ARTIK BEBEĞİM YAŞAMIYOR !!!!!
Sabah olduğunda,yalnızlığı kilitli çekmecelere saklamak vaktidir...Oysa gece yine gelecek, ,ertesi gece olmasa bile... Bazen o kadar yalnız hissedersin ki kendini.... Bazen o kadar yalnız... Bazen o... Bazen sen... Bazen be.....
Meneviş yüzüne baktı. “Sen mi yazdın bunu, ne güzelmiş?” Başını iki yana salladı , kader yazdı, bana okumak düştü. Ne güzel gülüyor bu kız dedi. Bakışlarında ısındı. Okuyacaksın bir mesleğin olacak değil mi dedi. Yok dedi kız ben okumayacağım, gelin olacağım. Bu da güzel dedi. Yorulmuştu uyuyakaldı. Ne zaman gitmişti Meneviş, duymamıştı.
****
Hamile olduğunu haykırdıktan kısa bir süre sonra, bu köyde bulmuştu kendini. Çalışma hayatı, o yıl kazandığı üniversite de her geçen gün hayatından biraz daha uzaklaşıyordu . Aslında epey şehir görmüştü. Ama buradaki kaybolmuşluk duygusunu hiçbir yerde duymamıştı Gülsüm. Bebeği ve o; bu yabancı yerde, yabancı insanların içinde ne arıyordu. Bir anlam veremiyordu. Her şey uzağında olup bitiyor O bir türlü bunlara dahil olamıyordu. Sisler içinde belirleyemediği olaylara seyirciydi. Ne dili dönüyor ne kolu kalkıyordu.
Aziz annesigilin geldiğini haber verdi . Seni götüreceğim yanlarına görsünler , konuşacakları sana diyecekleri varmış. Korka korka düştü yola. Her an kaçıp saklanma isteği duydu. Vardıklarında sofrayı hazır buldular. El öptü geçti gösterilen yere. Bakışlar bedenini delip geçiyordu. Şu ellerini koyacak bir yer bulsa, belki daha rahat edecekti.
Kadının bir kolu yoktu. Söylemişti Aziz kanser sıçramasın diye kesmişlerdi. Yaşlı adam dinçti, yerinde duramaz bir hali vardı. Aralarında hissedilir bir gerginlik vardı. Her iki taraf ta birbirini süzüyor ancak bir türlü yakınlık duyamıyordu. Yemek sonrası adam söze başladı.
-Kızım bu böyle olmaz ,orada çocuklar burada sen bu halde. Köye gel her şeyin çaresi bulunur. Sen aklı başında birisisin, bizleri de kendini de perişan etme, dedi.
Sevdiği adamın yüzüne baktı. Ona babasız çocuk doğurmayacağım dedikçe” halledeceğim sen üzülme “ demişti. Hal yolu buydu demek. Onun ardına düşüp gitmek. Başka yolu da yoktu. Bebek 4 aylık olmuştu.
Gülsüm çevresindeki her şeyin, her kesin yeni yeni farkına varıyordu. Burası Hacı Salimlerin kalesi olmalıydı. Kendisi de gönüllü tutsak. Kim gelse ya emmi oğlu, ya dayı oğlu ya da bibi kızıydı. Hepsi bu kendilerine yabancı tutsağı merak ediyorlardı. Sadece merak ediyorlardı. İçlerinden “ne olacak , şehirli kadın işte” ağabeyimin aklını çelmiş derken, bir iki kırık dökük lafı ortaya bırakıp gidiyorlardı.
8-9 yaşlarında bir kız geldi bir gün. Ben bebeği merak ediyorum dedi. Eli sıcacıktı. Gülsüm’ün buz kesmiş dünyasında sıcacık bir el. Gülsüm de tuttu elini “adın ne ?”dedi . Menekşe gibi gözlerini dikti Gülsüm’e demiştim geçen gün unuttun mu dedi. Utandı hiç hatırlamıyordu. Ne dese bilemedi. Unutkanlık başlamıştı, epeydir farkındaydı ,bir sünger ha bire siliyordu beynini, engel olamıyordu. Olanlardan saklanma yoluydu belki.
