ÇENGELKÖY VE ÜÇ AYRI BEN
ÇENGELKÖY VE ÜÇ AYRI BEN
Sevgili Çengelköy, bilirsiniz hani şöyle bir eskilere doğru bir yolculuğa çıktığınız da, eski hatıraları, düşündükçe bu hatıraların her birinde sürekli değişen “değişik sizler” olduğunu fark edeceksiniz. Çünkü eski hatıralar bizlerin değişik yaşlarına rastlayan unutulmaz günlerdir. Dolayısıyla, her hatıranın bahçesinde değişik fiziksel görünüşlü sizler bulacaksınız. Geçenlerde ben de çocukluk ve ilkokul yıllarımız geçtiği “ Havuzbaşı Park” ın da otururken, eskilere dalıverdim...
Eski Havuzbaşı’nda bakkal Yaşar amca vardı, o zamanlar beş, yedi yaşların da olan, bizlere üç beş gazoz verir, şişe parkta satmamızı isterdi, bunun karşılığı ise, bir şişe gazoz içmekti.
Rahmetli Tahir abim, parkta iki çocuk gezdiren bir rahibeye, iki şişe gazoz sattı, ben de diğer üç kişiye üç gazoz sattım. Artık bir gazoz içme hakkımız olmuştu bile. O zamanlar gazoz şişelerinin ‘depozite’si vardı. Bu yüzden sattığımız gazozların şişelerini de toplamamız gerekiyordu. “Satış tek tabanca, toplamak serbest” raconundan dolayı, şişeleri hep beraber toplardık.
Bu arada, ben de rahibenin boşalan iki gazoz şişesini almak istedim. Aman Allah’ım, rahibe kıpkırmızı olmuş yüzüyle, dehşet saçan gözlerini bana dikmiş, anlamadığım bir dilde, kıyameti koparıyordu. Rahibe eliyle, Tahir abiyi gösteriyor ve şişeleri ondan aldığını, ancak ona vereceğini anlatmak istiyordu. Zavallı ben, korkudan kan ter içinde kalmıştım.
Şimdi 35 yaşındayım. Güneşli bir havada Havuzbaşı parkında, gözlerim kapalı eski hatıralara dalmışken, bir baktım ki, parkın içinden akan derenin tahta köprüsünden bana doğru ‘ben’ geliyorum, ama 19-20 yaşında ki ‘genç ben’ bu gelen, saçları uzun, üstünde paçaları İspanyol paça blucin, western gömlek, güneş yanığı teniyle, sekerek bana doğru geliyordu. Genç ben geldi, yanıma oturdu ve “ na’ber moruk” dedi. Ben, ’hastir ne diyor lan bu puşt’ derken, arkamızdan havuzun olduğu taraftan yine bir başka ‘yaşlı ben’ geliyor. Ama bu ben, benden çok yaşlı gözüküyordu. Üçüncü ben geldi ve öte yanıma otururken, ‘Selam un Aleyküm, heyecanlandınız değil mi?’ dedi. Yaşlı ben, genç ben’in; “Neden Heyecanlanayım Be Moruk’ demesini beklerken, yaşlı ben devam etti; ‘ben de 15- 20 yıl önce sizlerle bu parkta buluştuğumuzda aynı heyecanı duymuştum’ dedi. Devam etti; ‘ O zaman orta yaşlardaydım, yine biri çocuk, biri genç, diğeri orta yaşlı, üç ben buluşmuştuk’ diyerek, bizi şaşırttı…
Yaşlı ben konuştu; ‘Şimdi görüyorum ki çocuk ben artık yok’ dedi. Şimdiki ben; ‘şaşırmıştım ama üçümüzde aynı şeyleri yaşadığımız ve hatırladığımız için, yaşımıza göre yaşadığımız anıları anlatmaya başlamıştık’ diye içinden geçirdi. Yaşlı ben ; ‘Aslında üçümüzde aynı kişiyiz, ancak yaşlarımız farklı, onun için değişik bakış açılarıyla, değişik yorumlar yapıyoruz’ dedi.
Bu kez, çocuk ben konuştu; ‘Vallahi ben sizleri bana hiç benzetemedim’, diye cevap verdi. Bu arada eski Havuzbaşı’ndan konuşmaya başlamıştık.
Orta yaşlı şimdiki ben; ‘Vay... Vay... Vay... Ne günlerdi yahu, o koskoca bahçemiz de ne oyunlar oynar, ağaçlarına çıkarak, ne meyveler yerdik, değil mi?’ dedi.
Yaşlı ben; ‘Hatırlıyor musunuz? Tahir abi, Ayfer, ben, Ayla, Cemoş (kuzenlerim) ve komşularımız, Müge, Mine, Çındemir’lerden, Kayhan ve Erhan’la, annelerimiz bizleri, ‘Deniz Hamamı Sokağı’ndan denize girmeye götürürlerdi. Pando’nun bostanının önünden geçerken, Tahir abi, Kayhan, ben ve Erhan, orada pilot gözlüğü takmış, hızarda odun kesen Sezai abiye annelerimize çaktırmadan, yan gözle bakardık. Çünkü bazen bahçemizden kaçar, diğer çocuklarla oduncu Sezai abinin yanına giderdik. O odunları kestikten sonra, biz o odunları, iki atın çektiği ‘At Arabası’na doldururduk. Arabayı, odunların gideceği eve kadar takip ederdik. Evin önünde hepimiz arabaya çıkarak, bir elden odunları boşaltırdık. Bunun mükâfatı ise, taa bostana kadar şarkı söyleyerek, ‘At Arabası’nın üzerinde Havuzbaşı’na dönmekti. Hatta bazen Sezai abi, atların dizginlerini bile bizlere verirdi. Odun götürdüğümüz ev yokuşsa, hep beraber iterek, atlara yardım ederdik, diye, eski anıları hatırlattı.
Efendim, genç ben; ‘ Valla ben hiç o günleri özlemedim. Hayatımdan çok memnunum, orkestrada gitar çalıp, iyi para kazanıyorum, kızlarla geziyor, diskoteğe gidiyorum’ dedi. .. Yaşlı ben; ‘Aman haa hiç bir dakikanı kaçırma, sindire sindire yaşa ve mutlu ol, bu gençlik bir daha gelmiyor, dedi. Küçüklerini sev ve koru, büyüklerine karşı da saygılı ol, çünkü bir gün sen de gençlerden saygı bekleyeceksin’ dedi ve devam etti; ‘biliyor musunuz, aslında biz çok daha fazlayız, nasıl mı? ‘ diye konuştu. ‘ Bakınız, ruhlar âleminde ki biz, ana rahminde ki biz, bebek biz, sonra bizler ve ahrette ki biz’ diye saydı. Ayrıca içimizde bir başka bir ben daha var ki, onu sadece gönül gözü açık olanlar görür, bizler deği’ diyerek bizi şaşırttı…
Sevgili Çengelköy, bilirsiniz Hak Aşığı Yunus Emre; ‘ Ben Yunus-u Bi Çareyim’ demiş ama ‘ Bir Ben Vardır, Ben de Benden İçeru’ demeyi de ihmal etmemiş. Bu arada bizim üç ben yine bencilleşmiş ve bir birilerine sormaya başlamışlar... Genç ben; ‘Senin ilk aşın kimdi, moruk’, şimdiki ben; ‘Oğlum sen çocuklarını gördün mü?’ ve yaşlı ben; ‘ Peki senin kaç torunun oldu? ‘... Ben... Sen... O... Biz... Siz... Onlar... Sevgiyle kalınız efendim...
Hüseyin A. Tuna
T U N A C A N
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.