Yusuf'un seyir defteri - 2
Defterde yazılanları hem latince harflere dökmek hem de günümüze çevirmek oldukça zaman alıcı bir işti. Ayrıca denizci terimlerini çevirmek ayrı bir çaba gerektiriyordu. Ama bunlar beni kesinlikle yıldırmadı. Çünkü önümdeki defterde benim için bir hazine yatıyordu. Çünkü daha önce en fazla yüz-yüzelli yıllık dökümanlar bulabiliyor, anca bunları çevirebiliyordum. İhtiyaç durumları hariç neredeyse masanın başından kalkmıyordum. Bu iş bitene kadar da kalkmayacaktım. Kahvemi tazeleyerek kaldığım yerden devam ettim.
...
Santa Maria(Aziz Meryem), neredeyse 100 tonilatoluk, 10 kulaç uzunluğunda, 3 babafingolu, kerak tipi orta boy bir gemiydi. 4 adet topu ve tek güvertesi mevcuttu. Tayfa gemiye kendi arasında Mariegalante diyordu. Tayfaların çoğu Endülüs bölgesinden toplanmış deneyimli denizcilerdi. Gemide ayrıca geminin sahibi, kraliyet görevlisi, donanma temsilcisi, tercüman, sarraf, ressam ve marangoz da mevcuttu. Yaz sonuna doğru bir akşamüstü büyük bir törenle limandan demir aldık ve öncelikle Kanarya adalarına doğru yol aldık.
...
Genellikle geceleri çalışıyor, notlar tutuyor, ölçümler yapıyordum. Kolombus ara sıra geceleri mürettebatı kontrole çıkıyordu. Bir keresinde not tutarken yakalandım ancak günlük tuttuğumu söylerek o anlık paçayı kurtardım. İbadetlerimi ise yerine getiremediğimden, genellikle oturduğum ya da yattığım yerden gözlerimle eda ediyordum. Bu adamlar Müslüman ve Yahudi düşmanıydı. Tüm yarımadayı Müslümanlardan arındırmışlardı. Böyle önemli bir yolculukta gemide müslüman olduğunu farketseler, yapmayacakları şey yoktu. Umarım arkadaşlarım da kendilerini gizlemeyi başarıyordur diye düşünüyordum. Kanarya adalarına yanaştığımızda Fazıl’ı göremedim. Kimseye de soramıyordum. O gece tavernada sarhoş olan bir tayfayı konuşturmayı başardım. Korktuğum başıma gelmişti. Fazıl’ı gece gizlice ibadet ederken yakalamışlar ve önce işkence edip, daha sonra denize atmışlardı. Bu olay beni çok üzdü ve gereğinden daha fazla dikkat edilmesi gerektiğini farkettirdi. Küçük birer not yazarak Yunus ve İbrahim’e verdim. Buradan erzak takviyesi ve gerekli onarımlar yapıldıktan sonra ayrıldık. Kanarya adalarına ait harita ve portolanlar ile seyir rotasını defterin arkasına ekleyeceğim.
...
Büyük Kanarya’dan ayrıldıktan sonra beş hafta kadar batıya seyrettik. Birçok fırtınayla karşılaştık ama bir tanesinde rotamızdan çıktık ve neredeyse batıyorduk. Bu fırtına sırasında bizi yana yatıran ve az kalsın batıracak olan yelkenlerden birine atlayıp gözüpek bir biçimde keserek gemiyi kurtarmam sayesinde Kolombus’un biraz daha gözüne girmiştim. Ancak bu adamlar oldukça pisti. Temizlenme, banyo, tuvalet adabları yoktu. Bu da uyum sağlamamı oldukça güçleçtirdi. Ayrıca hastalanmaktan korkuyordum. Arada sırada küçük bahaneler uydurarak denizde yüzerek temizlik ve abdest işlerimi bu şekilde hallediyordum. Tabi tedbiri ve gözlemi asla bırakmıyordum. Yıldızların konumu, suyun ısısı, rüzgar yönleri, balık çeşitleri ve sıcaklıkların hepsini not ediyordum. Kolombus her ne kadar takdir etse de oldukça güvensiz birisiydi ve o da devamlı gemiyi teftiş ediyordu. Her ne kadar başı bozuk bir korsan olsa da oldukça akıllı ve tedbirliydi. Ayrıca dört ya da daha fazla dil biliyordu.