Servet bir çocukları olsun diye ne dualar etmişti. Allah dualarını yıllar sonra kabul etmişti. Bir kızı olmuştu. Köyde kadrosuz hocalık etmişti yıllardır. Köylüde benimsemişti O’nu. Karısı da yumuşak huylu biriydi. Kıt kanaat geçiniyorlardı. Köydeki bazı insanlar fakir olduklarından küçümser gibi bakıyorlardı. Ama aldırmıyordu. Hele Meneviş doğduktan sonra mutlulukları katlanmıştı. Kimseye muhtaç değillerdi. Birkaç dönüm tarlada edinmiş üç beş de oradan geliyordu. Meneviş yeni doğduğunda komşulardan bazıları birkaç litre süt getiriyordu. Sonraları yavaş yavaş azaldıysa da bunun epey faydası oldu. Meneviş çabuk büyüdü. Yaşı dolmadan yürüdü. Onun büyümesine tanıklık ederken her gün kendine bir evlat nasip eden yaratana şükürler ediyordu.
Bu köye yeni gelen kadın hakkında ne diyorsun dedi Nazire’ye.
-Ne diyeyim bey , suçlamak kolay. Herkes suçluyor neredeyse ama Aziz’in hatası yok mu sence?
-Doğru diyorsun. Belki kader. Belli ki sevmişler. Fakat ben çok endişeliyim kadın için.
-Neden, bildiğin bir şey mi var?
-Bildiğim değil de, sezdiğim bir şey. Bu sülale bu kadını benimsemez. Bence kadını işinden de edip getirmişler ama rahat vereceklerini hiç sanmıyorum.
-Yapma yazık. O kadın da insan evladı. Can taşıyor. Allah yardımcısı olsun.
Meneviş ’de geldi yanlarına bu sırada. O teyzeden mi söz ediyorsunuz dedi.
-Evet dedi annesi, ama sen karışma sen küçüksün. Başımıza dert almayalım durduk yerde.
-O teyze bu gün elimi tuttu çok ağladı bu gün. O benim arkadaşım oldu. Bana bunu verdi . Deyip boynundaki kolyeyi gösterdi.
-Aman kızım dedi anası verdiğinden emin misin?
-Meneviş kaşlarını kaldırdı. Evet dedi. Bana kendi verdi. Sor istersen.
-Tamam dedi annesi.
Bir süre Gülsüm yanlarındaymış gibi her biri kendi yorumuyla susup öylece kaldılar bir süre. Servet aklına gelenlerden ürkmüştü. Karısına belli etmedi. Meneviş çocuksu bir duyguyla yakın bulmuştu Gülsüm’ü. Ağlamadığı zamanlarda yumuşacık biriydi. Saçlarını okşarken derin iç çekiyordu. Hep elini tutmak, ağlama demek geliyordu içinden .Onlar bunları düşünürken yandaki binada içi kanayan, gözleri ağlayan, çaresiz bir kadın kulakları sağır insanlardan merhamet dileyip duruyordu.
******
Sabah namazına yetişeyim diye alel acele kalktı yataktan Hacı Muhittin. Beş vakit namazı kaçırmak olmazdı. O kadının odasının önünden geçeceği aklına gelince yüzü ekşidi. Alıştıkları düzenlerini bozan biri. Okumuşmuş, memurmuş, akıllıymış pöh; ben göstereceğim ona akıl neymiş. İzmir’de dediklerimize çabucak inanıverdi. Sözde oğlumu alacak bizden ,göreceğiz el mi yaman, bey mi? Abdest almayı da sapıttırdı bana. Tövbe tövbe. Pöstekinin başında kıbleye dönmüşken dahi bu kadın çıkmadı aklından.
Hacı Fatıma yanında kocasını göremeyince geç kaldım dedi, kaldırmamış beni. Akıl mı bıraktı bu şeytan kadın ,la havle vela kuvvete diye doğruldu. Tek kollu olmak zorluyordu. Kanser ilerlemesin diye omuz başından kesmişlerdi. Boş kol hala için için sızlıyordu. Zar zor giydi entarisini. Bu kolla ne yaparım diyordu, nasıl bakarım kendime, çocuklara. Asıl gelin giderse işimiz zor dedi. Tahta kapının gıcırtısından kocasının avluya çıktığını anladı. Abdest almaya gidince odanın kapısından “ne yapıyorlar” diye dinledi. Uyuyorlardı zaar. Başladı olanca sesiyle okuyup dua etmeye. Sanırsın vaaz veriyor. Çıkarabileceği ne kadar gürültü varsa yaptı. Bu gün pirinç okuyayım da şu belki çekip gider. Hacı Şükrü dediydi başlarındaki çok belayı savuşturmuş.
Hayırdır anne ne bu gürültü dedi kapıdan çıkan Aziz.
