- 756 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
GEREKSİZ
Bir esnaf arkadaşımın dükkânında konuşmak gerektiğinde konuşmanın ve susmak gerektiğinde susmanın hakkını vererek oturuyorduk. Yani doğal bir ortamda olması gereken neyse bizimkisi oydu. Birden kapıdan ortamı soğutmaya niyetli, atmış yaşlarında biri girdi. Arkadaşın köylüsüymüş. Selam verdikten sonra bizimle göz teması kurmadan etrafına bakınır gibi yaparak çaktırmadan kendini sandalyeye bıraktı. Olacakları önceden kestiren bir çeviklikle arkadaşım hemen adama çay söyledi. Bizim yörede adet olarak misafire muhabbetten bayağı sonra çay ikram edilir. Bunun tam tersi durum, yani misafire erken çay ikram etmek, misafirin erkenden ayrılmasını istemek, yani nazik bir şekilde kovmak şeklinde anlaşılır. Adam, memur emeklisiydi. Durumuna, yaşına saygı duyuyorduk tabii ki. Ancak, sorun bizim genç, adamın yaşlı olması sebebiyle muhabbet edebilecek ortak bir noktadan yoksun olmamızdı. Bize aylardır kiralamayı düşündüğü dünya güzeli evinden, istemeye gelen onlarca kiracıya tek tek vermeme sebeplerinden ve hiçbir soru sormadığımız, sadece kafa sallamakla geçiştirdiğimiz yani konuyu derinleştirme isteksizliğimiz üzerine alakalı gördüğü için hakkaniyetinden, müstesna iyiliğinden, tükenmez parasından da bahsetti. Bizi gerçekten hiç ilgilendirmeyen kendi ahlak kavramıyla tıpatıp uyuşan karakterinden bahsetti. Alzheimer olmaya hiç niyeti yokmuş gibi detaylardan dahi bizi mahrum etmiyordu. Bizi seslerle beslenen kulaklar olarak gördüğüne dair bir kanı bırakıyordu. Sanki bir an sussa birçok uzvumuz zayıflayacak, kırılıp dökülecekmiş gibi durmadan konuşuyordu. Gereksiz konuşmalar üniversitesini bitirmişte İnsanları bıktırma sanatı üzerinde doktora yapıyor gibiydi.
Doğal her insan gibi arkadaşla kaş- göz işareti yapıp gitmesi için içten dua ettik. Dualarımızın sadece sevap olan kısmı kabul gördü. Bulmuş dört itaatkâr kulak gider miydi hiç. Aklımda bu adamla ilgili çeşitli düşünceler geçti. Yumuşak, ağır ama durmak bilmez konuşma stilinin sebebi olarak östrojen hormonlarının fazla salgılanması, beyninin sol lobunda oluşan bir aksaklık, çocukluğunda bastırılmış bazı dürtülerin bilince çıkması gibi sebepler olabilirdi. Ya da karısı bu adamı sabahtan akşama kadar evden kovmuştu da zaman geçirebilecek mekân arıyordu. Belki politikacı olmaya karar vermişti de pratik yapıyordu.Bunu geçelim. Zayıf görünse de pekâlâ en sıkıcı insan dalında Guinness rekorlar kitabına başvurmuş olma ihtimali de vardı. En iyimser tahmin olarak sadece içindeki yalnızlığın dışavurumu şeklinde masum ve acıklı bir davranış mıydı? Ah zavallı! Hayır hayır, galiba dördüncü seçeneğimiz daha bir uyuyordu. Bir ara “Size sıkıntı vermiyorum değil mi?” diye bir soru sordu. Mecburi ve yapmacık bir “estağfurullah” ile cevap verdik. Mekâna giren her yeni - sonrasında mağdur- kişiye hikâyesini baştan anlatarak zaman kazanıyordu. Yanı başında duran başka bir şahısla konuşuyordu ki adamın horlama sesi duyulunca etrafına bakınıp canlı bir kulak aradı. İstemeden yüzümü ona verdim. Yarım saat sonra durunca biz bitti diye oh çekmeye niyetlenmişken meğerse adamın nefes alma vakti gelmişti. Derin bir nefes ve hikâye baştan. Kelime tekrarları uyuz bir şarkının nakaratını yüzlerce kez dinlemek kadar bulandırıcıydı. Arkadaşım bir işi olduğu şeklinde bir bahane bulup dışarı çıkıp dükkanı bize emanet etti. Şehirde birkaç caddeyi dolaştıktan ve kafa dağıtacak kadar sigara içtikten sonra kapıdan somurtarak girdi. Negatif enerjisini bize dağıtan o sıkıcılığın öyküsü bitecek gibi değildi. Masada hala çay bardağının yarısı bayatlamış çayla doluydu. Yaşına hürmeten yarım saat olarak uygun gördüğümüz katlanma süremizi cömertliğimizi katbekat artırarak dört saate çıkarmıştı.