...
Aradan geçen beş haftanın sonunda Pinta’dan bağırışlar duymaya başladık. Ardından küçük uyarı topunu ateşlediler. Bu karanın göründüğüne işaretti. Herkes sevinç içinde haykırmaya başladı. Bütün tayfa geminin sancak küpeştesine yığılmıştı. Kaptan da gemiyi tornistan ederek sancak yönüne çevirdi. Tam bir bayram havası hakimdi. Tayfaya ve Kolombus’a göre dünyayı dolaşmış Hindistan’a gelmiştik. Karaya ayak bastığımızda Kolombus sahile kraliyet bayrağını dikti ve adayı kraliyet toprağı ilan etti. Sahilde bizi bir grup baldırı çıplak karşıladı. Bunlar esmer ve oldukça ilkel insanlardı. Ancak vücutlarının her yerinde altın ziynetler ve takılar vardı. Mürettebat ve özellikle Kolombus bunları gördüğünde gözleri parladı. Halk oldukça ilginç bir şekilde üstün bir saygı halindeydi. Hizmette kusur etmiyorlar, krallar gibi ağırlıyorlardı. Adaya kendi dillerinde Guanahani diyolardı. Kolombus bu ismi değiştirerek adaya San Salvador ismini verdi. Adayla ilgili harita, bilgi ve portolanları defterin arkasına ekleyeceğim.
...
Bir kaç ay burada kaldık ve yetenekli olan yerliler kısa sürede dilimizi öğrenerek, kendi dillerini de bize öğrettiler. Mürettebat metal ve ateşli silahların gücünü göstererek bu barışçıl ve pasif halkı korkuttular ve zorla hristiyan olmaya zorlayarak zulmettiler. Altınların kaynağını söylemeleri için baskı yaparak bazılarına işkence uyguladılar, hatta katlettiler. Kadınları ise her türlü işleri için kullanıyorlardı. Tüm bu yapılanlar kanıma dokunsa da verilen görev uğruna göz yummak zorunda kaldım. Tayfa kadınlarla ilgilenmediğimi farkettiğinde de frengi olduğumu söyleyerek kurtuldum. Yine bir gün bu tarz ısrarlar ve şakalaşmalar sırasında İbrahim’i anadan üryan soydular. Bu tarz abes şakalar korsanların arasında yaygındı. Ancak İbrahim’in sünnetli olduğunu farkettiklerinde bir yaygara koptu ve tüm tayfa üzerine çullandı. Kendini kurtarabilecek hiç bir şey yoktu. Herkes bıçaklarını çekmişti ve işkence ederek öldürmek niyetindeydiler. Bir an İbrahim’le gözgöze geldik ve bana bakarak başını önüne doğru salladı. Ne istediğini anladım. Silahımı çekip en yakın arkadaşımı oracıkta vurdum. Yunus da hemen fırsatı değerlendirerek bir haini bu kadar çabuk öldürdüğüm için benimle rol gereği kavga etti. Tayfa biraz homurdandıysa da bir süre sonra hepsi içkilerinin başına geri döndü. Bense bir köşeye çekilip sessizce ağladım ve Yüce Yaradan’ın beni affetmesi için dua ettim. Elbette bu davranış Kolombus’un gözünden kaçmayacaktı.
...