Ne olacak namaz vakti geçiyor diye somurttu anası. Daha yatacak mısınız? Hayvanlara bakılacak.
Tamam anne kalktım işte, bakarım şimdi.
Odaya döndü Gülsüme seslendi.” Haydi kalk ta şu hayvanlara bakalım”
Beraber girdiler ahıra. 7 inek almışlardı. Hepsi sağımda olmasa da 4 ü sağılıyordu. Aziz sen kapıya bakarak ol diye aldı bakracı eline. Gülsüm mümkün değil yaklaşamazdı ineğin altına. Bilmezdi ki. Her gün böyle yapıyorlardı. Kimse anlamasın diye beraber giriyorlardı ahıra, çıkarken bakraç Gülsüm’ün elinde oluyordu. Bir duyarlarsa Aziz’e demedik laf bırakmazlardı.
Öğleden sonra akraba kadınları her zamanki ziyaretlerine geldiler. Misafir yanında oturmak olmazdı. Devamlı çay getir, su götür sefer yapıyordu. Her çıktığında fısıltılar başlıyordu. O gün bir de pirinç saçma merasimi yapıldı. Ona bolluk, sağlık getireceğini söylediler. Evin her yanını okunmuş pirinç kapladı. Bir anlam veremedi. Yüzüne gülenlerin samimiyetine bir türlü inanamadı.
Birden Meneviş’in başı göründü kayboldu. Onu da elinden alacaklar korkusu kapladı içini. Yalnızlık denizindeki tek sığınağı oydu. Mümkün olduğunca ona sevgisini saklamak gereğini duydu. Anlama malıydılar. Yoksa sokmazlardı eve.
Allah en dar zamanlarda dahi insana dayanma gücü verecek bir şey gösteriyordu. Arka bahçede gözyaşları kuruyan ağaçları sularken Meneviş gelir, hayat dolu gülüşüyle içini ısıtırdı. Bir an olsun dağıtırdı gamını, kasavet ini. Onun dışında kimse ile de konuşmuyordu zaten. Kimsenin onu dinlediği de yoktu. Meneviş le doğacak bebeği üzerine konuşurlar, hayal kurarlardı. Bebeğini kendisinden başka seven tek kişi de oymuş gibi geliyordu. Gözlerini, saçlarını cinsiyetini hep bu konuşmalarda belirlemişlerdi sanki. Kara saçlı, kara kaşlı bir oğlan…
O gün biraz sancısı vardı. İnce ince bir sızı. Ebeyi çağırdılar güç bela , bir şeyi yok gaz sancısı dedi gitti.
Sabah her günkü mutat işlere koyulmuştu. Avlu kapısında babasını görünce gözyaşlarına gark oldu.
Boynundan epey bir süre indirmedi kollarını. Sakinleşmesi uzun sürdü. Bu arada o sancı hala zaman zaman geliyordu. Hamileliği 28 haftanın içindeydi, karnı epey büyümüştü. Babası sitemkar benim gelmemi mi bekledin hastalanacak diyordu. Belli etmese de sancı giderek artıyordu. Herkes geçeceği konusunda hemfikirdi. Ama geçmedi.
Dayanılmaz bir hal aldı. İlçeye hastaneye götürdüler neden sonra.2 gün sancıyı kesmeye çalıştılar.3.günün gecesi suyu geldi, hemşire doğuma aldı. Doktor geldi , 7 ay dolsun diye bekledim ama olmadı bebeği alacağız dedi. Sabah gözlerini açtığında her şey gereğinden fazla sakindi. Aziz başucuna dikilmiş babam Ankara’ya gönderiyor dedi. Gülsüm gözlerini dikti “oğlumu göm de öyle git” diyebildi. Sadece bir dileğim var O’nu Servet ağabey gömsün, mezar yerini o bilsin sadece dedi .
Oğlunu, ana olabilme şansını alıp götürmüştü Hacı Salim kuralları….Artık ağlaması için bir neden kalmamıştı……..Yüzünü bile göremediği bebesi çoktan soğumuştu.
YORUMLAR
İnsan,
hata yapmamalı.
Bazen,
duygulara gem vurabilmeli akıl.
Bu,
kanı deli çağlarda olmuyor maalesef işte.
Seneler zamanda akınca,
akıl başa devşiriliyor işte.
Geç kalınıyor genellikle de maalesef.
Üzücü bir hikaye.
İşini ve üniversiteyi bırak,
köyün birine kapaklan.
Aha hayat ah!...
İlginç ve hüzünlü bir hikaye.