İçimden bu adamın keşke tepe kamerası gibi havada duran üçüncü bir gözü olsaydı, dedim. O zaman kendisini dışarıdan seyredip bir muhasebe yapabilirdi. Sonuçta suça sebep olmak yapmakla eşdeğerdi ve birçok sövgü almış olması muhtemelse günah dosyası epey kabarık olabilirdi. Aklının ufak bir kıvrımıyla birazcık empati yapma yeteneği olsaydı bize verdiği sıkıntının farkına varabilirdi. Ama nerde! Kendinden dünyanın merkeziymiş gibi bahsedişinde uyumsuz bir narsistlik okunuyordu. Neyse ki akşam olduğunu ezan sesi haber verdi. Artık eve dönebileceği zamanın geldiğinin farkına vararak bardağın dibinde kalan son çayı yudumladı. Selam verip sanki söylemeyi unuttuğu birkaç kelime daha varmış gibi tereddütlü adımlarla hafif geriye bakarak ağır ağır çıktı. Koro halinde bir “oh” sesiyle kendimizi dışarı attık. Kafamızın içine etmişti sanki. Bize sanki o sıkıcılık hala dükkanın duvarlarına sinmiş bir şekilde duruyor gibi geliyordu. Birden içimden ben de o adam gibi sıkıcıysam, diye bir korku geçti. Ya bende de insanlar bir gereksizlik buluyorsa! Arkadaşıma “ Benden de rahatsız olmuyorsun değil mi?” diye sordum. “Evet, sen de fazlasıyla sıkıcısın.” diye verdiği cevabı oldukça samimi bularak içim rahat etti. Artık çayımı gönül rahatlığıyla içebilirdim.
Yahya OĞUZ
YORUMLAR
Bu tip insanlara kızıyoruz ama kendimizin harcadığı onca (boş laf olmasa da) zamana bakmıyoruz. yazıyı bana her gün önünden geçmek zorunda olduğum insan yığını kahvehanenin insanların asıl sorumluluklarını unutmuş adeta gerçek hayattan sıyrılmış boş konuşmakla kalmaz boşa zaman harcayan insanları hatırlattı.hayatın gerçek, gerekli yanının var olduğunu unutmamak dileğiyle. güzel bir yazıydı .tebrik ederim.
Yahya Oğuz
Benim için tam puanlık bir söyleşi
Böyle insanları çok iyi tanırım, yıllar önce buna benzer bir ev sahibem vardı. Adamcağız sırf kendini dinletmek için bizi evine davet ederdi. Biz gitmezsek kendi gelirdi ki o gece/gün başımızın tası şişer de şişerdi.
Yazıyı okuyunca eski ev sahibemi anımsadım, nasıl unutabilirim ki :(
anlatım çok güzel, tebrik ederim.
Yahya Oğuz
hayatın tebessüm ettiren yönleri işte bunlar.
Bu tür insanları da tanıyacağız ki,
diğerlerinin kıymetini bilelim.
Ve,
nerde, nasıl, ne kadar müddet oturacağımızı,
insanları ne ölçüde meşgul edebileceğimizi kavrayalım.
Geçenlerde,
benim de başımdan geçti böyle bir olay.
Babamla ilgiliydi.
Artık,
boş bir an bulup, bize usulünce kaleme alırız inşallah.
Hoş bir yazıydı.