Bir gün Kolombus yerlilerin bazılarında yara izleri farketti. Bunların kaynağını sorduğunda yerliler batıyı göstererek oradan gelenlerle savaştıklarını, oradaki halkın daha güçlü ve zengin olduğunu söylediler. Zaten gözünü hırs bürümüş olan bu insanlar açgözlülükle yolculuğa devam etme kararı aldılar. Hala Hindistan yakınlarında olduklarını sanıyorlardı. Bizse batıda daha büyük bir kara parçasının olduğunu Pîrî Bey’den hatta Kemal Reis’ten öğrenmiştik. Onların böyle bir bilgiye nasıl vakıf olduklarını Allah bilir. Ancak keşke buraları bu küffar yerine biz ele geçirmiş olsaydık. O zaman bu kadar zulme mahal vermezdik diye düşünüyorum.
...
İki haftalık bir hazırlıktan sonra burada birkaç adam bırakarak yola çıktık. Bu bölge bir çok adayla doluydu ve hepsini konumunu, şekillerini, görebildiğim kadar yükseltilerini deftere aktarmam çok zahmetli oldu. Neredeyse hiç uyku uyumadığım geceler oldu. Yine böyle gecelerden birinde Kolombus’un da uyumayarak notlar aldığını ve bir günlük tuttuğunu gördüm. Bu günlüğü de kamarasında bir yere saklıyordu ama gözetlediğim yerden onu göremedim. Bu günlüğü de ele geçirmem oldukça faydalı olacaktı ancak çok riskliydi ve tüm işi berbat edebilirdik. Şimdilik bu işi erteledim.
...
Uzunca bir süre bir adadan öbür adaya yolculuk ederek, yağma ile ve ateşli silahların gücüyle yerli halkı korkuttuk ve mallarını ele geçirdik. Her adadan gemiye köle ve yol gösterici olarak erkek köleler ve ihtiyaçlarını gidermek için kadın köleler alıyorlardı. Sıkıldıklarındaysa umarsızca insanları öldürerek denize atıyorlardı. Bu durum iyiden iyiyi psikolojimi ve sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Ancak elimden de birşey gelmediğinden genellikle hıncımı sarhoş kavgası çıkartarak alıyordum. Sonunda Çevredeki adalardan daha büyük, daha dağlık ve yoğun bitki örtüsüne sahip bir kara parçasına ulaştık. Kolombus buraya Juana ismini verdi. Tatlı suları, bol meyvesi ve bir çok kuş ve yırtıcı türü barındırıyordu. Ada hakkında ayrıntılı malumatı defterin arkasına ekleyeceğim.
...
Burada diğer küçük adalara nazaran daha düzenli ve kendi medeniyetlerine göre daha fazla silahlanmış bir halk bulduk. Baştan bizi iyi karşılasalar da daha sonra mürettebatın ve Kolombus’un altına olan hırsını farkederek düşman oldular. Çok kanlı ve adil olmayan bir çatışma yaşandı. Ceza olarak Kolombus adamlarına köydeki tüm erkekleri öldürmelerini ve kadınların ganimet olarak alınmasını emretti. Kolombus’un levazım subayı Diego isimli katil bu işten zevk alan bir tipti. Genelde keyfi tecavüzlerin ve cinayetlerin başında geliyordu. Bu kıyım sırasında ben de köye girerek bir yandan kurtarabileceklerimin köyden kaçmalarını, saklanmalarını yahut diğer köylere haber götürmelerini sağlamaya çalışıyordum. Tam bir çocuğu büyük bir palmiye ağacı yapraklarının altına saklarken, Diego ile karşılaştık. Açıklayabileceğim bir durum yoktu. Kısa bir bakışmadan sonra üzerime doğru hamle yaptı. "Yatağan"ım yanımda olsaydı tek hamlede işini bitirebilirdim. Ama bu gavurların "piç kılıç"larının ağırlık dengesine alışamamıştım. İlk darbesini karşıladımsa da, hemen savurduğu ikinci darbede kılıcımı düşürdüm. Kılıcını göğsüme bastırarak "Senin lanet bir hain olduğunu biliyordum" dedi ve diğer tayfaya seslendi. Tüm yapılanlar, ölen arkadaşlarım, çekilen çile boşa gidecekti. Bir şeyler yapmalıydım. Her ne kadar soğuk kanlı olmaya çabalasam da sağlıklı bir karar veremiyordum. Tam da o an yardımıma yetişen yerli çocuk oldu. Yaprakların arasından çıkarak yerden aldığı irice bir taşı Diego’nun ensesine indirdi ve arkasını döndüğü gibi ormanda kayboldu. Kısa bir tereddütten sonra ben de arkamı dönerek kaçmaya başladım. Uzunca bir kovalamaca başlamıştı. Başta Diego olmak üzere beş-altı kadar tayfa peşim sıra koşuyorlardı. Bu coğrafyadaki nebâtât oldukça sık ve gür olduğundan çok zor ilerliyordum. Tabi bu peşimdekiler için de geçerliydi. Kovalamaca güçleştikçe arkamdan tehditler ve küfürler savurmaya başladılar. Bazılarının geride kaldığını farkettim ama Diego adeta bir hayvan gibi yorulmak bilmiyordu. Beni eline geçirdiğinde neler yapacağını Allah bilirdi. Ancak artık bacaklarım ve ciğerlerim bu yorgunluğu kaldıramaz hale gelmişti. Son bir gayretle önüme çıkan nehiri geçmeye çalıştım ancak nehri ortaladığımda gittikçe derinleştiğini farkettim ve akıntıya karşı koyamadım. Geri döndüğümde Diego’yla gözgöze geldim. "Seni hain köpek" diye bağırdı ve belinden çektiği tabancayı ateşledi.
Gökyüzüm karardı. Artık bir boşluktaydım...
=========================================================>>>>>>>>
YORUMLAR
Bu bölümü okurken hatta içinde yaşarken bu bölümde daha yoğun hissettiğim şey Yusufun günlüğünden kopup gelmiş bir sayfa kadar kadim bir uslubla yazılmış,anlatılmış olması oldu.Bunun özellikle bir altını çizmek istedim.Sonrasına gelecek olursak Rabiaya katılıyorum bir kaç filmi bir arada izledim ama kendi tadını.özgünlüğünü korudu yinede hikaye ve seviyoruz bu tarz maceraları içinde tarihi gerçekler,dipnotlarlada daha bir zenginleşiyor(uz).Başarılı dizilerin heycanlı bölüm sonları gibi bir yerde bitmiş bu durumda üçüncü bölümede geçip dördü beklemek kaçınılmaz...
grafspee
o muhteşem hayalgücünle yazdıklarımı benden daha çok yaşıyorsun. bu da beni gaza getiriyor :)) hep oku sen, yorum yapmasan da olur. ben gelip gördüğünü hissederim :)
Bu aralar vakitsizlikten olacak okuyamıyorum.
Yakınıyorum hep vakit ayıramamaktan.
Sonra da diyorum ki okuduktan sonra,
zaman çok da önemli değil
er ya da geç okumak önemli olan.
Normalde bu tür yazıları çok zor okurum.İtiraf edeyim sizin yazılarınız sayesinde daha bir ısındım galiba.Anlatım,kurgu çok önemli.Özgünlüğü de katınca işin içine; mükemmel oluyor.
Tebrikler güzel kalem...
sevgiyle.
grafspee
Seyir ilerledikçe ezberler bozuluyor. O seyir defterini yazarken,gün aynı gün.güneş aynı güneş,ay yine masmavi,okyanuslar yine denizlerin efendisi. Sadece şuan siz bu kişileri bize, bu zamana getirdiniz . Bizde ki misafirlikleri hala sürüyor. Tabi son söz tabi ki sizin :)
Saygılar,Sevgiler Değerli Dost