkü yazar olabilmek için uzun yıllar verilmesi gerekiyor. Öykünün son paragrafında ise kahraman açıkladı zaten diş doktoru olduğunu. Görüş ve önerileriniz için teşekkür ediyorum . Saygılarımla.
nitemtran
Tıp fakültelerinin diş hekimliği bölülümü olmaz, diş hekimliği ayrı bir fakültedir her zaman.
Devlet hastanelerinde belki tek bir doktor olabilir fakat diğer kadrolardan da en az birer kişinin olması icap eder.
Aslında neden bu kadar ısrarcıyım biliyor musunuz? Metafizik öğeler taşımadığını zaten ta baştan dikte eden, güzel bir konuya güzel bir giriş yapıp, güzel detaylandıran öykünüzü yanlış detay bilgilerine kurban etmeyin istedim.
" Her öyküde veya romanda hayali betimlemeler yapar yazarlar" buna sonuna kadar katılıyorum fakat atladığınız şey şu; Kendi tanımladığı, yarattığı şeyleri sonsuz özgürlükte betimler. Varolan, varlığı yadsınamaz şeyleri değiştiremez. Değiştirirse o öyküden çıkar, telkine, algı oluşturmaya girer.
Amacım asla sizi kırmak, rencide asla değil.
Sağlıcakla...
Nermin Kaçar
Nermin Kaçar
girişten belli olduğu kadarı ile çok güzel bir yazı dizisi olacağa benziyor. Gerçekten memleketimin insanına hayran kaldım. bir o kadar da devletin sorumsuzluğuna şaştım.
Hiç doktor olmayan hastaneye diş doktoru :(
Tebrikler Nermin
sevgimle
Nermin Kaçar
Nermin Kaçar
Gerçekten mükemmel bir yazı.
Gözlerim doldu okurken.
Yav,
ne hastır benim Anadolu insanım.
Her yöresi ile...
Nasıl misafirperver, nasıl temiz yüreklidir.
Bu insanlar için ölünür inanın.
onlar da sizin için ölürler.
Ah şu büyük şehir ah!...
Nasıl da alıp gittin değerlerimizi.
Nasıl da silip süpürdün insanlığımızı.
Ne yazmalı şimdi buraya?
Doktor olmak önemli değil bence o insanlar için.
Adam olmak önemli.
Ve,
kahramanımız da,
sapına kadar adammış gerçekten.
Nasıl da ısındı içimiz ona, nasıl da sevdik hemencecik...
Şimdi,
bir iki söz de yazarına söyleyelim hikayenin.
Konuyu bir tarafa bırakıyorum, ona sözümüz yok zaten;
yazının akıcılığına da gerçekten hayran kaldık.
Bu güzelliğin uzun sürmesini diliyoruz.
Tebrik ediyoruz.
Nermin Kaçar
Yorumunuz mutlu etti beni. Kalem sanırım yazdıkça daha da olgunlaşıyor. Ara ara girebiliyorum. Dahası bazen hiç yazamadığım tıkanmalar yaşıyorum. O dönemlerimi de okumayla telafi ediyorum. İnşallah düzenli olarak yazmaya başlayacağım Allah izin verirse tabii ki. Teşekkür ediyor saygılar sunuyorum.
Nermin Kaçar
Yorumunuz ve dostluğunuz için teşekkür ediyorum. Estağfurullah efendim esas usta sizlersiniz ve ben sizlerden çok şey öğrendim. Saygılar efendim.
Bu gece deftere yeniden bu yazı için girdim inan.
Bu kadar güzel bir yazıyı nasıl da görmeden ve okumadan çıktım, çok özür dilerim. Üstelik de tam benim beğendim tarz da bir öykü türü, hatta buna öykü dediğim zaman, hem yazarın kalemine, hem Dohtor Bey'e, Mustafa ve Mustafalara, hem köylülere, hem de sıvası dökülmüş hastanelere ayıp etmiş olurum.
Bu ve bunun gibi dohtorlar, doktor olabilmek için ne kadar uğraş veriyorlar, o sınavları kazanmak için gece gündüz ne gayretlerle çalışıyorlar, sınav sonuçlarını görünce havalara uçuyorlar: Sonuç... Allahın ucrâ köyü.
OLsun; adı doktor ya, o da yeter. Neye yeter? Yanında ana yok baba yok, yol yok, ev yok, bark yok. Olsun adı doktor ya!... Yeter. Ne yeter? Siz kimi kandırıyorsunuz, adam doktor olmuş, iğne yaptıracak hemşire vermiyorsunuz.
Olsun, adı doktor ya...
*
Geçen gün bir internet sitesinde çocuk isimleri aranıyordu.
Kız isimleri, erkek isimleri.
Alın size bir isim daha.
DOKTOR.
Sınavsız, doğsun yeter.